* Fotoğraflar: Ekin Karaca
Humbolt Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Nil Mutluer ile Almanya ve Türkiye arasındaki gerginliğin temelini, Almanya medyasının konuları işleyişi ve Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin tepkilerini konuştuk.
Mutluer, Türkiye'nin ilk yenilenebilir rüzgar enerjisi ihalesini aralarında Alman şirketi Siemens'in de olduğu bir konsorsiyuma verilmesi, silah ticareti gibi konulara değinerek “iki ülke arasında diplomatik ilişkiler gerginleşse de buzdağının görünmeyen yüzünde neoliberal dünyanın gereklerinden vazgeçilemiyor” dedi.
Gerilimin medyada yer alış şeklinin “Türkiye'yi ve Türkiye'nin bölgedeki dahlinin oldukça eksik anlaşılmasına neden olduğuna” dikkat çekti.
Almanya hükümeti, Türkiye ile siyasi gerginliği yönetirken Türkiyeliler ile Türkiye hükümetinin, hatta Erdoğan'ın politikasını ayırdığını belirtirken de “göçmen” vurgusunun hala yerini koruduğunu anlattı.
Almanya ve Türkiye arasındaki gerginliğin Almanya'daki karşılığını, Almanya'daki Barış Akademisyenleri'nden Ali Ekber Doğan'a sormuştuk. Doğan, yaklaşan Almanya seçimlerini değerlendirirken iki ülke arasındaki gerginliğin aşırı sağın yükselişini durduracağını, merkez sağın kazançlı çıkacağını söylemişti.
Barış Akademisyenlerinden Mutluer ise gerginliğin ekonomik ilişkiler ve toplumdaki etkisini yorumladı.
"Alman şirketleri listesinden rüzgar enejisi ihalesine"
Almanya ve Türkiye arasındaki bu gerginlikleri nasıl yorumluyorsunuz, bu gerilimin altında aslen ne yatıyor? Almanya’nın ekonomik yaptırım vurgusunun karşılığı nedir?
Takip ettiğimiz gibi bir yandan üst perdede sürekli tehditler var. Tonlar yüksek. Türkiye, Almanya ve/veya Türkiye vatandaşlarını rehin tutuyor adeta. Hem Almanya hem de Türkiye vatandaşı olan gazeteci Deniz Yücel, insan hakları savunucusu, veri analisti ve stresle baş etme uzmanı Peter Steudtner'i halen tutuklu bulunduruyor. Yıllardır Almanya'da yaşayan Türkiyeli yazar Doğan Akhanlı hakkında Türkiye'nin çıkardığı kırmızı bülten ile yakalama kararı bu rehin tutma konusundaki örnekler arasında.
Almanya da buna karşılık ilişkilerin askıya alınacağı yönünde açıklamalar yapıyor sürekli. Özellikle MİT'in “terör örgütüne destek veren Alman şirketleri” listesi yayınlaması ve bu listede önde gelen Almanya şirketlerinin olması tonunu yükseltti. Ancak, Türkiye hem bu listenin varlığının bir “hata” olduğunu belirtti hem de bu ay içinde Türkiye'nin ilk yenilenebilir rüzgar enerjisi ihalesini aralarında Almanya şirketi Siemens'in de olduğu bir konsorsiyuma verdi.
"Silah ticareti boyutu"
Bir de işin, silah ticareti, IŞİD ile mücadele alanındaki dayanışma boyutu var. Bu meseleyi daha da çetrefilli kılıyor. Barış konusunda çalışan kurum ve siyasiler Almanya'nın Türkiye'ye silah satışı 2016 yılında ikiye katlandığını belirtiyor.
Tıklayın - Almanya'nın Türkiye'ye Silah Satışı Azaldı Ama Devam Ediyor
Almanya'nın Yeşiller ve SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi / Sozialdemokratische Partei Deutschlands) gibi kurumları özellikle insan hakları ihlalleri gittikçe yükselen ve sivil alanın yok edildiği Türkiye'de bu silahların halka, özellikle Güneydoğu'da Kürtler'e karşı kullanıp kullanılmadığını sorguluyor. Şimdiye kadar bu konuda net bir kanıt yok. Almanya aynı zamanda IŞİD ile mücadele için Bölgesel Kürt Yönetimi'ne silah desteği sağlıyor. Bu silahların Almanya'nın halen terör örgütü olarak addettiği PKK'ya geçtiği ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı kullanıldığı Türkiye'nin iddiaları arasındaydı.
Her iki iddia da kanıtlanmış değil. Ancak, IŞİD ile mücadele için satılan silahların Türkiye tarafından IŞİD'in yanı sıra savaştığı PYD'yede de kullanılıp kullanılmadığını denetlemek bölge şartlarından dolayı daha zor.
Kısaca, silah satışı Türkiye sınırı içi veya dışı olsun IŞİD ile mücadele adı altında çeşitli şekillerde kullanılabilir. Yani insan, hatta yaşam hakkı ihlalini Türkiye'nin değil, savaş bölgesinin sorunu olarak ele almak dengeyi epey değiştirebilir.
Kısaca Almanya ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler insan hakları, demokratikleşme meselesinde sürekli gergin bir tonda ilerlese de, buzdağının görünmeyen yüzünde neoliberal dünyanın gereklerinden vazgeçilemiyor.
"Medyada fail-mağdur-kurtarıcı üçgeni"
Almanya, Erdoğan’ın her konuşmasında gündeminde, dolayısıyla medyanın da ana konularından. Peki, Almanya medyası bu gerginliğe ne kadar ve nasıl yer veriyor?
Almanya medyası, hatta Avrupa medyası klişeleri, fail-mağdur-kurtarıcı üçgeni üzerinden hikayeleri aktarmayı oldukça seven bir medya. Esasında bu bakış bir yanıyla Batı'nın Doğu'ya üstten, oryantalist bakışının bir devamı. “Diktatör Erdoğan”dan, “-özellikle batılı değerlere sahip, iyi olarak kabul edilen, makbul- mağdurları kurtaran Batı” söylemi ana akım medyanın yaratıcılıktan uzak, tekrarlanan teması.
Elbette Erdoğan'ın Türkiye'nin rejimini değiştirme yolunda gerçekleştirdiği hak, hukuk ihlali ve yaratılan toplumsal kırılma ortada, ancak kendisini kısaca diktatör ilan ederek meseleleri açıklamak birçok hakikatin de gizlenmesine neden oluyor. Türkiye'de bugün yaşananlar etraflıca anlaşılmaktan öte tarafların iyi-kötü ikilemi içerisinde konumlandırılarak sunuluyor.
Örneğin, barış akademisyenlerinin yurt dışına çıkma konusu eleştirel bazı medya organları dışında meselenin Kürt hareketiyle olan savaş ve bölgedeki insan hakları ihlalleri kısmından soyutlanarak “sanki bir gecede diktatörleşen Erdoğan'ın hışmına uğramışlar” noktasında aktarılması haliyle epey sorunlu.
"Erdoğan reklamlara bile konu oluyor"
Öncelikle Kürt meselesi ana akım Almanya ve hatta Avrupa basınında yeterince görülmüyor. Diğer yandan Erdoğan'ın son dönemindeki yeni ulusalcı ortakları, yani devlet geleneğinin içinden gelmiş eski bürokrat ve kişilerin sistem içindeki konumu aktarılmıyor. Hal böyle olunca siyasi bir analizden çok Türkiyeliler ve Türkiye ile ilgili kişiselleşen bir mesele aktarılmış oluyor. Bu da haliyle Türkiye'yi ve Türkiye'nin bölgedeki dahlinin oldukça eksik anlaşılmasına neden oluyor.
Ancak, Erdoğan hemen hemen her gün Almanya basınının gündeminde. Hatta öyle ki, reklamlara bile konu oluyor. Alternatif cola içeceği, billboard'larında Trump, Erdoğan gibi figürleri de kullandı. Gündemde olan diğer önemli konuklar ise Türkiye'de adeta rehin tutulan gazeteci Deniz Yücel, İnsan Hakları Ortak Platformu'nun eğitim toplantısına eğitmen olarak katılan ve diğer yedi hak savunucusu ile birlikte tutuklanan çatışma çözümü uzmanı ve belgeselci Peter Steudtner. Son günlerde yazar Doğan Akhanlı'nın da Türkiye'nin kırmızı bültenli arananlar listesinde olması ve İspanya'da gözaltına alınması da gündem oldu.
Bu arada, elbette eleştirel medya kuruluşları da var.
"Almanya'daki Türkiyeliler taktiksel oy veriyor"
Bu gerginliğin, özellikle Erdoğan’ın açıklamalarının Almanya’da yaşayan Türkiyelilere yansımaları nasıl? Birinci nesil ile üçüncü nesil arasında bu konuda bir farklılık var mı?
Öncelikle Almanya hükümetinin Türkiye ile siyasi gerginliği yönetirken önemsediği bir nokta Türkiyeliler ile Türkiye hükümetinin, hatta Erdoğan'ın politikasını ayırmak. Almanya-Türkiye ilişkilerinin gerildiği bir dönemde Almanya hükümeti Türkiyelilere yönelik bu ayrımı gözettiğini belirten Türkçe ilanlar yayınladı. Bu Almanya'nın net ve açık bir politikası.
Ancak, aynı zamanda biliyoruz ki, Almanya başkanlık sistemi referandumunda “evet” oyunun da önde çıktığı iki ülkeden biri. Almanyalı politikacılar Türkiye'deki kutuplaşmanın Almanya'ya yansımasından da endişeli.
Bu noktada, Almanya'da yaşayan Türkiyeli Almanyaların aidiyet duygusunu etkileyen sınıfsal, dini, etnik ve cinsiyet ile ilgili faktörler merak cezbediyor ister istemez. Almanya'da demokrasi, hukuk, insan hakları gibi değerlerle yaşayan bu insanlar neden ve nasıl Türkiye'de şu günlerde bu değerlerin aksine bir yönetim anlayışı varken destek veriyorlar?
Üstelik bu insanların büyük çoğunluğunu Almanya'da azınlık, göçmen, mülteci, kadın, LGBTİ, işçi haklarını koruyan sol eğilimli partilere oy verirken Türkiye'de tercihlerini daha sağdaki partilerden yana kullanıyorlar. Kısaca taktiksel oy veriyorlar.
Almanya'da kendi haklarını korumak için oy kullanıyorlar ancak, aidiyetleri bir şekilde ulusaşırı -transnational- alanda, Türkiye'nin etkisinde şekilleniyor. Bir kısmı yaşamamış olsa da Türkiye'den, ailesinden kendisine aktarılmış cemaat, grup ve kişilerle ilişkilendiriyor kendini.
Türkiyeliler hala 'göçmen'
Öncelikle, Almanya'da yaşayan Türkiye kökenli Alman-Türk vatandaşları üzerine bugün birikmiş önemli bir literatür var. Onu aktarmak başlı başına bir yazı konusu. Burada gündelik hayat gözlemlerimden bahsetmek istiyorum.
Geldiğimden beri ilk fark ettiğim nokta toplantılardan gündelik hayata Türkiyelilerden bahsedilirken çoğunlukla hala “göçmen” kelimesinin kullanılmasıydı. Bugün Almanya'da 3-4 jenerasyondur yaşayan ve hatta Türkiye'yi hiç görmemiş, Almanya'da doğup, büyümüş önemli bir kesim var ve onlar bile hala göçmen olarak adlandırılabiliyor.
Almanya hükümetinin “entegrasyon” yaklaşımının bu insanları Almanya ve Alman değerlerine tam ait hissettirmediği açık. Aksine, her ne kadar Alman eğitim siteminin içinde yetişmiş olsalar da Almanya ve Türkiye'de farklı gündelik hayat taktikleri ortaya çıkartabiliyorlar. (BK)