"Gurbetçi" nam-ı diğer "Almancı" kafilenin Türkiye'den misafir işçi kontenjanıyla yola çıkmasının üzerinden 40 yılı aşkın süre geçti. Öyle ki artık onlar ne misafir işçi ne de gurbetçi. Onlar artık Almanyalı Türkler. Dördüncü nesille birlikte sayıları 3 milyona yaklaştı.
Yarım asırdır Almanya'da yaşayan Türkiyeli kadınların "Almanya Acı Vatan"daki Güldane'den "Duvara Karşı"daki Sibel'ine, hem sınıfsal hem kültürel yaşadığı sosyal halin ötesine, Birlik 90/Yeşiller Partisi`nden Hessen Eyaleti milletvekili Mürvet Öztürk'le baktık.
Öztürk, giden ilk kafileden kadınları anlatmaya başlıyor:
"İşgücü açığını kapatmaya gittiler. Çalıştıkları ve para kazandıkları için göçmen erkeklerle eşit haklara sahiptiler. Güçlüydüler. Çünkü evi erkekle birlikte geçindiriyorlardı."Fakat gel zaman git zaman Almanya'da yaşanan ekonomik krizlerle her yerde olduğu gibi kapı dışarı edilen kadınlar olmuş.
"Fabrikaları kapandıkça kadınlar işsiz kaldılar. 80’li yıllardaysa büyük kısmı temizlik sektöründe çalışmaya başladı. Bu işler part time/yarı zamanlı olduğu için bundan birkaç yıl öncesine kadar sigortalı olunamıyordu. Şimdi o kadınlar yaşlandı. Temizlik işlerinden emekli olamadılar. Devletten aldıkları para cüzi."
Öztürk'ün anlattığına göre, eğer ilk gurbetçi kadının aileden desteği yoksa yoksulluk sınırında yaşıyor.
Bir de her daim eş durumundan mütevellit Almanya'ya göçen kadın var: "İthal gelin".
Evlilik yoluyla Almanya'ya yerleşen bu kadınların sıkıntıları, eğitimli olup olmadıklarıyla da ilintili.
Öztürk "Eğer Türkiye'den lisans tahsilini bitirip geliyorlarsa Almanya'da hızla dil öğrenip hayatlarını pozitif yönlendirmeleri kolay oluyor" diyor, ancak ekliyor:
"Diplomalarının Almanya'da denkliğinin olmaması bu kadınlarda 'Daha iyisini yapabilecek haldeyken neden bu toplum beni istemiyor?' algısı yaratıyor. Yeşiller olarak 'denklik' tartışmasını yürütüyoruz."
Peki eğitimsiz gelinler?
Öztürk asıl sorunu onların yaşadığını belirtiyor, "Okuma yazmaları olmuyor. Eşlerinin maddi durumu iyiyse çok sorun olmuyor. Diğer yandan kapalı kalıyorlar. Sosyal ilişkileri zayıf oluyor. Çocuklarının eğitimlerine katkı veremiyorlar. Alman eğitim sistemi okuldaki eksiğin evde tamamlanmasını ön görüyor."
Alman eğitim sistemi demişken... Üçlü bir sisteme göre yoksul ve varsıl ailelerinin çocukları eşit kalitede eğitim alamıyorlar. Göçmen ailelerin çocukları da yoksulların gittiği okula gidiyor. Bu bir kısır döngü değil mi? Okulda da nitelikli eğitim yokken evde onu ailenin tamamlamasını beklemek?
Öztürk bu soruya şöyle cevap veriyor:
Alman eğitim sistemi kesinlikle sorunlu. Biz Yeşiller olarak tek tip okul olmasından yanayız. Özellikle anne babası okur yazar olmayan çocukların düşük seviyeli okullarda kendilerine düzgün bir gelecek kurmaları çok zor oluyor. Kendimden biliyorum. Sürekli eksik katmak zorundayız. Ama diğer taraftan göçmenler açısından bakıyorsak eğer Türkiye'de de eğitim sistemi değişmeli. Sonuçta göçmen kadınları büyük bir kısmı kırsaldan akraba evliliklerinin yoğun olduğu yerlerden geliyor. Türkiye'de kırsalda da iyi eğitim verilmiyor. Türkiye'de başlayan sıkıntı Almanya'da devam ediyor.
Öztürk üçlü eğitim sisteminin zaten bir şekilde önümüzdeki dönem giderek azalan çocuk nüfusu nedeniyle değişeceğini tahmin ediyor:
"Almanya'da kadınların yaşadığı bu sorunun çözümünde karşılıklı adım atılmalı. Buradan Türkiye'dekilere seslenmek istiyorum. Açılmalıyız. Kültürümüzü kendi içimizde değil başka kültürleri tanıyarak da yaşatabiliriz."
Göçmenler arasında bu kapalılığın aile içi şiddeti artırdığı söylenebilir mi?
"O kıyaslamayı veriler olmadan yapmak zor. Ama mesela bir mektup ulaşmıştı bana. Mektupta kızının eşi tarafından dövüldüğünü iddia eden anne 'Eşi pasaportunu üç yıldır vermiyor. Kızımı kurtarın' diyordu. Konsolosluğa durumu intikal ettirdik ve kadın Türkiye'ye gidebildi. Bu bir milletvekili olarak bana ulaşan mektuplardan sadece biri."
Parlamenter Öztürk bu konuda Almanya'da çalışan Türkiyeli sivil toplum kuruluşlarını (STK) yeterince aktif olmamakla eleştiriyor.
"Daha hedefe yönelik işler yapabilirler. Kadının dış dünya ile irtibatını çocukları üzerinden gerçekleştirmek iyi bir çıkış noktası. Çocuğunu kreşe götüren kadınlara yönelik sosyal faaliyetlerle başlanabilir. Bir kadına nasıl dil kursuna gidebileceğini, nasıl alış veriş yapacağını, çocuğuna nasıl yardımcı olabileceğini öğretmek de basit ve yararlı işler.Camilerde, derneklerde de STK'ler daha aktif çalışabilirler. "
Almanya'da "töre/namus bahaneli cinayetler' de göçmenler üzerinden yapılan bir tartışma.
Başarılı olan kadınları desteklemek gerek ve yanlışları eleştirmek gerek. Töre/namus cinayetleri tartışmaları dışında başarılı, iş yaşamına ya da siyasete atılan göçmen kadınların da rol model alabileceği pek çok Türk kadın var. Bizim partide Nebahat Güçlü, Bilkay Öney, Ekin Deligöz var. Bu kadınların ön yargıların kırılmasına da neden olabiliyor.
Bu bahsettiklerimizin failleri erkeklerken çoğunlukla 11 Eylül ve islamafobia ile başörtüsü veya uyum, entegrasyon da tartışmanın kadının üzerinden yürümesine neden oluyor. Oysa ki bahsettiğimiz kadınlar zaten aile duvarı içine hapsedilen kadınlar. O duvarı kırmaya çalışsa bile dışarıda onu kucaklamaya hazır bir Alman toplumu olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu doğru bir gözlem Ama 'Bütün başörtülü olanlar teröristtir' algısı çoktan kırıldı. Dinde muhafazakarlık varsa kadınlığı baskı altına alan bir hava hakimse bunu başörtülü kadınlar üzerinden yürütmek doğru değil. Diğer yandan bu aileler içinde dini temelli ya da geleneksel aile baskısını nasıl yenebiliriz? Bunu konuşmalı, tartışmayı bu tarafa çekmeliyiz. Bunun için de kadın siyasetçiler aktif rol oynamalı. Yeşiller olarak kadınları siyasete teşvik programları uyguluyoruz. Bu gibi aktivitelerin de katkısı olacaktır.
Şimdi 18 yaşına gelince Alman ya da Türk vatandaşlığı için tercihini kullanması gereken bir nesil yetişiyor. Bu nesilden genç kadınların yaşadığı sıkıntılar için de iş problemi de var. Meslek edindirme kursları sistemdeki boşluğu doldurmak için devreye sokuluyor. Ama göçmenler bu kursları talep etmiyor. Diğer yandan bu kurslar fizik mühendisliği, öğretmenlik değil kuaförlük, otomobil tamirciliği gibi meslek kollarına yönelik eğitim veriyor. Ortada ailesine de topluma da sırtını dönmek zorunda kalan özgüveni eksik genç kadınlar var. Bu kadınlara ne olacak?
Almanlar için iki gün okulda üç gün iş yerinde çırak gibi eğitim alıp iş sahibi olmanız çok önemli. Türkiye'de okulda başarılı olmayanlar, okula gidemeyenler kuaför yanına, otomobil tamircisi yanına verilerek meslek sahibi ediliyor. Almanya'daki göçmenlerde de bu bakış açısı hakim. İlk nesille 3. nesile aktarılan bir zihniyet var: 'Kızım boşver okulu, benim gibi erkenden fabrikaya git, para kazan.' Gençler de meslek edindirme kurslarının önemini tam olarak kavrayamadı. Ayrıca Almanya'da meslek edindirme kursları şirketlerin desteğiyle de oluyor. Bu da son yıllarda azaldı. Şirketler desteklerini çekiyor. İşte bütün bu farklı faktörler bir araya gelince özgüveni eksik gençler yetişiyor.İşsizlik zaten önemli bir sorun. Gerek Alman hükümetine gerek Türkiyeli ailelere karşılıklı iş düşüyor. Berlin Enstitüsü'nün bir araştırması o gençleri kullanılmayan potansiyel olarak tarif ediyordu. Kadınların eğitimden uzak olması kendilerine gelecek kurmalarına engel oluyor. Bizim bu kadınlara sahip çıkmamız gerek. Koca beklemeye mahkum edilen genç kadınlara alternatif imkan tanınmalı. Eğitimlerini yükseltmeleri için hep bir fırsatları olabilmeleri. Gönüllülük üzerinden yapılan çalışmalara dahil edilmeleri de gerekir. Böylelikle ufukları açılabilir. Rol modelleri de çoğalmalı. Kadın politikaları şart. Bunu da yerelde yapabiliriz. Kültürel geziler, şehri tanıma turları, dans kursları vs. Bu tür aktiviteler onları evden çıkartacak ve zihniyeti değiştirecek çalışmalar. (EZÖ)