Ermeni soykırımının 100 yıl dönümünde toplumların ve devletlerin kendi tarihleriyle yüzleşme süreçlerini ve aştıkları engelleri anlamak adına Almanya deneyimini öğrenmek için Friedrich-Ebert-Stiftung-Derneği (FES)Türkiye Temsilcisi Felix Schmidt ve FES Türkiye Temsilcisi Yardımcısı Alexander Geiger ile görüştük.
Schmidt ile Geiger Almanya toplumunun farklı kuşaklarından geliyorlar. Röportaj boyunca konuştuğumuz konulara bakış açıları ve Türkiye’yi okuma biçimlerindeki farklılık da aslında bu nesillerin birer temsili durumunda.
Schmidt söz konusu Almanya’nın 2. Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımı ile yüzleşmesi olduğunda toplumun Nazi rejimi tarafından işlenen suçları kabul ettiğini, buna yönelik bir suçluluk duyduğunu söylüyor. Schmidt’in anlatımına göre asıl yüzleşme geniş toplumun bu suçlara iştirakiyle yüzleşmesinde ortaya çıkıyor.
Diğer bir tartışma ise Doğu Açılımı yani “Ostpolitik”. Dönemin Federal Almanya Şansölyesi Willy Brandt’ın 7 Aralık 1970’te Varşova Gettosu Gettosu Anıtı” önünde diz çöküşü tarihin en önemli anlarından biri. Ancak bu olay aynı zamanda Brandt’ın dönemin sosyalist ülkeleriyle ilişki kurma amacını taşıyan Doğu Açılımı “Ostpolitik” in bir adımıydı.
Hem Schmidt hem de Geiger bu siyasetin muhafazakarlar tarafından sevilmediğini çokça eleştirildiğini vurguluyor.
Willy Brandt’ın Varşova Gettosu Anıtı önündeki diz çöküşü çok önemli bir adımdı. Toplumda bu hareket nasıl karşılandı?
FS: Bu masadakiler arasında Willy Brandt Varşova'da anıtın önünde diz çöktüğünde hayatta ve siyasi olarak aktif olan bir bendim.
Brandt'ın bu hareketi oldukça tartışmalıydı. O dönemler oldukça kutuplaşmış bir toplum söz konusuydu. Ama bu yıllar içinde değişti ve Brandt'ın başlattığı süreç geniş toplum tarafından tanındı. Ancak o dönemde Brandt'ı çok ciddi eleştiren muhafazakar medya da vardı.
Eleştirilen tam olarak neydi?
FS: Brandt tabii ki pekçokları tarafından sevilen, demokratik olarak seçilmiş bir siyasetçiydi. Ancak muhafazakar kesimde o kadar da popüler değildi. O dönemde aktif bir sivil toplum vardı, daha yeni '68 hareketi yaşanmıştı. Ama bunun yanında yargı gibi yönetimin saygıdeğer birimlerinde Naziler hala mevcuttu.
Doğu açılımı yani “Ostpolitik” Demir Perde'yi zayıflatmayı amaçlıyordu. Sadece Brandt'ın değlil aynı zamanda Sosyal Demokrat partili siyasetçi, eski gazeteci Egon Bahr'ın da politikası buydu. Bahr hala hayatta ve siyaset yapmaya devam ediyor.
Bu politikayla “Karşıtımıza yaklaşarak onu değiştirebiliriz” deniyordu. Ama Almanya'nın muhafazakar tarafı bunu kabul etmiyordu. “Onlar bizim düşmanlarımız” denerek Doğu Blok'una yakınlaşacak herhangi bir adıma karşı çıkıyorlardı.
Açılımın Doğu'yu değiştirebileceğini fikriyle ortaya çıktı. Bugün retrospektif bir açıdan bakarsak Sovyet Blok'unun bu sayede çöktüğünü söylemek mümkün.
Bugün Terör Topografyası Müzesi'nin üstünde bulunduğu bölge Nazi rejimi sırasında kamu arazisiydi. 1985'de geçmişle yüzleşme adına çağrı yapan gençler "Let's Dig-Hadi kazalım" kampanyasıyla geçmişle yüzleşmeye çağırmıştı.
Almanya’nın Holokost ile yüzleşme sürecinde bugün Ermeni soykırımı söz konusu olduğundaki gibi uluslararası bir baskı var mıydı?
AG: 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından müttefik güçler 12 yıl boyunca Almanya’da ne olduğunu, toplumun buna katkısını konuşmaya pek hevesli değildi. Çünkü Doğu’ya ve Sovyetlere karşı güçlü ve istikrarlı bir Almanya kurma amacındaydılar
Ancak tüm toplumu kontrol edemezsiniz. Felix’in de söylediği gibi, hala kamusal görevlerde olan Naziler vardı. Çünkü bürokrasinin devam etmesi gerekiyordu ve bunlar dışında alternatif yoktu. Müttefikler de bunu biliyordu. Bu nedenle bazı yargılamalar yapıldı, üstteki bazı insanlar cezalandırıldı. Ama bu kadar. Defter kapatıldı.
Yüzleşmenin yeniden başlayabilmesi için 20 yıl ve yeni bir nesil gerekti. Öncelikle tartışma kamusal olmaktan ziyade özel alanla sınırlıydı. Çocuklar ailelerine 1933 ile 1945 arasında ne yaptıklarını, Nazileri destekleyip desteklemediklerini soruyorlardı.
Yahudilere ve diğer gruplara yönelik soykırımın tartışılması için bir on yıl daha gerekti. İnsanlar savaş döneminde korkunç şeyler yaşandığını biliyorlardı ancak endüstriyel bir organizasyon ile insanların öldürüldüğü açık bir şekilde tartışılmamıştı.
FS: Savaştan sonra Almanya’da bir minnettarlık söz konusuydu. İnsanlar açtı. Askerler aç ve hasta bir şekilde savaştan dönüyordu. Bunun üzerine bir Almanya inşa etmeye çalışıyorduk. Bu süreçte Amerika Marshall yardımında bulundu. Yeniden medeni dünyaya dahil edildiğimiz için minnettardık.
Terör Topografyası Müzesi, Berlin
Peki medya bu süreçte yüzleşmeyi sürdüren, devlet politikasını destekledi? Yoksa Ostpolitik’e karşı çıkanların sesleri de medyada yer aldı mı?
FS: Almanya’da hem özel sektörde hem de kamuda sağ ve sol kanatlarda yayınlar var. Ve kamu yayıncılığı toplumun her kesimini yansıtacak şekilde yönetiliyor. Bu yönetimde hükümet yetkilileri kadar gazeteciler, kiliseler gibi gruplar da var. Bu şekilde toplumun her kesimi yansıtılmaya çalışılıyor.
Eğer muhafazakar bir hükümetiniz varsa bu tabii ki kamu yayıncılığınızı etkiler. Sol hükümet olsa da etkiler. Ancak eğer hükümetin etkisi çok fazla olursa o zaman bu tartışma yaratır. Sağlıklı bir tartışma bu.
Söz konusu yüzleşme ve özelde Ermeni soykırımı ile yüzleşme olduğunda Türkiye’deki tartışma ortamını nasıl buluyorsunuz?
FS: Benim kanaatim, Türkiye’de tartışma artık çok daha açık bir şekilde yapılıyor. Çok daha canlı bir kamusal tartışma söz konusu.
Evet bir tarih komisyonu oluşturulmalı.
Ancak bu komisyon kurulurken Türkiyeli ve Ermenistanlı temsilcilerin eşit koşullarda katılımı garanti edilmelidir. Bu yapılırsa herkes tarafından desteklenecektir. Ancak Ermenistan tarafı bunu istemiyor. Tartışma sürekli suçlama ve karşı suçlamalarla işliyor. Bence “ “soykırım” sözcüğünden ziyade, neler olduğuna ve Türkiye’nin sorumluluğuna odaklanılmalı.
AG: Tartışma “soykırım” sözcüğüne çok fazla odaklanılmış durumda. Osya Türkiye’de temel problem, tarihin tüm başarı ve başarısızlıklarıyla eleştirel bir şekilde tartışılmaması. Milliyetçilik sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil.
Ama, mesela, Trabzon’da Sümela Manastırı’na gidiyorsunuz. Girişteki levhada manastırın yüzyıllar boyunca aktif olduğu ama 1926’da ibadete kapandığı yazıyor. Tamam ama neden? Bana bir sebep verin. Ama yok. Azınlıklara yönelik tüm bu faaliyetler cumhuriyetin kuruluşunda sona eriyor. Ama nedenlerine ve sonuçlarına ilişkin eleştirel bir tartışma yürütülmüyor.
Bu nedenle, sadece soykırım sözcüğünün kullanımını tartışmak yanında kendi geçmişine dair tabuları sorgulayabilmeyi ve açık biçimde tartışmayı daha önemli buluyorum. (EA)