İbrahim Bey 55 yaşında. Nevşehir'de doğmuş ve 8 yaşından beri Almanya'da yaşıyor. Babası İbrahim Bey'in deyimiyle "ekmek parası" için 1964'te Almanya'ya gitmiş ve diğer aile bireyleri de onun ardından bir süre sonra Almanya'ya göç etmiş.
İbrahim Bey Hannover'de yaşıyor ve bir fabrikada tekerlek montajı yapıyor. Türk vatandaşı olduğunu ve yılda bir kez 2-3 haftalığına Türkiye'ye gittiğini belirten İbrahim Bey, bazı zorluklarla karşılaşsa da Türkiye'ye geri dönmeyi düşünmediğini, küçük yaştan beri burada yaşadığı için Almanya'ya alıştığını belirtiyor ve ekliyor: "Ama elbette ki vatanımız Türkiye, Türkiye başka..."
Eşi Songül Hanım ise 1982'de evlenerek, gelin gitmiş Almanya'ya. İbrahim Bey'in halasının kızı. Songül Hanım Almanlar ile bir problemi olmadığını, ama onlarla iletişiminin olmadığını, onları soğuk ve anlaşılmaz bulduğunu söylüyor ve ekliyor: "İbrahim küçük yaşta gelip Hauptschule'yi burada okuduğu için dil problemi yok, ama benim var, Almanca bilmiyorum. Bu yüzden özellikle ilk zamanlarda çok yabancılık çektim, şimdi Allahtan Türk komşularım var da, hal hatır sorup iki laf edebiliyoruz."
Songül Hanım ve İbrahim Bey'in evlerine konuk olmamızın sebebi, onlarla engelli çocukları Hakan'ın yaşam şartları, Almanya'da onun durumunda olan bireylere devletin ne gibi yardımlarda bulunduğu ve ailesi olarak ne hissettikleri üzerine konuşmak. Songül Hanım bu arada bize kahve ve pasta ikram ediyor ve Hakan ile ilgili konuşmaya başlıyoruz.
Ailenin üç çocuğunun en küçüğü olan Hakan 18 yaşında. Annesi, hamilelik süresince her şeyin normal olduğunu, doğum esnasında havasız kaldığı için Hakan'ın beyninde kalıcı hasar oluştuğunu belirtiyor.
Engelli yardımı
Hakan'ın durumuyla ilgili Almanya Devleti'nden veya Türkiye Devleti'nden bir yardım alıp almadıklarını sorduğumuzda İbrahim Bey Türkiye'den herhangi bir yardım almadıklarını, Almanya Devleti'nin ise kendilerine Pflegestufe ödediğini söylüyor ve açıklıyor: "Devlet kişideki engelin az veya çok olmasına göre üç kademede ödeme yapıyor. Hem bedensel hem zihinsel engeli olup en basit işlerini bile kendileri göremeyenler, tamamen bakıma muhtaç olanlar 3. kademe oluyor. Onlara 600 avro veriyor devlet aylık. Engel daha hafifse, kişinin eli ayağı tutuyor, biraz iş görebiliyorsa 2. kademe oluyor, 400 avro veriyorlar bunlar için. Hakan da böyle. Daha iyiyse, hafif bir engeli varsa onlara da 200 avro veriyorlar."
"Kimse sana kanunları aktarmıyor"
Ama diye ekliyor İbrahim bey: "Kanunları bilirsen kolaylık sağlıyorlar burada ve görüştüğün devlet dairesinde vs. kimse sana kanunları anlatmıyor, kendin öğrenmen lazım bir şekilde."
Songül Hanım ekliyor: "Burada kendin sormasını bilmen lazım, yoksa çok ezilirsin. Mesela biz banyoyu Hakan için yeniden yaptırdık, meğerse devlet bunu karşılıyormuş. Bilmiyorduk, kendimiz ödedik. Ayrıca çocuğa bakan kişiye aylık maaş bağlayıp, emekli ediyorlar, yılda 4 hafta da senin yerine bir bakıcı göndererek seni izne çıkarıyorlar. Şimdi yararlanıyoruz bundan, yani ben çalışmış gibi emekli oluyorum. Bunu bilmek lazım mesela. Ben şimdi 15 yıl çalışmış gibi oluyorum. Burada kuralları bilirsen iyi yaşıyorsun ama kimse sana söylemiyor."
İbrahim Bey söze giriyor: "Burada Umut Derneği'nin bize çok yardımı oldu. Göçmenlere danışmanlık hizmeti sunan bu dernekte bize haklarımızı, nereye gidip ne talep etmemiz gerektiğini anlattılar, hatta sorun yaşadığımız zamanlarda dilekçe yazdılar bizim için. Dernek bilgilendirici seminerler düzenliyor, haftalık toplantılar oluyor, onlara katılıyoruz"dedi ve ekledi: "Yabancılar çok içlerine kapanıyorlar burada. Haklarını aramıyorlar. Derneğin çok yararı oluyor bu konuda çünkü devlet ve okul da ayrımcılık yapıyor, haklarımızı kullanmamıza izin vermiyorlar."
"Haklarımızı bilmesek..."
Hakan'ın sadece engelli çocukların eğitim gördüğü bir okula gittiğini ve çocukları okula götürmek için eve ücretsiz servis gönderildiğini söyleyen İbrahim Bey devam ediyor: "Bir ara Hakan için otobüs göndermediler. Hakan okulda çok konuşuyor diye öğretmenler rahatsız olmuş ve onu okuldan attılar. 2-3 ay okula gitmedi. Haklarımızı bilmesek çocuk evde kalacaktı. Umut Derneği, bizim adımıza yaptıklarının kanunlara aykırı olduğunu anlatan bir yazı yazdı. Uğraştılar, sağ olsunlar ve Hakan'ı okula geri aldırdık. Yani Umut Derneği engelli haklarımızı kullanabilmemiz için bizi yönlendirdi."
Songül Hanım ekliyor burada: Okulda istiyorlar ki daha çok özürlü olsun, konuşmasın, yürümesin de onlar-öğretmenleri- rahat etsin. Biz biliyoruz herkesin okula gitme hakkı var, ve bu çocuk belli ki özürlü, tabi ki normal biri gibi hareket etmeyecek. Biz de araştırdık ve kazandık. Doktora gittik defalarca, rapor verdi okula gidebilir diye. Hakan'ı iki kere okuldan attılar, sonra hakkımızı arayınca geri almak zorunda kaldılar. Şimdi okula gidiyor ama endişeleniyorum kötü davranıyorlar mı diye. Çünkü Hakan hiçbir şey söylemez, bu huyu kötü."
23 yaşında, eşi ve iki çocuğu ile birlikte anne-babasının evinde yaşayan ağabey o arada işten geliyor ve tamamen Türkçe konuşan Songül Hanım ve İbrahim Bey'den farklı olarak biraz Türkçe çoğunlukla Almanca anlatıyor: Hakan'ın aldığı eğitim kötü. Neden okulda ne kadar öğrenebileceğini saptayıp ona göre öğretmiyorlar?Alfabe öğretmiyorlar mesela. Öğretseler Hakan bunları öğrenebilir. Biz öğretiyoruz biraz, kendi kendine öğreniyor, anlayabiliyor. Okulda 8-9 saat zaman geçiriyor günde ama verimsiz. Okulda resim boyuyorlar sürekli. Günlük hayatta işine yarayacak şeyler, normal okula yakın şeyleri yavaş yavaş öğretebilirler. Ayrıca Hakan'ın sınıfında 6 öğrenci 3 öğretmen var. Öğretmen sayısı yeterli aslında. Ama çok farklı çocukları bir araya koyup aynı şeyleri yaptırıyorlar. Mesela Hakan'dan çok daha kötü durumda olan, koltukta oturamayan, Hakan'dan daha iyi nerdeyse normale yakın kişiler aynı sınıfta. Bir sürü öğretmen var, bunlar ne yapıyor anlamıyorum, özel olarak durumuna göre ilgilenmeliler. Hakan'a öğretirlerse basit şeyleri öğrenebilir."
Vatandaşlık sorunu
Hakan'ın okulunun sadece Türkler'in gittiği bir okul olup olmadığını sorduğumuzda anne cevap veriyor: Okulda Türk Alman karışık ama Hakan'ın Türk okulunda okumasını isterim. Türk öğretmenler ilgilensin onunla isterim. Türkler daha yakın, daha sıcak. Dernekte de öyle. Orada herkes Hakan'ı çok seviyor, ilgileniyor. Aslında Türkiye daha iyi. Burası geriye gidiyor, Türkiye ileriye." İbrahim bey de eşine katılıyor ve ekliyor: Tıpta mesela Türkiye'de bilgi daha çok, burada alet üzerinden gidiyor. Türkiye'de daha bilgili doktorlar var ama sağlık sisteminde bir düzen yok"
Vatandaşlık durumundan söz açılınca İbrahim Bey kendisinin ve eşinin Türk vatandaşı olduğunu, ama çocuklarının 18'ine girdiklerinde Alman veya Türk vatandaşlığını seçmek zorunda kaldıklarını ve Alman vatandaşı olduklarını söylüyor ve ekliyor: "Hakan bu sene 18 yaşında oldu, onu da Alman vatandaşı yapacağız, onunla ilgili işleri yapabilmek için de velayetini üstümüze alacağız."
"İnsanlar anlamıyor"
Hakan'ın durumunu kendilerinin, aile ve yakın çevrenin nasıl değerlendirdiğini sorduğumuzda Songül Hanım bunun kader olup olmadığı konusunda düşünmekten vazgeçtiğini söylüyor ve ekliyor: "Ben ve babası kabullendik çoktan ama bu yetmiyor. Akrabalarda, yakın çevrede bile insanlar hala Hakan'ı yadırgıyor, neden yanlış söylüyor, neden böyle konuştu vs diyorlar. Diyorum özürlü. İnsanlar anlamıyorlar, iyi olsa böyle oturup kalır mı? Kabullenmiyorlar." Hakan'ın rahatça yürüyebildiğini, ancak yalnız bir yere gönderemediklerini belirten Songül Hanım: "Yürümeyenler değişik sorun, yürüyenler başka sorun. Gezmeyi seviyor, Allah'a şükür eli ayağı tutuyor, ama onun da sorunu değişik oluyor. Hiçkimse çekmiyor, İbrahim'le ikimiz çekiyoruz."
Hakan'ın geleceğinden bahsedince İbrahim Bey devam ettiği okulun bu sene biteceğini, seneye de meslek eğitimine başlayacağını söylüyor ve ekliyor: "Bu eğitim ömür boyu sürecek. Bazı engelli kişiler bir süre meslek eğitimi gördükten sonra bazı basit işlerde çalışabiliyormuş, Hakan bunun için uygun görülmedi. Yani çalışamayacak ve Hakan'ın bakıma ihtiyacı olacak her zaman. Gelecekte de ya devlet bakacak ona, ya da kardeşleri. Biz bir yaşa kadar bakabiliriz, şimdilik vücudumuz kaldırıyor ama yaşlandıkça zor olabilir. Çocuklara da güvenemiyoruz, onların da kendi problemleri, çocukları var." Songül Hanım da yineliyor: "Gücümüz yettiği kadar, en iyi şekilde bakacağız. Sonrasını ileride düşüneceğiz."
Röportajı burada bitiriyor ve birer kahve daha içtikten sonra İbrahim Bey ve Songül Hanım'a bize ayırdıkları zaman ve gösterdikleri misafirperverlik için teşekkür ederek evlerinden ayrılıyoruz.
Paralel toplumlar
Röportajı kısaca değerlendirecek olursak, Songül Hanım ve İbrahim Bey'in konuşma esnasında en çok vurguladıkları ve tekrarladıkları konu kimsenin onlara haklarını söylemiyor olması ve bunu ayrımcılığa uğradıkları şeklinde yorumluyorlar. Almanya'da Türk olmak, Almanlar tarafından genellikle belli bir önyargının ardından sizinle iletişim kurulması anlamına gelse de, Almanya'da yaşayan Türklerin haklarını kullanamamaları ayrımcılıktan daha fazla sistem ve kültür farkıyla açıklanabilir gibi görünüyor. Hemen her şeyin bürokrasi, dilekçe ve kurallar üzerinden yürüdüğü, kuralların araç olmaktan çıkıp amaca dönüştüğü Almanya'da sıradan bir Alman, birinin gelip kendisine kuralları ve haklarını öğretmesini veya bunları birilerinden duyarak öğrenmeyi beklemiyor.
Türkler çevresindekilerle iletişim kurarak öğrenmeyi tercih eder ve beklerken, Almanlar yazılı metin veya kurallardan öğrenmeyi tercih ediyor, böyle öğrendikleri için kendilerini bu şekilde güvende hissediyorlar. Mesela Türkiye'de bir otobüsün veya trenin ne zaman geleceğini durakta sormak yaygınken, Almanya'da herkes elindeki veya durakta yazılı olan zaman çizelgesini kullanıyor. Bu durum hem zaman çizelgesinin, çok ender durumlar dışında ve Türkiye'den farklı olarak, her zaman doğru olması- bu yazılı kuralların her zaman uygulanabilir olması şeklinde de uyarlanabilir- hem de çocukluktan başlayarak kişiye öğretilen "kendi işini kendin yap" kültürü ile açıklanabilir.
Ancak, bu kültür ve sistem farklılığı açıklaması elbette ki Songül Hanım ve İbrahim Bey'in ayrımcılığa uğradıkları ve haklarının özellikle kendilerinden saklandığı düşüncelerini daha az önemli kılmıyor. Yaşantılarının büyük kısmını Almanya'da geçirmelerine rağmen burada yabancı hissetmeleri ve vatanlarının Türkiye olduğunu söylemeleri, Türkiye'ye yılda 1-2 kez kısa bir süre için gitmelerine ve belki de Türkiye'deki yaşam ve sistem hakkında çok da fazla fikirleri olmamasına rağmen Türkiye'nin 'başka' olduğu ve pek çok şeyin Türkiye'de daha iyi olduğu düşüncesinin Almanya'da yaşayan Türk göçmenlerin büyük çoğunluğu tarafından benimsenmesi tesadüf olmamalı.
Bu durum Almanya'da sokak dilinde yaygın olarak kullanılan paralel toplumlar (paralel gescellschaft) terimini akla getiriyor. Çok yakın ama birbirlerine hiç değmeden yaşayan, kültürel anlamda tamamen birbirinden farklı hayatları tanımlamak için kullanılan bu terim, uzun yıllardır Almanya'da yaşamasına rağmen hiç Almanca bilmeyen, Almanlarla hiç iletişim kurmayan, dolayısıyla doğal kültür alış-verişi akımını tamamen engelleyerek yaşamını sürdüren birçok Türk göçmenin yaşantısını oldukça iyi tanımlıyor.
Milliyetçi tepkinin karşı bir milliyetçi etki sonucunda yükselmesi gibi Almanya'daki yasalardan çok sokaktaki dışlayıcı tavır, Almanya'daki Türkler'i daha dışa kapalı ve Almanya'daki yaşamdan memnuniyetsiz bir hale getirirken Türkiye'yi ve oradaki hayatı idealize etmelerine sebep olmuş gibi görünüyor. Devletten aldıkları finansal yardım, engelli kişiye bakan aile bireyine maaş bağlanması, evde engelli kişinin kullanımına elverişli düzenlemeler yapmak için gerekli masrafın devlet tarafından karşılaması vb imkanlara sahip olmalarına rağmen Songül Hanım'ın yine de Hakan'ın Türkiye'de daha iyi bakılacağını düşünmesi ve Türk okullarında okumasını istediğini söylemesi tüm bunlara bir örnek oluşturabilir.
Diğer yandan Hakan'ın çok konuşuyor gibi çok anlamsız bir gerekçeyle okuldan atılması, eve servis gönderilmemesi ve ailenin bunun için mücadele etmek zorunda kalması, sebep ne olursa olsun - ailenin söz ettiği gibi Hakan'ın çok konuşuyor olması, Türk olması veya başka bir sebep- Almanya'da engelliler için gelişmiş düzeyde sosyal haklar olmasına rağmen, pratikte sorunlar olduğunu gösteriyor. Bunun yanında Hakan'ın engelli olduğunun geniş aile ve yakın çevre tarafından kabul edilmemesi ve neden normal davranmıyor gibi sorular sorulması Hakan'ın hayatını zorlaştıranın ailenin bahsettiği gibi sevgi göstermeyen Alman öğretmenlere ek olarak yakın- Türk- çevre olduğunu da ortaya koyuyor.
Sonuç olarak görüştüğümüz ailenin konuşma esnasındaki tepkilerinin Almanya'daki Türk göçmenlerin Türkiye ve Almanya'ya bakış açılarını büyük ölçüde yansıttığı söylenebilir, ancak çeşitlilik de yüksek olduğundan çok net genellemeler yapmak zor. Çok net olan şey şu ki özellikle yakın çevre tarafından engelin tabu olarak görülmesi, yetersiz sosyal haklar veya bunların kullanımının herhangi bir sebeple elverişsizleşmesi engelli kişi için hayati sorun oluşturabiliyor. Bu sorun devlet ve engelli kişinin çevresinin işbirliğiyle çözülmeli, engelli kişi hangi vatandaşlığa mensup olursa olsun, hangi ülkede yaşıyor olursa olsun... (EG/TK)
* Bu röportaja Emrah Günen katkıda bulundu.