BİA (Ankara) - Alman vakıflarına yönelik casusluk iddiaları üzerine açılan davanın ilk duruşmasında sanıklar suçlamaları reddetti.
Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) görülen duruşmaya 11 sanık katıldı. Davada, 8'i Alman toplam 15 sanık hakkında, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) "Devletin emniyetine karşı gizli anlaşma" başlığını taşıyan 171. maddesine göre, 8'er yıldan 15'er yıla kadar ağır hapis isteniyor.
İddianameye karşı diyecekleri sorulan sanıkların tümü, birbirlerini tanımadıklarını, ve "gizli ittifak" suçlamasını kabul etmediklerini, bütün eylemlerini kamu oyunun bilgisi dahilinde gerçekleştirdiklerini söylediler.
Duruşmayı 30 Ocak 2003'e erteleyen mahkeme, sanıkların, talepleri olmamasına karşın duruşmadan vareste tutulmasını kararlaştırdı.
"Yargılama yapılmadan beraat" istemi
Sabah yapılan ilk oturum sonunda mahkeme, savunma avukatlarının "DGM'lerin Anayasa aykırılığı iddiasını; tarihi bir dava olması nedeniyle mahkemenin kamerayla izlenmesi, avukatların Avukatlık Yasası'na göre Adalet Bakanlığı'ndan izin alınarak yargılanması ve mevcut delil durumu nedeniyle yargılama yapılmadan beraat talebini" reddetti.
Bergamalı köylülerin avukatı ve davanın sanıklarından Senih Özay, "Ben burada birçok kişinin avukatıyım. Bu nedenle sorgumu verdikten sonra yeniden avukatlığıma devam etmek istiyorum" dedi. Ancak mahkeme başkanı Orhan Karadeniz, Özay'ın bu talebini de kabul etmedi.
100'ü aşkın avukat savunmada
Geçtiğimiz hafta uğradığı silahlı saldırıda yaşamını yitiren Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Necip Hablemitoğlu'nun "Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası" adlı kitabının delil olarak iddianamesinde yer aldığı davaya 150'ye yakın savunma avukatı katıldı. Mahkeme başkanı Orhan Karadeniz, Alman sanıkların iki tercüman aracılığıyla ifadelerinin alımını kararlaştırdı.
Duruşmayı, Alman büyükelçiliği ile Ankara'daki bazı elçilikler müsteşarlık düzeyinde izliyorlar. Sivil toplum kuruluşlarından Açık Toplum Enstitüsü, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Avrupa Birliği (AB) Türkiye Temsilciliği'nden Sema Kılıçer, Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Ionna Kuçuradi de duruşmaya katıldı. Duruşmaya yerli ve yabancı basın da yoğun ilgi gösterdi.
11 sanık duruşmada
Ankara 1 Nolu DGM'deki davanın ilk duruşmasında Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilcisi Wulf Schönbohm ve yardımcısı Dirk Tröndle, Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Fügen Fatma Uğur, Frederich Ebert Vakfı Türkiye Temsilcisi Hans Schumaher, Şarkiyat Enstitüsü Başkanı Claus Schönig ve yardımcıları Astrid Menz ve Börte Sagaster, FİAN (Foodfirst Information Action Network-Önce Gıda Bilgi ve Eylem Ağı) örgütü Başkanı Petra Sauerland, eski İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman, Bergama köylülerini temsil eden Oktay Konyar ve İzmir Barosu avukatlarından Senih Özay hazır bulundu.
Frederich Neumann Vakfı Türkiye Temsilcisi Wolfgang Sachsenröder, FİAN temsilcisi Birsel Lemke, eski Bergama Belediye Başkanı Safa Taşkın, Lemke ve Konyar'la bağlantılı çalıştığı bildirilen Özcan Durmaz ise duruşmaya katılmadı.
İfadelerden önce iddianame tartışıldı
Mahkemede, avukatların söylediğine göre ilk kez, ifadeler verilmeden iddianame tartışıldı.
Fikret İlkiz, Ergin Cinmen ve Mehmet Uçum'un da aralarında bulunduğu bir grup avukat, öncelikle Türk hukuk sisteminde iddianamenin reddi gibi temel bir hukuk hakkı olmadığı için derhal beraat talebinde bulundu.
Avukatlar ayrıca, "Avukatlık Yasası'na göre, avukatların yargılanması Adalet Bakanlığı'ndan izin alınarak yapılması gerektiğinden, burada avukatların yargılanmasının hukuka ve avukatlık yasasına aykırı olduğunu" ve "bu çerçevede DGM'lerin Anayasa'ya aykırılığını" iddia ettiler.
Sanıklardan Senih Özay, 1537 sayfalık "Ben Neyim, Biz Neyiz, Casus mu?" adlı ciltlettiği bir metni mahkemeye sundu.
Neden bu iddianameyi reddediyorlar?
İddianame, bir gizli ittifak anlayışından yola çıkarak TCK'nın 171. maddesine göre sanıklara karşı "açık ajanlık" suçlamasında bulunuyor.
Avukatlardan sonra söz alan Yücel Sayman, uzun bir konuşma yaptı. Savunmasını bin 800 avukatın üstlendiğini belirten Sayman, "Ben bu davada neden yargılanıyorum?" diye sordu.
Nuh Mete Yüksel'in iddianamelerindeki kurgu
Sayman, Öğrencilerinin, avukatlarının ve yakın çevresinin artık kendisiyle yarı şaka, yarı ciddi "Sen ajan mısın?" diye konuşmaya başladığını ve bunun ciddi olarak kişilik haklarını ihlal ettiğini söyledi.
"Gizli ittifak" suçlamasının gerçekleşebilmesi için kişilerin birbirlerini öncelikle tanımaları gerektiğini anlatan Sayman, "oysa birlikte yargılandığı Almanların kendisine İngilizce olarak 'Siz kimsiniz, neden yargılanıyorsunuz?' diye sorduğunu belirtti ve gizli ittifak kurduğu iddia edilen sanıkların bir bölümüyle ilk kez duruşmada karşılaştığını söyledi.
Sayman, Davanın iddianamesinin Nuh Mete Yüksel'in daha önce hazırladığı iddianamelerdeki kurgusuna benzer bir kurgu taşıdığını söyledi, "Neden yargılandığımın cevabını, iddianameyi ve Nuh Mete Yüksel'in diğer iddianamelerini okuduktan sonra buldum" dedi.
"Delilleri görmek istiyorum"
Davaya gerekçe olan suçlamaların delillerini görmek istediğini belirten Sayman, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Alman devleti Türkiye'de casusluk faaliyetleri yapıyor, biz de bu rejimi yıkmak ve bölmeyi hedefliyoruz. Bu gizli ittifak davasının omurgasını oluşturuyor ve ben bunun delillerini görmek istiyorum. Benim casus olmamın delili nedir, soruyorum. Kişilik haklarımın ihlali şu anda bile devam ediyor. İstanbul Barosu olarak Heinrich Böll Vakfı ile birlikte yaptığımız bütün çalışmalara yönetim kurulu ile birlikte karar verdik. Peki, diğer yönetim kurulu üyeleri neredeler? İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi'nin yüzden fazla üyesi var. Onlar da burada yoklar. Ve, iddianamede aktarılan toplantıların hiçbirisinde benim konuşma yaptığıma dair, ya da yaptığım konuşmalardan tek bir alıntı yok. Yani, ben iddianamede sessiz bir adamım. Gizli ittifakı susarak mı kurmuşum?"
"İddianame TCK 159'luk"
Sayman, iddianamedeki pek çok konunun Danıştay ve Parlamento kararlarıyla ilgili alıntılarla aslında "Anayasa kuruluşlarını ve kamu şahsiyetlerini tahkir, kanunlara ve Büyük Millet Meclisi kararlarına sövme" suçlarını düzenleyen TCK'nin 159. maddesini ihlal; Parlamento'nun manevi şahsiyetini rencide ettiğini savundu ve "Bu yüzden derhal yargılama faaliyetinin dışına çıkartılmamı istiyorum" dedi.
Bergamalı köylülerin sözcüsü, davanın sanıklarından Oktay Kaynar ise, savunmasında, "Ben DGM'lere karşıyım. Ama biz, bir mücadele verdik ve bu mücadelenin kaydının DGM'de de düşülmesinden memnunum" diye konuştu. (NM/BB)
Alman Vakıfları Davası: Suçlama Reddedildi
Sevda Alankuş ile “Ege’nin iki yakasından 32 kadın gazeteciyle görüşmeler” üzerine
![Sevda Alankuş ile “Ege’nin iki yakasından 32 kadın gazeteciyle görüşmeler” üzerine](https://static.bianet.org/list-haber/2025/01/09/sevda-alankus-ile-egenin-iki-yakasindan-32-kadin-gazeteciyle-gorusmeler-uzerine-soylesi-1.jpg)
Yazarımız ve arkadaşım Doğan Keskin için
![Yazarımız ve arkadaşım Doğan Keskin için](https://static.bianet.org/system/uploads/1/articles/spot_image/000/281/586/original/dogan-keskin-1.png)
DEFNE SUMAN'LA SÖYLEŞİ
Yükler, suçlar, kötülükler Kahvaltı Sofrası'nda
![Yükler, suçlar, kötülükler Kahvaltı Sofrası'nda](https://static.bianet.org/system/uploads/1/articles/spot_image/000/257/151/original/image002.jpg)
NADİRE MATER'DEN
Arkadaşım Tansel Emanet-Tüzel
![Arkadaşım Tansel Emanet-Tüzel](https://static.bianet.org/system/uploads/1/articles/spot_image/000/255/096/original/tansel1020.jpg)
ÖLÜYE SAYGI VE ADALET PANELLERİ IV/ NADİRE MATER
Ölüm ve ölüyle ilgili haberler nasıl yapılmalı?
![Ölüm ve ölüyle ilgili haberler nasıl yapılmalı?](https://static.bianet.org/system/uploads/1/articles/spot_image/000/251/935/original/nm1020.jpg)
Değişen gerçeklik ve ben-odaklı benliklerimiz
![Değişen gerçeklik ve ben-odaklı benliklerimiz](https://static.bianet.org/yazi/2025/02/07/degisen-gerceklik-ve-ben-odakli-benliklerimiz.webp)
Artık sadece televizyonu açıp yaratılan bir gerçekliğin içine girerek “verilen” gerçeklikten kaçmıyoruz, sanal ortamda yarattığımız personalarla kendi “yeni” gerçekliklerimizi oluşturuyoruz. İzleyici koltuğundan oyuncu koltuğuna geçiş yaptık çoktan. Sanal dünya artık çevrimdışı dünyada var olamayanların dünyası değil, herkes her iki dünyada da var olmak zorunda çünkü benlikler de gerçeklikler de iç içe geçmiş durumda.
Var olmanın dayanılmaz ağırlığı: “Yapabilme” zorunluluğu
Sanal dünya, özellikle post-modern dijital çağda, insanın toplum içinde var olabilmesinin ana koşulu olan “yapabilme”sine olanak sağlar. İnsan, yapabildikleri kadar vardır. Ne kadar çok yapabiliyorsa o kadar değerlidir. Yaptığının ne olduğu veya niteliği, hangi grup içerisinde var olmaya çalıştığına veya değer görmeye çalıştığına göre değişir. Bu durum muhafazakar ve dini çevrelerde var olmak isteyen biri için kandil veya dua paylaşımları iken, muhalif bir çevrede değer görmek isteyen biri için hükümet karşıtı paylaşımlar olabilir.
Kısacası, içeriğinden ve niteliğinden bağımsız olarak her birimizin yaptığı benliğimizin tekrar üretimidir. Ancak, tüm bu yeniden üretimlerde benliği geliştirme veya değiştirme amacı yoktur. Tek amaç, diğerlerine ne kadar yapabildiğini göstermektir. Mesleklerin kimlik haline gelmesi, görüşlerin benliğin tamamını kaplaması da bu yüzdendir. Benlik meslek üzerinden sürekli yeniden üretildiğinde başka bir kimlik oluşumunun da önüne geçer. Bu durum ilk bakışta normal veya olması gereken gibi görünebilir. Ancak, insanın tek bir kimliği yoktur, benlik birçok kimliğin bir araya gelerek oluşturduğu bir olgudur ve hayat boyu (hatta günlük yaşam içerisinde) sürekli kimlikler arasında geçiş yapılır. Bir insanın kadın, anne, eş, arkadaş, mühendis gibi birçok farklı kimliği vardır.
Tajfel sosyal kimliğin (bu yazıdaki anlamıyla ise kimliğin), benliğin bir parçası olduğunu söyler ve sosyal kimliğin ait olunan grup veya gruplara ilişkin bilgimizden, buna yüklediğimiz değerden kaynaklandığını belirtir. Teknolojik, kültürel ve ekonomik olarak dünyanın geldiği noktada gerçekliği (ve benliği) yeniden yaratmak için sınırsız imkanlarımız var. En basit hali ile, sosyal medyada oluşturduğumuz bir kimliği çevrimdışı dünyada oluşturmak ne kadar mümkün? Yüzbinlerce takipçisi olan bir hesabınız olduğunda tek bir paylaşımınızı anında on binlerce insan görür, yorum yapar, beğenir veya yeniden paylaşır. Aynı büyüklükte bir kitleye çevrimdışı dünyada ulaşabilmeniz için stadyum konseri veren bir Rock yıldızı olmanız gerekir. Bunun olasılığı (veya bu şansa/koşullara sahip olma ihtimali) kim bilir kaç milyonda birdir…
Dijital çağ, bilginin dolaşımını ve ulaşılabilirliğini, insanların seslerini ve taleplerini duyurabilmelerini gözle görülür biçimde kolaylaştırdı. Bu yadsınamaz bir gerçek. Evinin odasında beste yapan birinin “keşfedilebilmesini” de sağladı, dünyanın bir ucunda haksızlığa uğrayanın adalet talebini görünür kılmasını da. Ancak, bu çağın buzdağının altına sakladığı gerçeklik bunun çok daha ötesinde. Var olabilmenin tek koşulu herhangi bir şeyi, herhangi bir şekilde yapmak olunca linç kültürünün, iftiraların, yalanların ve tüm bu personaların ortaya çıkması elbette kaçınılmaz. Çünkü, bu 'yapma' zorunluluğu beraberinde ben-odaklılığı getirir. BEN yaptım ve BEN varım. “Ben”in neye veya kime rağmen oluştuğunun ise bir önemi kalmaz.
Tüketen 'ben'
Ben-odaklı benlik ile kapitalizm arasında yakın bir ilişki vardır, hatta korelasyonel ilişki diyebiliriz buna. Neden-sonuç ilişkisi kurmak şu an pek mümkün olmasa da ben-odaklı kimliğin kapitalizmin işine geldiği ortadadır. Çok basit bir mantıkla, kapitalizmin, can damarı olan tüketim toplumunu devam ettirmek için “ihtiyaç” kavramını yeniden düzenlemesi gerekiyordu. Çünkü insanların yalnızca hayatta kalmak için ihtiyacı olanları tüketmesi pazar ekonomisini çökertir. Bu yüzden ihtiyaçlar ve istekler yeniden şekillendirildi, mutluluk ve huzur sahip olunanlarla (yani özel mülkiyetle) yeniden tanımlandı. Ne kadar değerli olduğumuz sahip olduklarımızla ölçülür hale geldi. Görene kadar ihtiyacı olduğunu bilmediği ürünlere sahip olabilmek için borçlanan toplumlar yaratıldı. Bu öyle bir incelikle yapıldı ki herkes kendi özgür iradesi ve isteği ile bu kararları verdiğine inandı. Böylece, yepyeni bir tüketim kültürü oluşmuş oldu.
Peki, ben-odaklı benliğin tüketim kültürüne katkısı ne? Tüketim kültürünün yarattığı yegâne şey sahip olunanlara atfedilen değerdir. Yani, “ben”im sahip olduklarım. “Ben”i merkeze almayan bir anlayış kapitalizmin arzuladığı insan tipini oluşturamaz. Çünkü toplumu veya insanlığı veya yaşamı merkeze alan kişi, o ürünün üretiminde harcanan kaynakları, emek sömürüsünü, artı değeri veya dünyanın %1’i zenginken hala açlıktan ölen çocukları düşünür. Merkezde bunlar vardır.
Yönünü yitirmek
Ben-odaklı benliğin tek bir altın amacı vardır: Ne kadar çok yapabildiğini herkese göstermek. Ne kadar çok bildiğini, ne kadar yetenekli olduğunu, ne kadar duyarlı olduğunu veya ne kadar ideolojisine bağlı olduğunu. Çünkü tüm bunlar onun ne kadar değerli olduğunun ölçütüdür (Yazının başından hatırlayalım: Yapmak=Değerli Olmak). Bu durumda, sanal dünyadaki paylaşımlarda (video, metin, içerik vs.) tek önemli olan alınan reaksiyondur, niteliğin hiçbir önemi yoktur.
Tüm bunları düşününce “alkışlarla yaşıyorum” toplumunun oluşması kaçınılmaz değil mi? Veya benliğin yalnızca alkış alacak biçimde yeniden üretilmesi? Veya yönünü yitirmiş bir toplum... Sosyal medyadaki takipçi sayıları dijital dünyanın özel mülkiyetidir artık. Ancak, ben-odaklı benlik bunların yalnızca zilyedidir, malik ise her zaman kapitalist sistemin kendisidir.
(DAB/Mİ)