“İslam’da örtünmek şart değildir, hadislerle yola çıkmak yanlıştır, anlamadığınız bir dille dua etmenin faydası yoktur, kadının regl iken namaz kılması ve oruç tutması günah değildir, kadın erkek yan yana ibadet edebilir, kadınlar cuma, bayram ve cenaze namazlarını kılabilirler.”
Bu sözler, Müslümanlığı feminist bakış açısı ile ele alan ilk isim Konca Kuriş’e ait.
Kendisini “imanlı feminist” olarak tanıtan ve 1987 yılında Nakşibendi tarikatıyla tanıştıktan sonra "Sadece Kur'an" diyerek yoluna devam eden Kuriş, İslami feminizmi sesli dile getiren ilk isimdi.
Kuriş, 16 Temmuz 1998'de Mersin’deki evinin önünden gece yarısı eşi Orhan Kuriş etkisiz hale getirildikten sonra kaçırıldı. 555 gün sonra 23 Ocak 2000'de Konya'nın Meram ilçesinde Hizbullah'a ait ölüm evinin bodrumunda ölü bulundu.
Onun bıraktığı izi takip eden başkaca kadınlar bugün Müslüman Feminist kimlikleriyle var oluyor.
Gazeteci Nebiye Arı, kamerasını ve ses kayıt cihazını bu kadınlara çevirdi, kadınları dinledi, duydu. “Hem Müslüman Hem Feminist” belgeseli ile de bizlerin de duymasını sağladı.
Belgeselin fragmanından duyduğumuz, “Erkekler mi daha fazla kadına yükümlülük yüklüyor yoksa Allah mı?” “Bütün değişmeye rağmen erkeklerin söylemlerinin değişmediğini görüyoruz” “Allah verdi hocalar gasp etti. Biz gasp edilen haklarımızın peşindeyiz” cümleleri, oldukça merak uyandırıyor.
Project Zoom desteğiyle hayata geçirilen proje kapsamındaki belgeselin kadrosunda Necla Abide Ölçer, Mualla Gülnaz Kavuncu, Berrin Sönmez, Feyza Akınerdem, Selma Şirin, Rumeysa Çamdereli, Zeynep Uçar, Derya Çok, Ayşe Yıldırım, Bahar Kılınç, Sıla Türköne ve Rumeysa Nur Kara bulunuyor.
Belgeselin, ilk gösterimi 12 Aralık Cumartesi günü (bugün) 21.00'da online olarak gerçekleşecek.
Nebiye Arı ile belgeseli konuştuk.
Belgeselin adından başlayalım…Neden “Hem Müslüman Hem Feminist”?
“Hem Müslüman hem feminist olur mu?” bu sıkça dillendirilen bir soru. Sanki ikisi bir arada olmaz gib bir algı var. Ben de belgeselin ismini biraz da ironik olarak böyle bir şey koymak istedim.
Şunu sağladım aslında ironi yaparak, bu sorunun anlamsız olduğunu anlatmak istedim. Böyle şeylerle biraz da alay edince ya da sen kendin söyleyince o zaman değersiz bir şeye dönüşüyor. Onun için o ifadeyi kullanmak istedim. Yani orada olumsuz olarak kullanılan ifadeyi olumlu bir şeye çevirmeye çalıştım.
Ayrıca, başlarken, "Türkiye'de İslami Feminizm" demiştim bitince değişir mi değişmez mi emin değildim. Burada içerik olarak söz ediyorum. Bazı şeylerde sonuna gelene kadar tam olarak nasıl adlandıracağınıza dair bir fikriniz olmuyor.
En sonuna geldiğimde seçtiğim isim “Hem Müslüman Hem Feminist” oldu.
"Ben de o yoldan geçtim"
Peki nereden aklına geldi bu belgeseli çekmek?
Açıkçası bir yıldır belgeseli çekmek için uğraşıyorum. Başka başka yerlere başvurdum işte fon alabilmek için. Benim de geçmişimde kendime "Müslüman Feminist" dediğim bir dönem vardı. Şu an kendimi öyle kimlikle tanımlar mıyım bilmiyorum. Ama ben de o yoldan geçtim demek istiyorum.
Belgeselde konuştuğum birçok arkadaşı tanıyorum, uzaktan yakından. Beraber mücadele ettiğimiz insanlar...Türkiye'deki islami feminizm meselesine değinmek istedim. Bu hikâyeyi, bir şekilde dışarıdan değil de daha yakın bir gözle görmüş gözlemlemiş bir insanın anlatması gerektiğini düşündüm. Çünkü bu kadınların yaptığı değerli bir mücadele var. Ben de kendi alanları içerisinden anlattım.
Dinin ataerkil yorumuyla savaşan ve kendi mahallelerinde bu savaşı daha çok veren bir grup kadın var ve aslında sayıları giderek artıyor. Son yıllarda da herkes daha çok ilgili bu mesele ile. Bunun bir haber olduğunu düşündüm ve daha derinlikli işlenmesi gerektiğini düşündüm. Belgesel böyle ortaya çıktı.
"Belgeseli Konca Kuriş'e adadım"
Peki kaç kişiyle konuştunuz?
Toplamda 12 kadınla konuştum. Konca Kuriş’in teyzesi Abide Necla Ölçer var aralarında sadece kendisini Müslüman feminist olarak tanımlamayan. Müslüman aktivist olarak tanımlıyor.
Kadınlardan biri kendisine müslüman feminist demiyor ancak dışarıdan bu tanımlamanın yapılmasından rahatsız değil. Geriye kalan kadınların tamamı kendisini müslüman feminist olarak tanımlıyor.
Konca Kuriş, Müslüman feminist olduğunu söyleyen ilk kadın. Başka birini bilmediğimiz için ben onunla başlatmak istedim. Açıkçası onun hikâyesiyle ona duyduğum saygıdan dolayı ona adadım belgeseli.
"Müslüman feminist olmak zor"
Onla ilgili yapılmış bir belgesel var mı?
Türkiye’den yok. Yurtdışından gelenlerin yaptığı bir belgesel var, Konca Kuriş'le ilgili. Hatta bir kısım görüntüleri onlardan aldım ama onun dışında çok da bir şey yok.
Onunla başlatmak istedim. Ondan günümüze kadar nasıl bir yolculuk izlendiğini anlatmaya çalıştım belgeselde.
Berrin Sönmez ve Nebiye Arı söyleşiyor
Ne kadar zaman çalıştınız?
Yaklaşık bir sene düşündüm, 4,5 ay çekim yaptık. 10 - 12 kadının hepsi ile derinlemesine görüşmeler yapmadık. Dört farklı şehirde çekimler yaptık.
"Kuriş'ın öldürülmesi sessizleşmeye neden oldu"
Müslüman feminist olmak zor değil mi?
Müslüman feminist olmak zor iş... Türkiye'de olduğu için zor. Dünya genelinde var zaten. Türkiye’de çıkmış bir şey değil. Doksanlardan beri. İran'da, Malezya'da Amerika’da da farklı farklı bölgelerde kadınlar kendilerini Müslüman Feminist olarak tanımlıyor. Türkiye'de çok daha geç gelişen bir süreç.
Zaten belgeseldeki konuşmacılar da söylüyor. Bunun da bazı sebebileri var. Mesela Konca Kuriş… Mesela Berrin Sönmez belgeseldeki görüşmelerden biriydi. Berrin Sönmez, Konca Kuris'in öldürülmesinin Müslüman kadınların hatırasında ne kadar dehşet verici bir şey olduğunu ve onun yani o yaşanılanların bir trajediye sebep olduğunu ve onların Müslüman kadınların sessizleşmesine de sebep olduğunu söylüyor. Yine belgeselde Mualla Kavuncu da benzer şeyler söyledi.
"İlk kuşak, kadınların yolunu açtı"
Müslüman Feministlere dair nasıl bir tablo ile karşılaştınız?
Ben iki kuşağı ayırıyorum. 1990 - 2010 arası. Kendilerini çeşitli dergi çevrelerinde ifade ediyorlar. 2010’da Müslüman Feminist kadınların sayısı artmaya başlıyor. Onun için bu kuşaklar arasındaki farklılıklar da vardı. İlk dönemdeki kadınlar kendilerine çok rahat bir şekilde “Müslüman Feminist” demezken şimdiler bu tanımlamayı yapıyor.
İlk kuşak kadınlar, şimdiki kuşak kadınlar için bir yol açtı. Kadınlar belgeselde, toplum içerisinden nasıl algılandıkları bulunan asıl mücadele ettiklerinden bahsettiler.
Erkeklerin genelde dini yorumlaması üzerinden çok fazla şey anlattılar. Kadın tecrübelerinin kadın yorumlarının ne kadar önemli olduğunu anlattılar. Hayatlarının ne kadar kontrol edilmeye çalışıldığını anlattılar. Ve bununla nasıl mücadele ettiklerini daha çok anlattılar.
Pandemi belgesel çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Bizim çekimlerimiz çok etkilendi. Çok fazla yan yana zaman geçiremedik. Mesafeli buluşmalar oldu. Onun için bir kısım istediğimiz şey tam olarak gerçekleşmedi. Ama bir saat boyunca bu kadınları dinleyeceğiz, göreceğiz neler yaşadıklarını anlayacağız diye düşünüyorum. Umarım öyle olur.
Fragman yayınlandı, nasıl tepkiler aldınız?
Belgeselden minik parçalar yayınladığımızda garip tepkiler aldığımız oldu. “Müslüman Feminist olmaz” diyenler, büyük ihtimalle "Müslüman Feministlerin" sayısından çok çok daha fazla.
Yani "Müslüman Feminist" yazınca sosyal medyaya "olmaz" diyenlerin sayısı fazla. Aşırı bir karşı çıkış var. Savunanlardan daha çok karşı çıkanlar var. Öyle de bir gerçek var yani. Ama şöyle bir gerçek daha var. Gösterime katılmak için 500 kişilik bir alan var, sınır 500 kişi ve onun 400’ü aşkını doldu. 400’ü aşkın kişi gösterimi izlemek üzere başvurdu.O formlarda, yüzde 20 yani 120 kişi falan kendine "Müslüman Feministim "diye işaretlemiş mesela. Benim için de bu küçük küçük de olsa bir anket ve değerli de...Ben gidip bir yerlerde bunun araştırmasını, anketini yapmadım ama bu form bile durumu gösteriyor.
Sözünü ettiğiniz forma nasıl ulaşırız?
Youtube linkinin altında form var. Sosyal medya kanallarından da ulaşılabiliyor. Online gösterimde kimsenin nasıl tepki verdiğini anlayamayacağım bir şey oluyor ama gösteriminden sonra söyleşi de olacak ve söyleşide belgeselde konuşmacı olarak katılan arkadaşların da müsait olanları gelecek. Orada daha fazla soru cevap kısmına da olabilir. Yani orada yorumda yapabilir herkes bekleriz
Konca Kuriş...
İranlı Müslüman feminist ve antropolog Ziba Mir-Hüseyni şöyle diyor:
Ataerki ile İslam’ın kutsal metinleri ve ideallerini birbirinden ayırma ve İslam’ın eşitlikçi ve ahlaklı görüşlerini ifade etmesine müsaade etme istenci, her kesimden müslüman kadına, münasip tercihler yapacak gücü sağlayabilir. İşte İslami feminizm budur.
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden (2023-2027). İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Şubat 2025'den bu yana kadın haberleri editörü olarak çalışıyor.
Türkiye Psikiyatri Derneği: Çıplak arama işkencedir, kabul edilemez
Dernek, çıplak arama ve cinsel şiddet beyanlarına yönelik etkin bir soruşturma başlatılmaması durumunda, bu uygulamaların cezasızlık kültürünü pekiştirdiğini vurguladı.
Fotoğraf: Evrim Kepenek / 5 Nisan 2025 Cumartesi /bianet
Türkiye Psikiyatri Derneği, 19 Mart’tan bu yana anayasal hakları doğrultusunda katıldıkları eylemler nedeniyle gözaltına alınan kişilerin, gözaltı süreçlerinde kolluk kuvvetleri tarafından uygulanan "çıplak arama" ve cinsel şiddet iddialarına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Dernek, gözaltına alınanlara yönelik uygulanan çıplak arama ve cinsel şiddet içeren davranışların işkence olduğunu vurguladı.
Açıklamada, gözaltı ve tutuklama süreçlerinde kolluk kuvvetlerinin, kadınlar ve LGBTİ+ bireyler dahil olmak üzere, gözaltına alınan kişilere yönelik cinsel taciz ve saldırılara başvurduğu iddialarının kamuoyunda gündeme geldiği belirtildi.
Türkiye Psikiyatri Derneği, bu tür insan onuruna aykırı ve psikolojik iyileşmeye zarar veren uygulamaları kabul edilemez olarak nitelendirerek, bu uygulamaların işkence kapsamına girdiğini açıkladı.
Dernek açıklamasında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve uluslararası sözleşmelere göre, bireylerin demokratik haklarını kullanmaları gerekçe gösterilerek yapılan bu tür uygulamaların işkence olduğunu ve insanlığa karşı suç oluşturduğunu belirtti.
"Cezasızlık kültürünü pekiştiriyor"
Türk Ceza Kanunu’na göre, işkence suçlarının ağır hapis cezalarını gerektirdiği ve bu tür uygulamalara karışan sorumlular hakkında derhal cezai işlem yapılması gerektiği ifade edildi.
Ayrıca, açıklamada gözaltı süreçlerinde uygulanan çıplak arama uygulamalarının rutin hale geldiği ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün "ülkemizde çıplak arama söz konusu değildir" şeklindeki açıklamalarına karşı, birçok beyanın bu tür uygulamaların sistematik olduğunu gösterdiği vurgulandı. Türkiye Psikiyatri Derneği, çıplak arama ve cinsel şiddet beyanlarına yönelik etkin bir soruşturma başlatılmaması durumunda, bu uygulamaların cezasızlık kültürünü pekiştirdiğini vurguladı.
Dernek, "Çıplak arama" adı altında yapılan bu tür insan onuruna aykırı ve ruhsal sağlığı ciddi şekilde olumsuz etkileyen uygulamalara karşı kararlı bir duruş sergileyeceklerini belirterek, "İşkence ve kötü muameleye sıfır tolerans politikaları uygulanmadan, koruyucu tedbirler alınmadan, cinsel saldırı beyanlarına yönelik adli soruşturma başlatılmadan ruhsal iyileşme sağlanamaz" dedi.
"Sessiz kalmayacağız!"
Türkiye Psikiyatri Derneği, tüm beyanların etkili bir şekilde soruşturulmasını ve sorumlular hakkında cezai işlem yapılmasını talep ederek, çıplak arama ve cinsel şiddet gibi uygulamalara karşı sessiz kalmayacaklarını belirtti. Dernek, toplumsal olarak bu tür uygulamalara karşı durulması gerektiğini vurguladı ve insanların beden dokunulmazlığı ile ruhsal iyilik hallerinin korunması gerektiğini savundu.
"Gözaltına alınan kadınların beyanları kameralara yansımayan bir gerçeği de gösterdi. Polisler kadınları taciz etti, cinsel şiddet uyguladı, çıplak aramaya zorladı. Gözaltına alınanlara yönelik insanlık dışı uygulamalar söz konusu kadınlar olduğunda cinsel şiddete bürünüyor."
Saraçhane eylemlerinde gözaltına alındıktan sonra polisin çıplak aramasına, cinsel şiddetine ve tacizine maruz kalan kadınlar için ses çıkarmak üzere bir araya gelen feministler ortak bir açıklama yayınladı.
Açıklamada hem demokratik gerilemeye hem de kadın haklarına yönelik saldırılara dikkat çekildi.
Açıklamada, temel hakların sistematik şekilde hedef alındığı, hukukun keyfi biçimde işletildiği, seçilmiş temsilcilerin görevden alınarak yerine kayyım atandığı bir sürecin yaşandığı vurgulandı.
Feministler, "Geçtiğimiz haftalarda, Türkiye’de demokratik zeminin artık tamamen kaybolmuş olduğuna, tek adam rejiminin güç hırsının doruğa varmasına tanıklık ettik. 35 yıl önceki diplomanın keyfi iptalinden, seçilmiş belediye başkanını uyduruk gizli tanık iddialarıyla cezaevine göndermeye uzanan siyasi tablo hepimiz için temel haklara saldırı anlamına da geliyordu" dedi. Saraçhane’de ve birçok şehirde sokağa çıkarak bu gidişata karşı mücadele ettiklerini hatırlattı.
Açıklamada, feministlerin uzun yıllardır baskı, şiddet ve devlet müdahalelerine rağmen sokaklarda mücadele etmeye devam ettiklerinin altı çizilerek, "Sokaklara çıkmak, hayatlarımız ve haklarımız için mücadele etmek bizim için yeni değil" denildi.
Feminist hareketin Gezi Direnişi sonrası dönemde sokağı terk etmeyen nadir toplumsal hareketlerden biri olduğuna dikkat çekildi.
Tek adam rejiminin erkek düzenin kaçınılmaz sonu olduğunu biliyoruz Bugün yine sokaktayız çünkü biliyoruz ki temel hak ve özgürlükler olmadan birlikte yaşamanın yolu yok. Sokaktayız çünkü hukukun keyfi yorumlanmasının, yalnızca bir zümre için araçsallaştırılmasının ne demek olduğunu erkek yargı pratiklerinden biliyoruz. Sokaktayız çünkü tek adam rejiminin, erkek düzenin kaçınılmaz sonu olduğunu biliyor ve bu düzeni yıkmak için mücadele ediyoruz.
Tüm itirazlarımıza rağmen, bir gece yarısı bizleri şiddete karşı koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden kimseye hesap vermeden çıkmayı mümkün kılanın bu tek adam rejimi olduğunu unutmuyoruz.
Bu rejimin LGBTİ+’lara savaş açan, kendi ahlak anlayışını kanun haline getirmeye çalışan yasa tasarısını, kadınları hapsetmeye çalıştığı kutsal aileyi reddediyoruz.
Kayyuma karşı durmak feminist bir meseledir! Seçilmişlerin yerine halkın iradesini hiçe sayarak kayyum atamak da tek adamlığın gücünden geliyor. Çünkü bu ülkede sadece kendilerinin nasıl yaşayacağımızı söylemeye hakkı var! Yıllardır, özellikle Kürt illerindeki kayyumlar, bize tek adam rejiminin sonuçlarını ve kendi gibi olmayana karşı devletin yıkıcı şiddetini göstermenin yanı sıra kayyumlara karşı durmanın neden feminist bir mesele olduğunu da gösterdi.
Kayyumların özellikle Kürt illerine sürekli olarak atanmasıyla halkın iradesinin yok sayılması, bizlere yeniden bir hâkimiyet ve kontrol dayatmasını gösterirken kayyumların koşa koşa yaptıkları ilk işlerin kadınların haklarına saldırmak, kadınların faydalandığı hizmetleri ortadan kaldırmak olması ne tesadüf ne münferit.
Bugün adı ister kayyum olsun ister belediye başkanını görevden almak olsun, yaptıkları halkın iradesine darbe vurmak ve bu hukuksuzluğu norm haline getirmek.
Toplumu tek tipleştiren, kendi ahlak ve yaşam anlayışını dayatan bu erkek egemen, tekçi dayatmanın karşısındayız. Yaşadığımız ülkede oy vermenin bir demokratik yöntem olmaktan çıkmasının eşiğindeyiz. Polis şiddetinin, gözaltında cinsel şiddetin tanığıyız! Sokaklarda hakları için mücadele edenler keyfi biçimde gözaltına alındı, anayasal haklarını kullandıkları gerçeği hiçe sayılarak 301 kişi tutuklandı. Jet hızıyla, yani bir haftada, 139 kişi hakkında ceza istemiyle iddianame hazırlandı.
Daha birkaç hafta önce 8 Mart’ta, eylem sonrası dağılmakta olan bizleri nasıl hukuksuzca gözaltına alıp kötü muamele ve şiddet uyguladılarsa bu defa kameraların önünde şiddet uygulamaya çekinmediklerini gördük.
Gözaltına alınan kadınların beyanları kameralara yansımayan bir gerçeği de gösterdi. Polisler kadınları taciz etti, cinsel şiddet uyguladı, çıplak aramaya zorladı. Gözaltına alınanlara yönelik insanlık dışı uygulamalar söz konusu kadınlar olduğunda cinsel şiddete bürünüyor.
Biliyoruz çünkü ilk değil. Pervasızca bu şiddeti uyguluyorlar çünkü asla yargılanmayacaklarını biliyorlar. Devletin kendilerini koruduğunu biliyor ve kadınlara cinsel şiddet uygulamanın hakları olduğunu düşünüyorlar.
Erkeklerin hesap verdiği gün gelecek
Bizler, yıllardır erkeklerin uyguladığı şiddeti ifşa eden, faillerin cezalandırılması için mücadele eden ve devlete hiç yılmadan şiddeti önlemek sorumluluğunu hatırlatan feministler, elbette gözaltında yaşanan şiddetin takipçisiyiz.
Tacizci polislerin yargılanması için, bu şiddete göz yuman sistemin hesap vermesi için mücadelemiz sürecek. Şiddete uğrayan kadınların değil, şiddet uygulayan erkeklerin utandığı ve hesap verdiği o gün gelecek.
Mücadelemiz kadınları aşağılayanlarla değil yalnızca eşit ve adil bir dünyayı kurmaya kendinden başlayanlarla ortak!
Feminist olmak erkek egemenliği ile mücadele etmek demek. Tüm siyasi görüşlerin ötesinde, kadınların emeğini sömüren, kadınları aşağılayan, varlığı kadınlar üzerinde kurduğu egemenlikten ibaret patriyarka ve öznesi erkekler ile mücadele etmek demek.
Bunu yaparken farklı tahakküm biçimlerinin birbiriyle nasıl kesiştiğini, birbirine nasıl güç verdiğini görmek; bir milleti, ırkı diğerinden üstün, bir cinsi diğerinin hizmetkarı, bir sınıfı diğerinin kâr aracı kılan, dünyayı ezenler ve ezilenler diye ayıran sistemlere bütünlüklü biçimde karşı çıkmak demek.
Zaten “Kurtuluş yok tek başına” tam olarak bu demek. İşte bu nedenle alanlarda, sokaklarda mücadele ederken karşılaştığımız cinsiyetçi, ayrımcı, ırkçı, homofobik dile de kadınları araçsallaştırmadan siyaset yapmayı beceremeyenlere de sözümüz var.
Yaşasın feminist mücadelemiz
Bunca yıldır örgütlü bir biçimde sokaklarda olabilmemizin bir diğer nedeni, birbirini gözeten, kurtuluşumuzun birbirine bağlı olduğunu bilerek alanları herkes için güvenli tutan feminist yöntemimizdir.
Tecavüz tehdidi savurmadan siyasi eleştiri kurmayı beceremeyenlerle ortak gelecek kurma imkanımız yok. Kürtlerin, LGBTİ+ların eşit bir şekilde var olmaya, örgütlenmeye hakkı olmadığını düşünmenin bugün karşısında sokağa çıktığımız faşizmden ayrı kalır bir yanı yok.
Vakit sadece yan yana durmanın değil, “hep beraber” dediğimiz o kurtuluşun ancak ayrımcılıktan kurtularak mümkün olabileceğini de anlama zamanı. Mücadelemiz yalnızca eşit ve adil bir dünyayı kurmaya kendinden başlayanlarla ortak.
Biz feministler sokakları terk etmiyoruz, eşit özgür barış içinde yaşama hayalimizden vazgeçmiyoruz. Buradayız, direniyoruz. Yaşasın feminist mücadelemiz!