İsmail, 4. sınıfta bir veteriner fakültesi öğrencisi. Gerçek adı İsmail değil ancak hayvan özgürlüğü aktivisti olduğu için okuduğu üniversitede ciddi sorunlar yaşıyor. Hocalarının kendisini sınıfta bırakmak, diploma vermemek konusunda gözdağı verdiklerini söylüyor ve okulda daha fazla hedef olmak istemediği için ismini vermiyor. Eğitimde vicdani ret hakkının tanınmasını, veteriner hekim olmak ve hayvanları yaşatmak istiyor.
Dicle Ürünay, biyoloji mezunu ve moleküler biyoloji yüksek lisansı yapmış. “Yaşam bilimi” olarak okuduğu bölümde, “başka canlıların ölüleri üzerinden çalışmayı” reddetmiş. Mesleğini yapmıyor.
Burak Özgüner, hayvan sağlığı bölümü mezunu. Üniversitelerdeki uygulamalardan dolayı, eğitimini ilerletip veteriner hekim olmak istememiş. Üniversiteden sonra veteriner polikliniklerinde çalışmış ancak yaşadığı kötü deneyimlerden dolayı, iki senedir mesleğini yapmıyor.
Utku Deniz, matematik bölümünü bırakıp gıda mühendisliği okumaya başlamış. Gıda mühendisliğini seçme nedeni kapalı kapılar ardında neler döndüğünü öğrenmek ve buna karşılık hem eğitim hem endüstri kısmında hayvan odaklı ve etik çalışmalar yapmak.
Neşe Akbaş, Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. İletişim-tasarım doktorası yapıyor, türcülük ve temsil üzerine çalışıyor. Önümüzdeki dönem, tüm bölümlerden öğrencilerin katılımına açık "Hayvan Etiği ve Türcülük" dersi verecek.
Vegan bir yaşam sürdüren İsmail, Dicle, Burak, Utku, Neşe ve daha birçok hayvan özgürlüğü savunucusu, üniversitelerde hayvanların kesilip biçilmesine, öldürülmesine son vermek istiyor.
Bunun için de “Eğitimde Vicdani Ret” kampanyasını başlattılar.
TIKLAYIN - HAYVANLARI ÖLDÜRMEMEK İÇİN “EĞİTİMDE VİCDANİ RET” KAMPANYASI
“Derste kullanılacak hayvanı sokaktan alıp getiriyorlar”
Türkiye’de veteriner hekimlikten genetik mühendisliğine, biyolojiden kimyaya, birçok bölümde canlı hayvanlar kullanıyor; üzerlerinde deneyler yapılıyor, hayvanların nasıl öldürülecekleri öğrencilere gösteriliyor.
Öğrenciler, çoğu zaman hayvanın ders başlamadan üniversitenin etrafında gezinen sokak hayvanlarından seçildiğini anlatıyor.
İsmail bir örnek veriyor: “Sistosentez dersinde, gerektiğinde bir hayvandan nasıl idrar alınacağını öğrenmemiz gerekiyor. Hoca, öğrencilerden birine dışarıdan bir köpek getirmelerini söyledi. O an dışarı çıkıp, buldukları bir köpeği derse getirdiler. O köpek de benim her gün gördüğüm bir arkadaşımdı. İdrar yollarında bir sıkıntı olmamasına rağmen, kataterle köpeğin penisine girdiler. Köpek acı içinde bağırıyordu. Ben bakamadım, büyük bir travma yaşadım. Benim yaşadığım travma, onun yaşadığı acının yanında hiçbir şey değil. Ders bitiminde onunla vakit geçirdim, acısını paylaştım.”
“Tedavi etmek için önce hastalanmasını sağlıyorlar”
Aktivistler, tamamen sağlıklı hayvanlar üzerinde buna benzer uygulamaların yapılmasının işkence olduğunu söylüyor.
“Örneğin diyabet tedavisi için önce sağlıklı bir hayvanın diyabet olmasını sağlıyorlar, ardından tedaviyi uyguluyorlar. Bu çok korkunç. Bunun düzgün bir şekilde yapılması ise organizasyon gerektiriyor, ki hocalar genellikle bununla uğraşmıyor.”
“Bir derste 40 kişi ineğin rektumuna kolunu soktu”
Öğrencilerin vicdani ret hakkını kullanmak istediği bir diğer ders de suni tohumlama; yani ineğin rahmine boğanın spermlerinin bir çubuk aracılığıyla bırakılması.
Hayvan köleliğinin, deneylerin ve hayvanları sömüren tüm uygulamaların istisnasız bir şekilde yasaklanması gerektiğini savunan Burak Özgüner, sunî tohumlamayı tecavüz olarak tanımladıklarını belirtiyor. “Bu dersin gerekçesi, insanların hayvanları sömürülecek mal olarak görmesi ve bu sömürüde hayvanın ‘verimliliğinin’ arttırılması. Sunî tohumlama yapacak olan kişi, kolunun tamamını hayvanın rektumuna sokuyor. Bir uygulama dersinde mezbahaya gittik. 40 öğrenci sırayla, kesime sevk edilmiş bir ineğin rektumuna kolunu soktu. Hayvan kan revan içinde kaldı. Sonra da boğazı kesilerek öldürüldü; öğrenciler sunî tohumlama yöntemini öğrenecek diye katledilmeden önce hayvana işkence yapıldı.
“Ben hayvan sağlığı bölümüne, hayvanlara nasıl yararlı olabilirim diye gittim ama bana nasıl yaşatacağımı değil, nasıl hilelerle hayvanları daha çok sömürebileceğimi öğrettiler. Böyle bir eğitim sisteminden utanç duyuyorum.”
"Nasıl acı çektiğini öğrettikleri hayvanları denek yapıyorlar"
İsmail, fakültede bir taraftan hayvanların acı çeken hayvanlar olduğunu öğretip, diğer taraftan öğrencilere hayvanlara acı çektiren uygulamaları öğrettiklerini söylüyor.
“Derslerde bir taraftan hayvanların ve insanların aynı olduğunu, aynı sinir sistemi ve anatomiye sahip olduğunu gösteriyorlar. Diğer taraftan sömürülebilecek canlılar olduğunu düşünüyorlar ve vicdansızca denek olarak kullanıyorlar.
“Hocalar, ben bu uygulamayı vicdani olarak reddediyorum, dediğimde aşağılıyorlar. Uygulamayı yapmamaya devam edersem, dersten bırakmakla tehdit ediyorlar, ‘Diploma alamazsın’ diyorlar. Veterinerliği iyileştirmek olarak gören birkaç hoca var ama onlar da konuşmaya, tavır almaya çekiniyor.”
Dicle Ürünay araya giriyor, “Zaten bu kampanya bir taraftan çekinen insanlara ‘Biz bir şey başlattık, gelin birlikte daha güçlü olalım’ demek. Herkesin sesi yalnızken cılız çıkar.”
“Koyuna, ineğe değil, kedi ve köpeğe duyarlılar”
Peki diğer öğrencilerin bu konudaki tavrı ne? İsmail, öncelikle veterinerlik ve baytarlığın ayrılması gerektiğini, bunun akademik alanda da süregelen bir tartışma olduğunu anlatıyor ve ekliyor:
“Kedi, köpek konusunda duyarlı olan öğrenci sayısı daha çok. Ama konu inek, koyun, yani sömürünün merkezindeki hayvanlarsa, rahatsız olmuyorlar.”
“YÖK yönetmelik çıkartmalı”
Dicle Ürünay, “Hedefimiz YÖK’ün yönetmelik çıkartması ve tüm fakültelere göndermesi” diyor.
Burak Özgüner, yurtdışı örneklerinden bahsediyor:
“Norveç’te öğrenci bunu reddediyorsa, üniversite etik kurulu öğrenciye en uygun yöntemi araştırıp bulmakla yükümlü. Türkiye’de ise öğrenciler baskı görüyor.
“Aksaray Üniversitesi Türkiye’de bildiğimiz tek örnek. 2012’den beri PETA bağışı aracılığıyla, üniversitede yeni, alternatif yöntemler geliştirilmesi için çalışılıyor. Hayvan deneyleri yapılıyor ama eğitim amaçlı olarak hayvan katledilmiyor. Çok önemli bir örnek.”
“Yurtdışında kürsüler var, Türkiye’de baskılar”
Neşe Akbaş da “Yurtdışında son 5-10 senede hayvan çalışmaları alanında kürsüler ve yüksek lisans programları açılmaya başlandı. Ama Türkiye’de hala bununla ilgili ders bile yok” diyor. Kendisi önümüzdeki dönem “Hayvan etiği ve türcülük” dersi verecek.
“Türkiye’deki okulların söylemiyle, yurtdışındakilerin söylemi çok farklı. Türkiye’de eğitim tamamen insana odaklı. Hayvanı iyileştirmek ya da hayvanla ilgili bir kaygı üzerinden kurgulanan bir eğitim içeriği yok. Böyle bir üniversiteye giden öğrenci de ‘Benim mesleğim öldürmemi emrediyor’ diyebiliyor. Yurtdışında ise hayvanı korumak üzere Hipokrat yeminine benzer bir benzer yemin ediyorlar.”
Eğitim için alternatif yöntemler
* Birçok ülkede insanlar bir hayvanı kaybettiğinde, o hayvanı gömmek yerine üniversitelere bağışlıyor. Böyle bir sistem Türkiye’de yok. Kliniklerde ölen hayvanların çoğu çöpe atılıyor.
* İnsanlarda görülen rahatsızlıkların sadece yüzde 1,16’sı hayvanlarda görülüyor ve testlerin sadece yüzde 5 ila 25’i insana uygun sonuçlar veriyor. Aktivistler, “Penisilinin 200 sene gecikmesinin sebebi, tavşanları öldürüyor olmasıydı” diyor. Yani yüzde 100 sonuç vermediği ispatlanmış bu deneyler yerine kök hücre gibi yöntemlere başvurulabilir.
* Bürokratik düzenlemeler de hayvan deneylerini şart koşuyor. Bu düzenlemeler Avrupa’da elden geçirilmeye başlandı.
* Simülasyonlar, bilgisayar programları ve maketlerle de bu iş yapılabilir. İtalya, tüm dünyada eğitimde vicdani ret hakkını tanıyan ilk ülke ve bu kararın hemen ardından PVC fareler üretmişler. (ÇT)