Her ayın ikinci çarşambası düzenlenecek olan BİA Çarşamba Buluşmaları’nda medyanın izleyicileri ve okuyucuları olan medya dışından seslerle buluşuyoruz. Bu buluşmalar ile Türkiye medyası ve haberciliğimize dair kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz bir ortam, bir düşünce ve konuşma alanı oluşturmak istiyoruz.
İlk BİA Çarşambası’nda, feminist yazar Aksu Bora ile buluştuk. bianet'in Beyoğlu'ndaki binasında gerçekleştirdiğimiz BİA Çarşambası'nda, Türkiye medyasını ve medyanın dönüşümünü farklı alanlardan isimlerle her ay konuşmaya devam edeceğiz.
Çarşamba Buluşmaları’nın sunuş kısmı her ay bianet’te yayınlanacak. Böylece bianet okurları buluşmalarda konuşulanları okuma şansını elde edecek.
Buluşma tarihi: 13 Şubat 2019
Nadire Mater: Merhaba, hepiniz hoşgeldiniz. Gazeteciler kendi aralarında çok fazla şikayetçi oluyorlar hallerinden. Biraz dışarıdan, medya dışından seslerle medyayı ve gazeteciliği konuşalım istiyoruz. Son yıllarda hapisteki gazeteci sayısına sıkışıp kaldık. Bunu biraz aşmak gerekiyor. Haberciliğin tartışılmasını istiyoruz ve biraz kendimize bakalım diyoruz. Dolayısıyla ilk BİA Çarşambası’nda Aksu’yu Ankara’dan getirttik. Çok teşekkür ediyoruz kendisine, bizi çok sevindirdi. Aksu’yu dinleyeceğiz ve hep birlikte medyayı tartışacağız. Aksu’dan sonra mikrofonu Evrim kapacak. Yarın sevgililer günü, çok önemli bir gün malum. Biz bu sevgililer gününü kutlamak istiyoruz, bu kadar söylemiş olayım. Yiyelim, içelim hep beraber konuşalım. Hoşgeldiniz yeniden.
Aksu Bora: Merhaba herkese. Nadire dışarıdan dediği için ben biraz cesaret edebildim. Yoksa medya konusunda konuşmak bana düşmezdi ama sonuç olarak medyayı hem kullanan hem de içerik üreten de birisi olarak kendi gördüğüm yerden tartışmayı açayım ve birlikte konuşalım istiyorum.
Şimdi medyanın içinde bulunduğu durumla ilgili bana önemli görünen bir iki şeyi söyleyeceğim ve çok da uzatmayacağım.
Birincisi medya konuşurken aslında biz neden bahsediyoruz, bunun sınırları ne, bunun üzerinde anlaşmamız lazım. Mesela benim gençliğimde kitle iletişim araçları denirdi. Sonra medya denmeye başladığı zaman, a ne diyorsun, dendi. Biraz daha eleştirel bakanlar medya demeye başlamıştı. Daha sonra alternatif medya, dijital medya, yeni medya, geleneksel medya gibi birtakım kavramlar kullanmaya başladık ve bu kavramlarla birbirimizi ve neden bahsedildiğini anlıyorduk. 2019 yılında mesela yeni medya demek ne anlama gelir ben artık o kadar emin değilim ondan. Çünkü sizin muhtemelen benden çok daha iyi farkında olacağınız gibi bütün mecralar iç içe geçmiş durumda. Medya şurada başlıyor, geleneksel medya şurada bitiyor, burası dijital, burası alternatif medya diye bir konuşma yapmak çok zor. Türkiye’de alternatif medya diye bir kitap var. Öyle bir kitabın içinde neler bulacağımızı 1990’larda, 2000’lerde net olarak bilebilirdik. Alternatif medya demek muhalif olan medya demekti. Şimdi alternatif medyadan neyin kastedildiğinden ben o kadar emin değilim. Hem iletişim teknolojisindeki değişimler hem aslında mecraların çok fazla iç içe geçmesinden dolayı.
Neyi kast ediyorum? Geleneksel dediğimiz şey basılı gazete ise onun mutlaka internette bir sayfası var. O sayfada yorum yazabiliyorsun, sosyal medya içeriği barındırıyor. Dolayısıyla konuyu çerçevelemek epeyce zor bir hal aldı diye düşünüyorum.
Biraz buradan devam edelim. Peki, yeni medya, geleneksel medya biraz daha karışık hale geldiyse yeni diye biz bugün neye diyeceğiz?
Bana sorarsanız yeni diyebileceğimiz şey esasen hepimizin aynı anda ilgilendiği bir gündemin olmaması- hepimizden kastım sahiden hepimiz. Hani “ajans” dinlemek gibi!
Medya dışından bir sosyal bilimci, politikayla biraz ilgilenen birisi olarak bugün medya ile ilgili tartışmanın temel boyutunun bu olduğunu düşünüyorum. Burada sadece haberler konusunda farklı düşünüyoruz, başka haber kaynakları kullanıyoruzu kast etmiyorum.
Kamusallığın, kamusal alanın tanımı ne? Bir tür ortaklık alanıdır. Farklı fikirlerde de olsanız aynı şeyden bahsediyorsunuzdur, aynı meseleyi başka yerlerden bakarak tartışıyorsunuzdur ki birbirinizle konuşabilesiniz. Eğer bu birbiri ile konuşma durumu yoksa, birbirinden çok farklı konuları konuşan söz öbekleri varsa ve birbiriyle alakalı değilse bunlar, orada bir problem vardır ve bana sorarsanız bugün medya ile ilgili çok temel meselemiz böyle bir şey.
Politikayı mümkün kılan şey
Gelirken bir gazete başlığı gördüm, tam hatırlamıyorum ama şöyle bir şey söylüyordu; faizle yıkamadılar, kurla yıkamadılar, patlıcan fiyatlarıyla yıkacaklar. Mesela bu gazeteyi okuyanların konuştuğu şeyle bizim ortak konumuz patlıcan fiyatı değil. Başka şeyler konuşuyoruz. Sadece haberlerden de bahsetmiyorum.
Siz en son ne zaman çok yakın arkadaşınız olmayan birisiyle bir televizyon dizisi hakkında konuştunuz? Sen Netflix’de ne seyrediyorsun, yeni bir polisiye çıkmış… Eskiden ne seyrederdik, Aşkı Memnu vardı, mahalledeki teyze de, bakkal da seyrederdi. Kasaba gittiğin zaman birileriyle konuşabilirsin. Ortak gündem diye kastettiğim şey bu ve medyanın parçası olduğu kamusallık da içinde farklı dillerin bulunabildiği bir ortaklık alanı- birbirleriyle benzemeseler de aynı şeyden bahsedebilen; kamusal alanın içinde üretilen diller. Bu, politikayı mümkün kılan şeydi ve bunun olmadığı yerde politikanın olması mümkün değildir. Çok politik gibi görünen ama aslında apolitik olan şeyler konuşursunuz. Bana sorarsanız bugün memleketimizde çok önemli bir problem bu. Herkes boğazına kadar politikaya batmış durumda ama aslında politik pek bir şey yok.
Peki, ortak neyimiz var? Hepimizin aynı zamanda baktığı ve üzerine konuştuğu bir tek şey var, o da cumhurbaşkanı. Nerde olursanız olun görebildiğiniz tek şey. Nefret ediyor da olsanız, aşkından ölüyor da olsanız o orada. Bunun üzerine biraz konuşmak isterim ve bunda muhalif medyanın ne tür bir katkısı olduğunu.
Ana medya ne işe yarar?
Burada galiba havuz medyasının ne kadar korkunç bir yer olduğunu, aynı anda beş gazetede aynı başlıkların çıktığını konuşmaya gerek yoktur diye tahmin ediyorum. Bunları geride bırakalım, biliyoruz zaten. Eşyanın tabiatı bu, tabii ki ele geçirdiler, korkunç bir şey yarattılar, ortada ana akım medya diye bir şey kalmadı.
Ortak, hepimizin aynı zamanda konuştuğu meseleler dediğimiz şey, aslında ana akım medyanın yarattığı bir şey. Geçenlerde Kadri Gürsel bununla ilgili bir şey söyledi diye kıyamet koptu. Gazeteci ana akım medyada yetişir dedi. Bence çok üzerine düşünmeye değer bir şeydi. Çünkü beğenmesen bile onun orada olduğunu bilmek senin yaptığını ölçmeni sağlıyordu.
Ne demek istiyorum? Biraz haddim olmayan bir yere girip hemen çıkacağım. Ana akım medya dediğimiz şey bir yandan berbat bir şeydir. Milliyet, Hürriyet gazetesinin öncesini hatırlıyorsunuzdur. Orası hakikaten sağcıdır, milliyetçidir, kokmuştur, cinsiyetçidir ana akım medya ama bir yandan da bazı meslek eğitimleri, hizmet içi eğitim benzeri, iş üzeri eğitim filan için gazeteciliği öğrendiğin ve kendini hizalayabileceğin bir yerdir. Solda mısın sağda mısın gibi. Orta sağa biraz yakındır ama kendini biraz ona göre de hizalayabilirsin. El erimindeki insanlardan başka insanlara bir şey anlatmak istiyorsan onu kullanmaya çalışırsın, bilirsin ki onlar senin medyanı izlemezler ama orada çıkan bir haberin etkisi olabilir. Yani kamusal alanı genişletme tartışması, ana akım medya için de aynen geçerlidir: o kadar erkek olma, o kadar yaşlı olma, o kadar Türk olma…
“Nereden haber alıyorum Twitter'dan”
Artı gazeteciliğin bir meslek olduğunu bize hatırlatır. Bu bence çok önemli bir şey. Şundan dolayı gazeteciliğin bir meslek olduğunu unutmamak önemli, bugün en başta söylediğim gibi medyada mecralar birbirine karıştı.
Ben nereden haber alıyorum diye düşünüyorum, gazete okumuyorum bir süredir. Cumhuriyet operasyonundan sonra gazete okumuyorum. Peki, nereden haber alıyorum Twitter’dan. Birçok insanın da benim gibi olduğunu tahmin ediyorum. Zaman içinde Twitter’da kendime göre bazı süzgeçler geliştirdim. Gazetecileri takip ediyorum, üç kişi aynı şeyi söylemişse buna bir bakayım diyorum. Muhtemelen hepinizin yaptığı şeyler.
Burada çok ciddi bir problem var ve gazeteciliğin bir meslek olduğunu hatırlamamız bunun için önemli. İçerik üretiyoruz biz sosyal medyada, Duvar’da, Diken’de bir sürü mecrada. Bunları küçümsediğim için söylemiyorum, ben de tutkulu bir Twitter kullanıcısıyım ama içerik üreten insanlar olarak mesleki etik, sorumluluk gibi şeylerin epeyce uzağındayız. Bir şey duyuyoruz doğru olup olmadığını bilmeden onu çoğaltıyoruz. Uydurma olabilir, çok yanlı olabilir ama beni ilgilendirmez ben gazeteci değilim ki zaten diyorum. Bakıyorum mesela taciz, bu çok önemli diyorum ve onu çoğaltıyorum. Bir denetim yok orada.
"Nasıl bir denetim var?"
Cezai kovuşturma gibi bir denetim var. Cumhurbaşkanına hakaretten kovuşturulabilirsin ama mesela Nadire’ye hakaretten başına bir şey gelmez ya da bütün feministlerin gerizekalı olduğu ve kadınların iğrenç varlıklar olduğu hakkında yazarsan da başına bir şey gelmez. Hâlbuki burada etik bir problem var. Biz bütün bunlardan azade bir vaziyette devam edebiliyoruz. Hem işin etik kısmı var aynı zamanda şöyle bir problem de var. Bir haber yapıyorsan eğer dosyan vardır ve dosyana hakim olman gerekir. Bir şeyden bahsediyorsan, o bahsettiğin şeyin geçmişi ve bugünü hakkında bilgin olması beklenir. Gazetecilik dediğin şey böyle bir şeydir. Muhabir dediğin insan haber yapar ve o haber yaptığı şeyi bilir. Çok da bilmiyoruz bizler ama. Sadece sosyal medya kullanıcılarını kastetmiyorum. Dijital mecralarda haber yapma pratiğinin içinde olan insanlardan bahsediyorum. Çok ciddi bir denetim problemi var ve kendimize dönüp bakmamız lazım. Burada esasen muhalif medyadan bahsediyorum. Havuz medyasının hem politik hem ahlaki olarak bir problemi yok bununla. O yüzden tartışma konusu etmiyorum. Daha az önemli gördüğüm için değil, burada biraz farklı şeyler konuşmak için.
Bu farklı mecralar bir yandan da çok özgürleştirici bir şey. Yanlış hatırlamıyorsam üniversitedeydim çok kanala geçildiği zaman. Sadece TRT vardı. Şimdi gençler televizyon seyretmiyorlar bile çünkü istedikleri zaman istedikleri şeyi istedikleri şekilde izliyorlar. Harika bir şey tabii ama dediğim gibi bir yandan da ortaklığı, kamusallığı ortadan kaldıran bir boyutu var. Sadece ortaklığı bozma gibi değil farklı kamusallıkların da kendi içine kapanmasına sebep olan bir şey.
Muhtemelen içinizde alternatif kamusallıklar tartışmasını okumuş, dahil olmuş olanlar vardır. Alternatif kamusallık derken şöyle bir şey kastediyorlar; ana akım medya denilen şey o kadar kötü bir şey ki orada sadece orta sınıftan zengin, okumuş yazmış insanların, erkeklerin, Sünnilerin, Türklerin sesi duyulabilir ama ötekiler dışlanırlar. İşçiler, köylüler, gençler, kadınlar, eşcinseller... Dolayısıyla bunların kendi sözlerini kurabilmek için, kendi eylemliliklerini ortaya koyabilmek için kendilerine ait alanlar açmaları gerekir ve bunlara alternatif kamusallık deriz.
Türkiye’de feministlerin 80’lerin sonu 90’larda çok uzun bir dönemi oldu erkeklerin girmediği toplantılar, tartışma grupları oluyordu. Çünkü kendi aramızda konuşmaya ihtiyacımız vardı. Kastettiğim şey bu. Çünkü ancak orada serpilip gelişebilirsin. Muhalif bir şeysen ve o kadar da güçlü değilsen kendini güçlendirmek, birbirini duymak ve ortak sözü çıkarabilmek için böyle bir yere ihtiyacın vardır. İşte alternatif kamusallık. Böyle bir şey bir yandan özgürleştirici ve çok önemlidir ama çok büyük riskleri de barındırır. Çünkü gettolaşmaya sebep olabilir. Şu an Türkiye’de muhalif medyaya baktığımız zaman sanki biraz kendi aramızda konuşuyoruz, biraz dertleşiyoruz, başkalarının ne yaptığı ile o kadar ilgilenmiyoruz. Mesela kasaptakilerle konuşmaya kalksam Müge Anlı’yı konuşabiliyorum ama GazeteDuvar’ı konuşamam. Burada çok büyük bir handikap var. Bir yandan özgürleştirici bir yandan da sınırları olan bir şey. Bence konuşmamız gereken şeylerden birisi de bu.
"Çiğdem Toker nerede yazsa okurum"
Bir başkası da demin yarıda bıraktığım gazeteciliğin bir meslek oluşunu bir örnek üzerinden size hatırlatmak isterim. O da Çiğdem Toker.
Çiğdem Toker bana gazeteciliğin her koşulda, her türlü şeye rağmen nasıl yapılabildiğini göstermesi açısından çok iyi bir örnekmiş gibi geliyor. Çok beğendiğim bir gazeteci ve çok iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Ne yapıyor, gazetecilik yapıyor aslında. Ama şimdi o kadar az rastladığımız bir şey ki Çiğdem Toker dediğimiz zaman nerede yazarsa yazsın onu okuyorum. Neden? Çünkü tartıştığı konuda fikri takip var. O sıradaki gündemin rüzgarına kapılıp konuşmuyor. Dosyasını, kimlerin konu ile ilgili olduğunu biliyor, bunu çok düzgün ifade ediyor, hukuk bildiği için başına bir şey gelme riskini en aza indiriyor ve uzmanlaşmış. Baktığınız zaman Çiğdem Toker haberlerinde belirli bir çerçeve görürsünüz. Şimdi bu örnek bayağı ayrıksı, özel bir örnek halini aldı ama bir yandan da hatırlamamız lazım ki, gazetecilik zaten budur, okulda ve meslekte bunun eğitimini alırlar.
Bir yandan da dilinden, haber kaynağı ile ilişkisine, ifade biçimlerine kadar pek az çalışılmış şeyler okuyoruz ve çok az haber okuyabiliyoruz. Gazetecilik dediğimiz şey bence muhabirliktir. Yani habercilik; kanaat önderliğinden önce. Anadolu Ajansı kaynaklı haberin gidebileceği çok uzak bir yer yok. Çok ciddi handikaplar var burada. Nasıl yapılabilir bilmiyorum, birlikte konuşuruz ama böyle bir sıkıntı var.
Çok fazla işsiz gazeteci arkadaşım var benim. Onlar bir araya gelmişken şöyle bir şey konuştuklarını duydum. Hali hazırda havuz medyasında çalışan arkadaşlarımız hâlâ var. Sadece onların yayınlanmayan haberlerinden bir gazete çıkarsak ne kadar güzel olur. Sonra bir başka gazeteci arkadaşım bir Fransız meslektaşı ile geldi. Ayizi’nin kapanması ile ilgili röportaj yapmak için gelmişlerdi. Fransız meslektaşının yazdığı haber Türkiye’deki barış akademisyenlerinin çeşitli yerlerde yürüttüğü faaliyetlerle ilgiliydi. Guardian’da iki sayfa verecekler ve iki aydır çalışıyor dedi. Bunu ne kadar iyi bir şey yapıyor diye anlattı ama acayip kıskanmış durumdaydı. Çünkü onun öyle bir vakti yok. Onun bir haberle o kadar uğraşacak lüksü de yok. O gün onunla ilgili bir şey yapıyor, sonra başka bir konuda bir şey yapıyor. Her şeyi bilmesi lazım ve tabii ki bilemiyor. Böyle bir durumda muhalif medyayı yürütmeye çalışıyoruz. Ben o kadına çalış doğru düzgün dosyana hâkim ol mu diyeyim, tabii ki hayır ama bir yandan da bu olmadığı zaman biz ne yapacağız?
Feminist medya
Benden normal olarak medyada cinsiyetçiliğe dair konuşmam beklenirdi ama zaten bianet bu konuda işler yapıyor. Muhtemelen bundan sonraki buluşmalara konu olacaktır. Sadece iyi bir şey söyleyerek bitirmek istiyorum. Kadınların medyaları üzerine bir iki şey söylemek istiyorum. Biz dokuz yıl boyunca Amargi diye bir dergi çıkardık. Bana sorarsanız tabii ki çok iyi bir dergiydi. Biz o dergiyi çıkarırken iki tane basılı feminist dergi çıkıyordu. Biri Feminist Politika biri Amargi. Farklı feminist hatlardan yürüyen iki dergiydi.
Bizden bir süre sonra onlar da kapandı. Fakat bu iki derginin kapanmasından sonra Türkiye’de kendine feminist diyen kimler var diye baktığım zaman medyada yedi ayrı mecra sayabildim. Hem basılı şeyler var Feminerva gibi hem de dijital şeyler var 5Harfliler, Çatlak Zemin gibi. Hiçbir zaman bunun peşini bırakmadılar kadınlar. Bir şey kapanıyor, iki şey açılıyor.
Twitter’da filan da bazen feminist dil çok kötü olabiliyor bunun farkındayım ama bir yandan da hoşuma gidiyor. Bir dil oluşturmaya çalışıyorlar. Bazen çok bıçkın olabiliyor, bazen “sista sista” kapalı bir dil oluşabiliyor ama böyle böyle öğreniyorsun. Bir yerde tıkanıyorsun, orada ciddi handikaplar olabiliyor, birilerinin kalbini çok feci kırabiliyorsun ama başka türlü de olmaz.
Muhalefet de öyle. Sadece kadınlar, feministler değil; muhalefet hiçbir zaman peşini bırakmadı.
bianet’in kurulduğu zaman savaş zamanıydı mesela. En olmayacak zamanda bakıyorsun bir şey çıkıveriyor. Hiçbir zaman ipin ucunu bırakmadık aslında. Kendimizi eleştirirken bir şeyi hatırlatmak isterim, o şefkati unutmamak lazım. Hiçbirimiz için hiç kolay değil. Hem maddi olarak zor hem baskı rejimi var Türkiye’de ona rağmen bir şey yapabilmek zor. Ama gazeteciliği de öğreneceksin. Doğru düzgün para vermiyorlar, çok sıkı çalışmak zorundasınız, çok fazla konuda haber yapmak gerekiyor ama Google taraması ile öğrenilebilecek bir şeyi de sormayın mesela. Biraz kendimizi sarsmamız lazım. Birbirimize şefkat göstermemizi engellemez bu ama eleştiri de fena bir şey değildir.
Bir sürü şeyden bahsettim. Özellikle herkesin her an görebildiği, dolayısıyla bir biçimde kamusal ortaklığın kurucusu olan tek şeyin cumhurbaşkanı olması meselesinde ne düşündüğünüzü çok merak ediyorum. Şimdi biraz beraber devam edebiliriz belki. (AB/HK)