Sevgili Ömer bey,
Ne zamandır birlikte çalışıyoruz? Nimet'in (Ünal) beni Bodrum'daki evimden aramasının üzerinden beş yıl mı geçti? Ardından sizin arayıp "Benimle çalışmak ister misiniz" diye sormanızın üzerinden.
Geçti Ömer bey.
Hani sizin o çok sevdiğiniz hemen her filminizde başvurduğunuz zaman imgesi saat var ya, çok hızlı çalıştı bu kez. Amerikalı eleştirmen Robert Haller'in sizi "Zamanın heykeltıraşı- yontucusu" olarak tanımlamasının de üzerinden de bir o kadar yıl. Metnin çevirisini, Memduh Ün'ün oğlu ve gelini yapmıştı, anımsarsınız.
Bu tanımlama çok hoşunuza gitmişti ama sormuştunuz, "Böyle bir çeviri çok abartılı değil mi? Basına gönderilebilir mi?" diye.
Göndermiştim.
Siz de herkes kadar severdiniz takdir ve taltif edilmeyi. Yine de mütevazı ve utangaç bir tavrınız hep vardı. Eleştiri karşısında tahammül gösterseniz de, anlaşılmamaktan doğan kırılganlığınız hep hissedilirdi. Bir zırhın ardına gizlenir, insanlarla aranıza sınırlar koyarak korurdunuz kendinizi.
Ömer bey,
Hastalığınızın üzerinden çok zaman geçmişti. Kötü hastalık beyninize sıçradığından yürüyemiyor, ofise gelemiyordunuz.
Tek iletişimimiz telefondu ve sizi özlüyordum. Yüz yüze konuşma isteğimi ilettiğimde sevinerek kabul etmiştiniz. Selma'nın (Gürbüz) yaptığı yemekler eşliğinde gösterime giren filmleri, son Yeşilçam dedikodularını anlatmıştım size.
O gece ne çok gülmüştük. Oysa hiç sevmezdiniz bu tarz konuşmaları.
Sizinle çalıştığım beş yıl içinde, bir kez olsun "bey"siz "hanım"sız konuşmamız olmadığı gibi sesinizi de yükseltmediniz. Bir bakışınız yetiyordu hatalarımı anlatmaya. Yüksek ses tonu, büyük harfle konuşmak yetiştirilişinizde yoktu ki.
Siz bir prenstiniz. Çetin Tekindor nasıl bir "lord"sa benim için, sizde prenstiniz. Benim gibi bir sokak çocuğuna, görgü kurallarını kitaplardan öğrenmiş bir madenci kızına nezaketi öğretmiştiniz ince ince.
Sizi son görüşüm, iki hafta öncesinin bir cumartesi günüydü.
Annem de sizinle aynı tarihlerde, aynı hastalıkla boğuşmaya başlamıştı. Meme kanserinden lösemiye dönüşen hastalık haberini almama karşın, evinize gelmiş şirketle ilgili son bilgileri vermiştim.
O gün ağrılarınızdan şikayet edip "Ayşe hanım artık bıktım ağrılardan" demiştiniz. Sizi teselli etmek için, "Çok iyi Ömer bey, hastalıkla savaşıyorsunuz. Ağrınız olmazsa korkun," demiştim. İnanmıştınız ya da inanmak istemiştiniz. Size söylediğim tek yalan buydu.
Ömer bey,
Nasıl olmuştu da, sizin yaşamla olan bağınızı koparmış, umutsuzluğa sürüklemişti bu hastalık.
İki yıl önce "Karşılaşma" gösterime girerken sinema yazarı Rıza Kıraç'ın sorduğu "Ömrünün sonuna geldiğini anlayan bir insanın, her şeyi sıfırlayıp yeni baştan başlaması sizce de mümkün mü?" sorusuna, "Tabii hatta daha da mümkün, asıl o zaman her şeyi göze almak daha da mümkün" yanıtını verirken, hiç de ölümü gündemine sokmuş, yitirecek şeyi olmayan insan psikolojisine girmemiştiniz. Kaldı ki, birkaç gün öncesine kadar "Kardeş" adlı senaryonuzun bakanlık ve Eurimages desteklerinden yararlanabilmesi için evrak düzenliyor, yazışmalar yapıyorduk.
Ömer bey,
Selamlar var size. Özellikle Ali Utku'nun. En son Beyoğlu'nda rastlaştım onunla.Helalleşmek ve vedalaşmak için size geliyordum. "Onu sevdiğimi söyle" dedi.
Gelemedim. Anneniz ve dayınız varmış yanınızda. Üzerimde kalmasın, şimdi söylüyorum.
Biz sizi hep sevdik. Sizin yalnızca sinemayı sevdiğinizi, bu aşkın imkansız olduğunu bilmemize rağmen.
"Alfa Film" kapatıldı ve bir dönem kapandı. O günden sonra mutluluğun tarifini yapamadık. İçimizdeki umut tohumlarını filizleyemedik. Size ulaşamadık. Ama merak ediyorum ve Rıza Kıraç'ın sorusunu değiştirerek "Ömer bey, 'Karşılaşma' filmi 'yarım kalmış bir mutluluk' tarifi ile başlıyor, peki sizi tam anlamıyla ne mutlu etti?" diye sorsam, aşağıdaki yanıtı alırım, değil mi?
"Film beni mutlu etmedi; düşündüğün şeyi gerçekleştirdiğin zaman mutlu olmuş olursun.
"Şahsen beni mutlu eden şey senaryo yazmaktır. Onun dışında film yönetmek bana çok zevk vermiyor. O an farklı bir şey yapabiliyorsan o da mutlu edebiliyor. Bence mutluluk paylaşılan o kaliteli elektriktir".
Erol Sayan'nın bir şarkısında söylediği gibi "Zaman bir su gibi aktı geçti. Gönül hüzünle dolu şimdi."
Görüşmek üzere. Üzerinize yıldızlar yağsın. (AD/EK)