AKP, 57. hükümetin kitleleri 2001 kriziyle perişan ettiği bir konjonktür sonrası iktidara geldi. İktidar olduğunda, acı reçete Kemal Derviş kaptanlığında topluma tatbik ettirilmişti, AKP'ye sadece bu ilaç sonrasının meyvesini toplamak kaldı.
AKP, birçoğunun ezberini bozarak, seçim öncesi IMF ile didişme iddiasını bir kenara bırakıp IMF'yi bile şaşırtacak derecede bir IMF partneri oldu, bütün verilen hedefleri uysal-sadık bir icraatçı olarak uyguladı, bu anlamda IMF'nin hep desteğini aldı. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nde işbirlikçi görünen AKP, ABD'den de hep destek gördü. ABD, bu desteğini Türkiye'nin IMF ve AB ile ilişkilerinde de hep hissettirdi.
AKP; sıcak para ve doğrudan yabancı sermaye girişini kolaylaştıracak AB çapasına da uzak durmadı. Müzakerelerde yol alarak ihtiyaç duyulan IMF çapasından sonra AB çapasını da en azından bir süre tesis etmiş göründü. Bütün bu girişimlerinde yanında IMF'yi ve arkasındaki ABD'yi gördü.
Dünya konjonktürü 2002-2007 döneminde, sürekli AKP'nin yelkenine rüzgar taşıdı. Arada bir yaşanan küçük türbülansları saymazsak, dünya ekonomisinde yaşanan likidite bolluğu, stratejisini düşük kur-yüksek faizle sıcak para çekme üstüne bina etmiş, IMF destekli AKP programının her yıl umulanının üstünde yüksek büyüme hızlarına taşıdı.
Sıcak para girişine dayalı büyüme, kah tüketici kredileri, kredi kartı harcamaları ile kışkırtılmış iç talep, kah ihracat ile gerçekleşti. Hanehalkı borçlanması 80 milyar YTL'ye kadar çıktı. İhracat, daha çok ucuz kurla yapılan ithal girdilerle yapılırken, ithalatın oranı giderek arttı. Cari açık büyüdükçe büyüdü. Bu durum iç üretimi , girdi üreticisini ve istihdamı kötü etkilemekle beraber, şişmiş ihracat rakamlarının propagandası daha çok öne çıkarıldı.
Düşük kur, Türkiye'nin üretim dinamiklerini tahrip ederken, ihracatta rekabet gücünü azaltırken, istihdamı olumsuz etkilerken, bu yanı muhalefetçe topluma gösterilemedi; fiyatları terbiye eden yanı , enflasyonu dizginleyen özelliği öne çıkarıldı.
Yine fiyatları dizginlemekte bütçe sürekli bir "disiplin" içinde tutulurken sosyal devlet harcamaları azaltıldı, kamu yatırımcı olmaktan çıkarıldı, dolaylı vergiler yüzde 70'e kadar çıkarıldı. Saldırgan bir özelleştirme politikası izlendi. Tarımdan destekler azaltıldı. Bunlar, enflasyonu dizginleyip kamunun net borç yükünü azaltmaya yararken toplumun refahında yarattığı negatif etkiler, "her şey enflasyonu tek rakama indirmek için" argümanıyla karşılandı. Uğranılan refah kayıpları, AKP belediyelerince uygulanan kömür-erzak ianeleriyle telafi edilmeye çalışıldı. Böylece yoksullaştırılan kitleler bu yardımlarla AKP'ye minnettar bırakıldı.
Likidite bolluğunun sağladığı "sürünen kur", bankaları ve firmaları dıştan borçlanmaya cesaretlendirdi ve özellikle 2006 ve 2007'de büyük dış borç kullanıldı. Bu, firmaları önemli risklere sokmakla beraber, düşük finansman kolaylığı sağladı ve özel sektörü, bu politikaları uygulayan AKP'ye bağımlı kıldı.
Tüketici kredisi ve kredi kartı harcamaları ile her aile belli bir borç yükü altına girerken, borcu ödeyemez duruma düşmemek için ekonomide istikrar, ailelerin de beklentisi haline geldi. AKP; biz gidersek kriz çıkar, savı ile kitleleri tedirgin etti ve ölümle korkutarak sıtmaya razı etmeyi bildi. .
Sıcak paraya dayalı büyüme, istihdam yaratmazken ve işsiz sayısı (iş aramayan işsizlerle birlikte) 5 milyonu aşarken, bu kesimlerden AKP'ye büyük bir tepki çıkmadı. Bu, "Ekonomi büyüdüğüne göre, bize de sonunda bir iş çıkar" beklentisi ile ilgili olabilir.
AKP, 2007'de, 4 yıl sürdürdüğü bütçe disiplinini gevşeterek tam bir seçim ekonomisi uyguladı. IMF'nin örtülü onayı ile uygulanan seçim ekonomisi, AKP'nin tarım kesimi başta olmak üzere, programdan zarar görmüş kesimler ile gerginliğine de büyük yumuşamalar getirdi.
AKP, Arsa Ofisi'ni TOKİ'ye bağlayarak başlattığı konut hamlesi ile kamu arsaları üstünden oya tahvil olan bir "başarı"yı da gerçekleştirdi. 2004'te yerel seçimleri de kazanmış olmanın avantajı ile kentlerde önemli yatırım ve harcamalar gerçekleştirdi. Merkez-yerel uyumu icraatın gösterişini artırdı.
AKP, holdingleşmiş medya endüstrisinin medya dışı beklentilerini, özelleştirmeden beklentilerini iyi kullanarak medyayı rehin almayı da başardı. Zaman zaman didişse de sopa-havuç ikilisini iyi kullanarak genelde icraatı boyunca ve seçim sürecinde medyayı büyük ölçüde yanına çekti, manipüle etti. Medya da kimyası gereği buna karşı çıkamadı.
Kaybedenlerin AKP'ye kazandırdıkları
Kazananın başarısında, kaybedenin yanlışları da önemlidir demiştik. CHP'nin izlediği yanlış politikalar da AKP'nin işini kolaylaştırdı, puanının artmasına yardım etti. Sosyal demokrat bir parti olmaktan hızla uzaklaşıp Türk milliyetçisi bir parti olmakta MHP ile neredeyse yarışır duruma gelen CHP'nin bu gidişatının başına bu hezimeti getireceği sır değildi. Soğukkanlı bir analiz bunu açıkça gösteriyordu.
Ancak, CHP'de Baykal ve ekibi, çevresi Cumhuriyet gazetesi ve benzer çizgideki diğer medya, Cumhuriyet Mitingi örgütleyicilerine hakim olan söylem, herkesi öyle bir gaza getirdi ki, duvara toslamakta olduklarını göremediler.
Sosyal demokrat bir partinin "sınıf"a dayanması gerektiğini, sınıf beklentilerini programlarının omurgası yapmaları beklenirken, "ulus"u sınıfın önüne koyup milliyetçiliğin bayraktarı oldular, gerilimden medet umdular, askerin yedek gücü olmak, MHP'nin koalisyon ortağı olmaya hazırlanmak yanlışına düştüler ve bir zamanlar kaleleri olan Doğu ve Güneydoğu'yu hepten kaybettiler. Tabanları olması gereken işçi, köylü, işsiz, kent yoksullarını AKP'nin yanına ittiler.
Merkez sağı oluşturma potansiyelleri yüksek görünen DYP ve Anavatan'ın birleşme ve ortaya büyük bir sinerji çıkarma şansını, bozuk para harcar gibi harcamaları, basiretsizlikleri, AKP'nin zaferindeki bir diğer önemli etken oldu. (TK)