İsrail'in Mavi Marmara gemisine yaptığı baskının etkilerinin Türkiye'de canlılığının koruduğunu bildiren Özgür Politika gazetesi, medyanın sorunu tartışmak ve çözüme odaklanmak yerine milliyetçi histeriyi kışkırtmayı öne çıkaran bir yaklaşım sergilediğini yazdı.
Batı basınının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) Türkiye'yi Batı'dan kopararak ülkeye eksen kaydırdığını iddia ettiğini, buna karşılık da Erdoğan'ın bu iddialara sert çıktığını belirten gazete, hükümetin krizdeki tutumunu ve bir kez daha çatışmaya süreklenen Kürt Sorunu'nu gazeteci Ertuğrul Kürkçü'ye sordu:
Türkiye İsrail arasında ilişkiler giderek geriliyor. Nerden çıktı Mavi Marmara? Zamanlama, şekil, geminin arkasında ki güçler, İnsani yardım Vakfı gibi faktörler soru işaretleriyle dolu?
"Mavi Marmara" seferi bence baştan sona bir hükümet imalatı. Daha gemi yola çıkmadan önce Tayyip Erdoğan niyetini ele veren bir dil sürçmesiyle "bu gemide bütün devletlerin sivil toplum örgütleri var" demişti.
Diğer "devletler" bir yana, Başbakan İHH'nin bir NGO (Hükümet Dışı Kuruluş) değil bir GONGO (Hükümetin Hükümet Dışı Kuruluşu) olduğunu bir şekilde itiraf etmişti. Ancak "Mavi Marmara" seferi yalnızca bu dil sürçmesiyle değil, yol açtığı bütün sonuçlarla birlikte bir hükümet imalatı olarak görülmedikçe, Erdoğan hükümetinin davranışlarının anlaşılır ya da açıklanabilir olamayacağı görünen bir gerçek.
Neden böyle bir tercih yapmış olabilir?
Apaçık, Erdoğan ve Davutoğlu, ölümlü biteceğini hiç ummadıkları bu seferin düzenlenmesine cevaz vererek İsrail'in "façasını bozmayı" ve bölgesel etkinlik mücadelesinde Arap dünyasının desteğini garanti etmeyi umuyorlardı.
Zamanlama açısından Mavi Marmara olayını peş peşe izleyen ve İsrail'in kınanmasıyla biten Türkiye'deki Asya İşbirliği Zirvesi (CICA) ve Türk-Arap İşbirliği Forumları ve BM Güvenlik Konseyi toplantıları hükümetin bir küresel ve bölgesel profil verme derdinde olduğuna pek az kuşku bırakıyor.
AKP'nin ve dolayısıyla başbakan Erdoğan'ın çıkışını nasıl yorumluyorsunuz?
Erdoğan kimseye inandırıcı gelmiyor. Bunun asıl nedeni dengesizliği ama Tayyip Erdoğan'ın dengesizliği gibi görünen şeyler de, çoğu kez, onun başında durduğu hareketin karmaşık doğası ve bileşimi dolayısıyla tamamen tüketilmiş olmayan ve birbirinin tam karşısında durmayan sermaye seçenekleri arasında salınmasıyla ilgili. "Avrasyacılar"ın saf dışı edilmesiyle Türkiye'de sermaye seçenekleri daha azaldı, ama teke inmedi. Bir tarafta Avrupa-ABD seçeneği dursa da Osmanlıcılık prizmasından geçirilmiş bir Arap-İslam seçeneği de hâlâ bir başka tarafta duruyor. Bu Erdoğan'ın Siyasi İslamcı zihniyetiyle de birleşince onun İslami bir retoriğe kayması kaçınılmaz; başka bir malzemesi de yok. Türkiye bir NATO ülkesi olmaya devam ederken, "Batı"nın stratejik menfaatleriyle zıtlaşan bir uluslar arası ilişkiler ve güvenlik politikasını ilânihaye sürdüremez. Fettullah Gülen'in ABD'den tartışmaya müdahil olarak, "iyi olmadı, bunu yapmayacaktınız" demesi de savrulmaya karşı bir önlem.
Bir yazınızda Erdoğan samimiyse yapması gerekenler var diyorsunuz. Nedir bunlar?
Erdoğan İsrail ablukasına karşı çıkarken Hamas'ın tarzı hükümetine ne diyor? Hamas Gazze'de alenen Filistin anayasasına aykırı bir İslami rejim oluşturur ve muhalefetin haklarını ihlal ederken Erdoğan'ın sesini hiç duymuyoruz. Bunun yanı sıra İsrail'i bölgede tecrit edecek asıl stratejik hamle onun askeri ve politik gücünü zaafa uğratmaktan geçtiği halde Erdoğan hükümeti askeri ilişkileri askıya almayı aklından bile geçiremiyor.
Erdoğan'ın sınav verdiği ikinci samimiyet cephesiyse, kefil olduğu İslami rejimlerdeki ağır hak ihlalleri. Erdoğan rejimi Afganistan'da kadın ve insan haklarını hiçe sayan bir kukla rejimi ayakta tutmak için asker bulunduruyor ama öte yandan bu rejimin ondan da kötü hasmı Taliban'la arasını bulmak için çaba gösteriyor.
İran'ın nükleer programının barışçılığına kefil olarak İsrail'in nükleer silahlardan arındırılmasını istiyor ama Türkiye'de ABD'nin depoladığı nükleer başlıklar yerli yerinde durmaya devam ediyor. Bölgede nükleer silah istemiyoruz diyor ama Pakistan'daki nükleer silahlara çıtını çıkarmıyor. İran'daki ağır insan hakları ihlallerine, idamlara, kadınlara karşı uygulanan aşağılayıcı cezalara karşı suskun kalıyor.
Öcalan süreçten çekildiğini açıkladı, KCK eylemsizlik kararının anlamını yitirdiğini söyledi. Bundan sonra ne bekliyorsunuz? Öcalan ve PKK yok sayılarak sorunu çözmek mümkün mü?
Evet, Öcalan süreçten çekildiğini açıkladı ama bir hafta sonraki görüşmede şunu da dedi: "Benim 31 Mayıs''tan sonra çekilmem sorundan kaçmak değil tam aksine buradaki bu şartlarda daha fazla çabalarımı sürdürememeden kaynaklanıyor." Öcalan hala "barışçı çözüm" kapısının açık tutulmasını ve politik faaliyeti askeri faaliyete önceliyor. Böylece aslında kendisi yok sayıldığında geriye uzun sürecek bir kaotik dönemin açılacağı konusunda uyarmaya devam ediyor. Ben Türkiye'nin Türk ultra-milliyetçiliğinin kibrinin ipoteği altında daha uzun boylu kalmasının eldeki bütün imkânları çürüteceğini görebiliyorum. Öcalan ve PKK Türkiye politik panoramasının içinde kendi yerlerini alalı çok zaman oldu, buna şimdi yasal bir statü kazandırarak kalıcı bir etnik barış dönemi açılabilir. Bunu herkes görüyor, ama birçoğunun havsalası almıyor.
Referandum için ne düşünüyorsunuz? BDP boykot diyor.
Ben, "Evet"in ya da "Hayır"ın manasızlaştığı başka bir seçenek ortaya koyabilmek için Anayasa referandumunu boykot etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu, halkın hiçbir talebini dikkate almadan bir referandum sahnelemekte sakınca görmeyen, referandumun terimlerini bir azınlığın hâkimiyet kavgasından türeten Türkiye'nin politik seçkinlerini halkla uzlaşmaya sevk edebilecektir. (EE/EÖ)
(*) Erdal Er imzalı röportaj özetlenmiştir. Koyulaştırmalar bianet'e aittir. Röportajın tamamı için tıklayınız.