Bireyinden kurumlarına dek şiddet kullanımının yaygın olduğu bu coğrafyada, barıştan çok savaş/çatışma yaşandı. Bu tarihsel seyrin bireylerde ve özellikle de iktidarlarda oluşturduğu zihniyet, ister istemez barışla barışma sıkıntısı yaşamakta. Çünkü barışla kavgalıyız; kavgalıyız, çünkü savaşıyoruz!
Yeni bir barış süreci başladığından bu yana geçen kısa bir zaman diliminde sağdan, soldan, ortadan, üstten, alttan; beklenen, beklenmeyen yerlerden ne taarruzlar ediliyor. Bu taarruzların büyük bir bölümünü AKP’ye muhalefet oluşturuyor. Daha doğrusu barışa karşı muhalefetin kaynağında, AKP muhalifliğinin mekân ve zaman ayrımı olmaksızın mutlaklaştırılması oluşturuyor. Bu muhalif siyasette tam bir formel mantık hüküm sürüyor: AKP’ye muhalifim / barış görüşmelerini iktidar olma sebebiyle AKP yürütüyor / o halde barışa da muhalifim!
MHP ve periferisini oluşturan kesimlerin Kürt sorununa yaklaşımı biliniyor. Onlar için Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır; bu da savaşılarak yok edilmelidir vs. Hele Bahçeli’nin ‘bırakın Kandil’i başlarına yıkalım’ türü tiratlar attırması, savaş dilini kullanması, partisinin oy kaygısından çok, siyasal bir duruş, bir varlık nedenidir. Ve buradan hareketle barışa karşı muhalifliğini AKP muhalifliğiyle birleştiriyor.
Ya CHP?
Aslında CHP’nin bu süreçte takındığı tavır, şaşırtıcı değil.
CHP neyle övünüyor?
Devletin kurucu partisi olmakla!Kürt sorununu yaratan kim?Devlet!
Dolayısıyla CHP, devletçi bir parti olduğu sürece böyle bir soruna nasıl çözüm önerileri ortaya koyabilir ki? Nitekim koymuyor da! Ne konuştukları belli değil! Kürt sorununda ne istiyor, ne diyorsun CHP? Mesele AKP’ye muhaliflik olsun da, ne olursa olsun! Yeri gelmişken belirteyim, ülkede faşizm varmış, bilmiyorduk; CHP’nin sendikacı milletvekilinden öğrendik. Sağ olsun bizi irşat etti.
Ulusalcı sol olarak adı yumuşatılmaya çalışılan ama nasyonal sosyalist nitelendirmesinin daha isabetli olduğu bir kesim var. Milliyetçilikten darbeciliğe, sol adına yapılan lakırdılardan totalitarizme dek uzanan bir çeşniden mürekkep bu siyaset, AKP’ye muhalefet için elinden gelen her türlü dezenformasyonu, manipülasyonu, provokasyonu yapmaya hazırlar. AKP barış mı diyor, sen savaş diyeceksin; ak mı diyor, sen kara diyeceksin. Siyasetteki stratejileri bu.
Bu süreçte gazete yazarları arasında Abdullah Öcalan tahlilleri arttı. Bu konuda yazı döktürenlere bakıldığında bunlar başımıza psikolog, psikiyatr, nörolog, falcı kesiliyorlar. Ve kendilerini gazeteci sanmaya devam ediyorlar. Bu ‘değerli’ tahlillerin ‘zengin’ dili küfürden öteye gitmiyor. Ferasetleri bundan ibaret. Bu gevezeliklere bölgemiz gazetelerinde de bolca rastlamak mümkün. Maalesef yazıya dökülen her şey, ‘yazı’ olmuyor.
Barış sürecine muhalif bir kesim daha var ki, doğrusu bunu pek beklemiyordum. Kendini sol, sosyalist olarak tanımlayan ve ulusalcı soldan apayrı olan bu kesimin bir kısmı, barış sürecinin devam etmemesini istiyorlar. Çünkü Kürt hareketi üzerinden solculuk, devrimcilik taslayan bu kesimler, Kürt sorununun çözümüyle ellerindeki kartları kaybedecekler. Bunların içinden Abdullah Öcalan için davayı satan adam diyecek kadar seviyesiz yazı yazanlar var. Neymiş efendim; Öcalan 1995’e dek sosyalistmiş de, o tarihten sonra sapmış da; uzun yıllar içerde yattığı için gelişmeleri bilmiyormuş da, AKP’yi tanımıyormuş da; falanda filanda!
Kürtler bu mücadelenin yükünü taşıdılar. Kürtler haklarını talep ediyorlar. Dün savaştılar, bugün barışacaklar. Elbette bu mücadelenin hedeflediği hakların öncelikli olarak tümü olmasa bile büyük bir bölümünün alınması kaydıyla. Bütün bu tecrübelere sahip harekete kalkıp akıl vermeye, ayar çekmeye çalışanlara bakar mısınız? Sorarlar adama, siz kimsiniz?
AKP konusuna gelince…
Daha düne kadar milliyetçi, savaşçı dili kullanan Başbakan Erdoğan, bugün barıştan söz ediyor. Bir süreç başlatıldı. Umarım ve dilerim ki, bu süreç barışla sonuçlanır. Böyle olursa Türkiye’nin demokratikleşmesinin önü daha çok açılır. Bu durum ülkenin yararınadır. Başbakan Erdoğan’a, hükümete muhalif olduğum çok yer var. O siyasetlerinin, uygulamalarının karşısındayım. Barış dedikleri için de, bunu destekliyorum.
AKP, barışı ve bu sorunu demokratik bir tarzda çözmek istediği için değil, buna mecbur kaldığı için bu süreci başlattı. Dolayısıyla AKP’ye güvenmemek gerekir diyorlar. Bu cümlenin iler tutar hiçbir tarafı yok. Dünya tarihinde de görüldüğü üzere barış, genellikle mecbur kalındığı için yapılır. AKP ister barışı mecbur kaldığı için istesin, isterse kendi dinamikleriyle istesin; bunda ne kötülük var? Önemli olan sonuç değil mi?
AKP barışı sağlayamazmış, güvenmemek gerekirmiş, AKP’nin seçim hesapları varmış, soruna endişeli yaklaşmak gerekirmiş vs. Tamam, bütün bunları söylemek, barış sürecine destek vermenin önünde bir engel oluşturmaz ki. Yine güvenme, yine endişeli yaklaş, ama barışı da iste! Elbette Osmanlı’da oyun çoktur zihniyetinin cumhuriyete intikal ettiği bu devlete güvenmemek gerekir. Ancak barış da, bu cumhuriyet devletiyle yapılacak. Var mı başka seçenek? Siyaset, aynı zamanda hesap işidir. Varsayalım ki AKP’nin hesapları barışı da sağlayan fonksiyonlara sahip. Önceliği barış olanlar için AKP’nin siyasi hesapları konusu, ikincil bir öneme sahiptir. Barışı istemek ve onu desteklemek, AKP’li olmayı gerektirmiyor!
AKP’ye muhalefet olsun diye barışa muhalefet etme siyaseti, muhalif insana bir tatmin yaşatabilir, ancak onun insanlığından çok şey götürür! Ölüme karşı yaşatmayı seçmek ve bunun için kim olursa olsun el sıkışmak, aynı zamanda ahlaki bir eylemdir. (HŞ/HK)
* Fotoğraf: İbrahim Yakut - Diyarbakır / AA