Kızılderili şef diyor ki; "Toprağı beraberinizde götürebilir misiniz? O zaman neden alıp, satıyorsunuz".?
Kapitalizm götürülemeyecek şeyleri de satabiliyor. Dahası birileri bunu bile bile alıp satmayı sürdürüyor.
Şimdi de hayatları boyunca hiç hastane kurmamış insanlar hepimizin ortak mülkü olan hastaneleri satıyorlar. Oysa her insan bir gün hastalanır ve o hastanelere hizmet almak üzere başvurabilir.
Son 25-30 yılda artan nüfusa oranla, artan gereksinime karşın yeterli hizmet verecek kadar sağlık kuruluşu yapılmamış. Rakamlar böyle söylüyor. Son 20 yıldır insanların sağlık hizmeti alımları tümüyle "özel sektöre" yönlendirilmiş. Ama özel sektörün kazanmayacağı konuda yatırım yapmayacağını kimse düşünmüyor.
Okulları da
Hastaneleri alacak olanların gözü hastanelerin binalarında değil. Gerçekten eski ve tarihi değerleri olanların bir bina olarak da değerleri var. Ama istenen o binalar değil. Çünkü kültürel değerler de, eğer para kazandırmıyorsa kimsenin umurunda değil. Onların derdi, hastanelerin içinde bulunduğu yüksek rant değeri olan arsalar. Onlar insanların sağlığından daha değerli.
Bir süre önce de yine aynı biçimde okulları satmaya karar vermişlerdi. Ne kadarını satabildiler bilmiyorum. Ama bu karar halen yürürlükte. Bir gün sizin mezun olduğunuz okulların satıldığını, yerine iş merkezi, hanlar yapıldığını duyarsanız şaşırmayın.
Geçmişiniz, duygularınız, ilk aşklarınız, ilk kavgalarınız, anılarınız, kısacası belleğiniz o okullarla birlikte kaybolacak. İnsanı egemenlik altına almanın yollarından birisi insanların belleklerini silmektir. Sanırım kapitalimin bir amacı da bu!.
Sattırmayız demiştik, şimdilik satılmadı
Benim mezun olduğum okul da satılığa çıkarıldı. Sanatçıların, bilim insanlarının, aydınların yetiştiği bir okuldur benim okulum. Bunlara kimsenin kulak asmadığını biliyorum. Ama Kabataş Erkek Lisesi aynı zamanda bu tür kararları alan pek çok bürokrat ve politikacının çıktığı bir okuldur da. Onlar da çaresiz!...
Çünkü kararlar başka yerlerde alınıyor. Okulun satılması gündeme geldiğinde "Kabataşlılar" el birliği edip "sattırmayız" demiştik. Şimdilik satılmadı. Ama satılamaz değil.
Okullara dünkü ve bugünkü öğrencileri sahip çıkıyorlar. Geçmiş anılarımız, bugüne kadar uzanan değerlerimiz bu karşı çıkışı oluşturuyor. Bir tür "aidiyet duygusu" gelişiyor çünkü.
PTT Hastanesi de satılmak isteniyor
Ama hastaneler? Şöyle uzaktan bakarak hastanelerin bu anlamda sahiplenilmeyeceğini de rahatlıkla söyleyebiliriz. Herhangi bir hastaneden birkaç kez hizmet alan kişi elbet o hastaneyi kendi mülkü saymaz.
Dahası hastanelerle ilgili duyguları olumlu, anımsamak istenecek duygular da değildir çoğu kere. Ona "muhtaç olmamak" istediğini yineler her gündeme geldiğinde. Dolayısıyla sahibinin kim olduğunun da önemi yoktur bir vatandaş için. Gereksindiğinde kullanmak üzere orada durması yeterlidir.
PTT Hastanesi gibi kurum hastaneleri biraz farklıdır. Oralardan hizmet alan kurum mensupları hastanelerini az çok sahiplenirler. Aidiyet duygusunu onlar daha çok hissederler. Bugün PTT Hastanesi satılmak isteniyor. Ama PTT de özelleştiği için eski PTT'ciler dışında kimsenin sesi çıkmıyor ne yazık ki.
Hastane yerine hipermarket
Bir de özel dal hastaneleri böyledir. Çünkü oralardan hizmet alanlar hep aynı kişilerdir. Onlar da hastanelerine genellikle sahip çıkarlar; kimse onlara kulak asmasa da. En son satıldığı söylenen hastanelerden birisi de Şirinevler'deki Fizik Tedavi hastanesi.
Doğrulama şansım olmadı. Bu konuda "yetkililer" sessiz kalmayı yeğliyorlar. Hastane geniş bir arazi içinde yer alıyor. Üstelik de önemli bir konumu var. Yapanlar ve bugünkü haline getirenler gerçekten epey düşünüp, çok çalıştılar. Bunu çok yakından biliyorum. Hastane bugünkü durumuyla her türden engelli için hizmet verecek nitelikte.
Bu hastanenin arazisi çok önemli ve değerli bir yerde olduğu için satılığa çıkarılmış. Denildiğine göre "Sabancı" almış. Bu araziye büyük bir hipermarket yapmaya niyetliymiş. Ben gidip görmedim ama bahçesindeki ağaçların bir bölümü kesilmeye başlanmış bile.
Benim hastanem de orada
Benim hastanem; "Cüzzam Hastanesi" de oraya çok yakın. Yıllardır benim hastanemle ilgili olarak da benzer şeyler söylenirdi. Şimdi de söyleniyor. Hem gerekçesi diğerlerinden çok daha fazla ve ilk bakışta daha "akla yatkın".
Bizler bir avuç gönüllü insan 25 yıldır çok çalıştık. "Çağ dışı" olduğu söylenen bu hastalığı azaltmak, yok etmek için. Şimdilerde kontrol altına alınmış durumda. Artık cüzzam hastalık olarak ortadan kalkmış olmasa da uğraşılacak bir sorun değil.
Dünyadaki birçok ülkede de böyle oldu. Bugün 9 ülke dışında tüm dünyada bu hastalıktan "kontrol altına alınan bir hastalık" olarak söz ediliyor. Bu ülkelerin bazılarında da eskiden cüzzamlılara hizmet veren sağlık kurumları başka işlevler üstlendiler. Bizde de cüzzamlı hastalar yanında başka hastalıklara bakılıyor artık. 25 yılda biriken bilgi ve deneyim bu alanlarda kullanılıyor.
Azınlıklar gibi
Ama çok daha önemli bir nokta var. Bugün bu ülkede, yaşamının bir evresinde cüzzam hastalığına yakalanmış, geç tanı konulduğu için hastalık nedeniyle sakat kalmış, toplumun ortak dayanışması ve desteğine gereksinen 1500-2000 insan yaşıyor.
Onlar eğer "Ubıhlı" değillerse, yok olmalarına göz yumulamaz. Onlar da tüm korunmaya ve desteğe muhtaç insanlar kadar korunmak istiyorlar.
Eğer yaşlılarımızı, çocuklarımızı, tüm azınlıkları, korumak önemli bir ödevse; cüzzamlıları da korumak aynı oranda önemli. Bu insanlara, 25 yıldır belirli bir hizmet verildi. O insanlar gereksindikleri hizmetleri hep buradan aldılar. Bundan sonra da almak istiyorlar.
Bugün onlar da kurumlarına sahip çıkmak istiyorlar. Ama sakatlar. Pek çoğu Türkçe'yi bile doğru düzgün konuşamıyor. Çok azı okuma yazma biliyor. Dahası yaşlılar ve hastalıkları nedeniyle haklarını arayacak halleri yok.
Onların yerine bu gidişe dur demek için, seslerini yükselten bizlere ise söz konusu kurumların çalışanları olmamız sıfatıyla kulak veren yok. Çünkü satmaya karar veren hükümet, tıpkı hastaneler gibi, kamu çalışanlarını da artık kendisinden görmüyor, kendi insanı saymıyor. Tıpkı cüzzamlılar gibi onlara hizmet edenler de yük olarak görülüyor.
Asıl "bölücülük"!
Aslında sorun çok daha derin. Ülkede büyük bir kamplaşma yaratılıyor şu sıralarda. "Bizden olanlar" ve "olmayanlar" diye toplum ikiye ayrılıyor. Yüzde 24'lük kesim için "bizden" nitelemesi yapılıyor.
Salt maddi çıkarı ve kazancı peşinde olanlar da, "kârları" için buna ses çıkarmıyor, hep "işleri"ne bakıyorlar. İşte asıl "bölücülük" böyle bir kamplaşma olduğu halde kimse bunu böyle adlandırmıyor.
Şimdi sırası gelen ses çıkarıyor. İşçiler, kamu çalışanları, öğretim üyeleri, belirli okullardan mezun olanlar, hasta grupları!... Her birimiz kendi canımız yandığında kendi başımıza ses çıkarıyor, bağırıyoruz. Ama "öteki" için? "Gık"ımız çıkmıyor! "Yanıt yok!" yani.
Eskiden olduğu gibi ortak sorunlar için artık milyonlar meydanlara toplanamıyor, toplanmıyor! O nedenle olmalı ki tüm dünyada kapitalizme karşı çıkanlar ülke ülke dolaşıp belirli yerlerde bir araya geliyorlar.
Tıpkı bugünlerde Mumbai'de (Bombay) olduğu gibi. Çünkü ancak birçok ülkede aynı durumda olanlar belirli yerlerde buluştuklarında bir yekun oluşturabiliyoruz. Kapitalizmin "böl yönet" formülünü bir zamanlar hepimiz fark ettiğimizi söylemiş ve karşı çıkmıştık.
Bugün baktığımda "demek ki başaramamışız" diyorum. Bilmek gerçekleştirmeye yetmiyor demek ki!
Cüzzamlılar yine sokaklara
Şimdi "cüzzamlı" olmayanlar cüzzam hastanesinin satılması konusunda ses vermeyecek. Muhtemelen bu hastane de belirli bir süre içinde satılacak. Salt yerinin rant değeri için hem de. Sonrasında neler olacağını kimse düşünmeden hem de!
Muhtemelen Cüzzamlılar bundan 50 yıl önce olduğu gibi yine sokaklara düşecekler, el avuç açıp dilenecekler. Toplum yine görmek duymak istemeyecek onları.
Cüzzam hastalığında sinirler etkilenir. Cüzzamlı hastaların bedenleri acıyı duymaz. Onların duyarlıkları kafalarının içinde ve yüreklerindedir. Cüzzam mikrobu oraları etkilemez çünkü. Ama topluma bir bütün olarak baktığımda onların bunun tersi durumda olduğumuzu gözlemliyorum.
Bedenlerimiz duyuyor ama aklımız ve yüreğimiz ise sanki cüzzama yakalanmış. Olan biteni duymuyor, görmüyor ve anlamıyoruz. Böyle giderse "yarın"ımız gerçekten olmayacak.
Oysa en az 50 yıldır cüzzamın tedavisi var, biliniyor! Ya vurdumduymazlığın? (MS/NM)