Click here to read the article in English / Haberin İngilizcesi için buraya tıklayın
Akademisyenlere Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın barış bildirisini imzalayan akademisyenler için sarf ettiği “aydın müsveddesi”, “karanlık”, "mandacı" ve “cahil” gibi ifadeler yöneltmesini sorduk.
Prof. Dr. Ayşe Erzan, Türkiye'de hak ve özgürlüklerin bu denli ihlal edilmesine karşı onurlarını koruduklarını söylerken, Tuğrul Eryılmaz akademiyi tartışmak için sadece asgari düzeye ihtiyaç olduğunu ama burada asgari düzeyin dahi olmadığını ifade etti.
Prof. Dr. Şahika Yüksel barışa yönelik taleplerin bu şekilde bastırılmasının mümkün olmadığını dile getirdi.
Prof. Dr. Gençay Gürsoy ise Erdoğan'ın ifadelerinin ardından Anadolu'nun çeşitli yerlerinde akademisyenlerin sadece bildiriye imza attığı için tehditlerle karşılaştığını belirtirken herhangi bir imzacının başına bir şey gelirse bunun sorumlusunun Tayyip Erdoğan olacağını söyledi.
İleitşimci Füsun Özbilgen ise Anayasa sınırları içinde hareket eden muhalifleri bile suçlu göstermeye çalışan iktidarın, kendisi suç işlese de haklı görünmeye çalıştığını ifade etti.
Erzan: Onurumuzu koruyoruz
Akan kan dursun, ölümler dursun, insanın yaşam hakkı savunulsun diyen bir bildiri için neredeyse vatan hainliğiyle suçlayan bir kampanya kabul edilemez bir şey. Bu Türkiye’de ifade özgürlüğü ve temel haklar için çok kötüye işaret ediyor.
Bu öğretim üyelerine karşı soruşturma açılması hatta şimdiden istifaya zorlanması gibi önlemlerin daha ne kadar yaygınlaşacağını bilmiyoruz. Acaba yeniden bir 1402’ler* listesi mi çıkacak karşımıza? Bu öğretim üyelerinin etrafında nasıl birleşilir, nasıl onların hakları korunur gibi şeyleri düşünmemiz gerekiyor. Artık hiçbir ölçüsü kalmamış, ‘böyle şey de olmaz’ dedirten bir biçimde saldırı söz konusu.
Bu sözleri söylerken bir yandan da 26 kişi Ayşe Çelik öğretmene destek için kendimizi ihbar ettik. Bu bildiriyi de imzalarken, kendimizi de ihbar ederken aslında Türkiye’de hak ve özgürlüklerin bu denli ihlal edilmesine karşı onurumuzu koruyoruz.
Sedat Peker’in açıklamasıyla ilgili ise Cumhuriyet Savcılığı bizlerin şikayetine gerek kalmadan yasal tedbirler almalı, çünkü ortada açık bir tehdit var.
* 1402'likler, 1971 yılında çıkarılan 1402 sayılı yasanın ikinci maddesinin 12 Eylül Darbesi'nden sonra 1983 yılında sıkıyönetim komutanlığınca değiştirilerek akademik personelden devlet memuruna kadar kamuda çalışan birçok kişinin görevine son verilmesi olayı. Ayrıca kavram, işten çıkarılanları nitelemek için de kullanılır.
Eryılmaz: Asgari düzey bile yok
Bir ülkenin cumhurbaşkanına hiç yakışmayan ifadeler. En hafif tabiriyle bunu söyleyebilirim. Artık "Barış isteyenin başına bu geliyor" demek bile ayıp.
Bir ülkenin bütün insanları, bütün akademisyenleri, bütün gazetecileri, herkesin aynı dilden konuştuğu bir dünya isteniyor ama bu dünyaya erişmeleri o kadar kolay olmayacak diye düşünüyorum.
Akademisyen, öğretim üyesi dediğimiz insan kapıkulu değildir. Devletin parasını yemek ne demek? Emeğinin hakkını almak, kamuya yaptığının karşılığını almak ne zamandan beri devletin parasını yemek oluyor? Devletin parasını kimler yiyorsa onları bulsunlar, onları suçlasınlar. Akademisyen kapıkulu değildir ve bu işler öyle kolay değildir. Akademisyenler devletin değil, devlet bizlerin parasını yiyor.
Akademiyi tartışmak için asgari bir düzey gerekiyor. Çok fazla değil. Ama burada asgari düzey bile yok.
Yüksel: YÖK emir komuta zincirine göre davranıyor
YÖK 12 Eylül'ün ardından üniversiteleri disiplin altına almak için kuruldu. Bugün de bu görevini askeriyeden değil, sivil alandan gelen emirlerle sürdürüyor.
Barışa yönelik taleplerin bu şekilde bastırılması mümkün değildir. Nitekim bundan sonra imzacıların sayısı artmıştır.
Özbilgen: Yanlış politikalarını desteklemeyen herkese hakaret ediyorlar
Anayasa'nın 26. maddesi çok açık. Herkesin düşüncelerini tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma özgürlüğü var.
Bu hakkın kullanılmasını engellemeye çalışan iktidar, sadece kendi politikalarını zorlamak ve başkaca bir düşüncenin açıklanmasını engellemek için önüne geleni "terörist, dinsiz" gibi yaftalama ve suçlamalarla toplumu baskı altına almaya çalışıyor.
Kendine yönelik eleştirilere hakaret davası açan iktidarın başı, kendi yanlış politikalarını desteklemeyen herkese hakaret ediyor.
Yandaş politikacılar, yandaş basın, yandaş bürokrasi, yandaş adalet yetmedi bir de yandaş mafya palazlanmaya başladı.
Anayasa sınırları içinde hareket eden muhalifleri bile suçlu göstermeye çalışan iktidar sahipleri; kendileri suç işleseler de haklı görünmeye çalışıyorlar. Durum bundan ibaret.
Gürsoy: Birine bir şey olursa sorumlu Erdoğan’dır
1980'li yılları yaşamış bir öğretim üyesi olarak bu gelişmeler bana aydınlar dilekçesiyle ilgili 1980'li yılların başında dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren'in ifadelerini hatırlatıyor. O dönemde aydınlar dilekçesine imza koyan bizler için Kenan Evren, “Vahdettin de aydındı” diye bir cümle kullanmıştı ve çok büyük tepkiyle karşılanmıştı.
Ama darbenin başındaki general bizi bugün cumhurbaşkanının söylediği ifadelerle suçlamamıştı. O bile suçlamamıştı.
1980'lerin başında üniversiteden uzaklaştırıldık, hakkımızda dava açıldı fakat bir kaç duruşma sonra beraat ile sonuçlandı ve üniversitedeki görevlerimize geri döndük.
Bugün Tayyip Erdoğan'ın sarayda uyguladığı yöntem o dönemden çok daha anti demokratik ve baskıcı bir yöntem. Kullandığı ifadeler her taraftaki milliyetçi militan kadroları harekete geçirmeye yetti.
Anadolu'nun çeşitli yerlerinden öğretim üyesi arkadaşlara karşı yöneltilen tehdit ve saldırı haberleri geliyor. Cumhurbaşkanı bu sinyali verdiği anda YÖK harekete geçti, arkasından bir mafya babası kanlarımızla duş yapacağını çekinmeden söyledi. Bunlar Türkiye'de hazır bekleyen bir sürü milliyetçi kadroya işaret vermek anlamına gelir.
Yarın öbür gün bu metne imza koyan arkadaşlarımızın başına bir şey gelirse bunun sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan'dır. Mafya babasının ifadeleri üzerine hükümet 1218 kişi koruma tahsis etmek zorundadır. Böyle bir tehdidin müsebbibi bu iktidarın başında olan saraydır. (EKN/NV/YY/HK)