Boğaziçi Üniversitesi, geçen sene görevden alınması mahkeme tarafından hukuksuz bulunmasına ve işe iade edilmesine rağmen, ikinci kez üniversiteyle ilişiğini kestiği öğretim görevlisi ve belgesel sinemacı Can Candan’a 15 Ağustos’ta tebligat göndererek ofisini 3,5 saat içinde boşaltmasını istedi.
Bu ani tebligat sonrası, meslektaşları ve öğrencileri ile birlikte ofisindeki eşyalarını toplayan Candan, “Son 20 ayda araştırma merkezlerinin boşaltıldığını, eşyaların, kitapların oraya buraya atıldığını gördüğümüz için aynı şeyin benim kitaplarıma, film arşivime de yapılmaması için toplamanın doğru bir hareket olacağını düşündük” dedi.
“Barış akademisyenlerinin yaşadıklarını düşündüm”
Candan ofisini boşaltırken Barış Akademisyenleri’nin başına gelenleri ve aynı hukuksuzlukların halen sürdürüldüğünü düşündüğünü söylüyor:
“Barış akadmeisyenleri arkadaşımız, meslektaşımız ofislerinden çıkmak zorunda bırakılmışlardı. Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) hukuksuz şekilde görevinden alınan arkadaşlarımız görevlerine iade edilmedi, kayıpları da hiçbir anlamda tazmin edilmedi. Haksızlıklar, hukuksuzluklar devam ediyor.
“Tabii Boğaziçi’nde yaşananların farklı tarafı da var, birçok üniversitede KHK’larla atılan barış akademisyenlerine üniversitelerinde sahip çıkılmamıştı lakin Boğaziçi akademisyenleri ve camiası bana yapılan bu muameleyi kabul etmiyor. Kendimi desteklenmiş hissediyorum, yalnız hissetmiyorum.”
Ofisi boşaltmanın onun için sorun teşkil etmediğini ise şöyle ifade ediyor: “Benim Boğaziçinde yüzlerce ofisim var. Ben gitsem yılın her günü ayrı bir ofiste çalışırım.
“Neden bunu yaptıklarını hepimiz biliyoruz. Diyorlar ki görünür olan, bu direnişin kaydını tutan, fotoğraflarını, videolarını herkesle paylaşan, basınla konuşan, sözünü sakınmayan bir kişi var burda. “Bundan nasıl kurtulabiliriz?”in yollarını arıyorlar.”
Neden üniversite yönetiminin hedefinde?
Candan, öğretim görevlisi kadrosunda olduğundan dolayı “kolay hedef” olarak seçildiğini düşünüyor:
"Öğretim görevlisi kadrosu daha kırılgan, belirli sürelerle yenilenmesi gereken bir kadro. Doçent kadrosu gibi sürekli bir kadro değil. Dolayısıyla hem görünürlüğü sebebiyle ağız sulandıran, hem de kırılgan bir yasal kadroda olmam sebebiyle kolay bir hedefim."
Neden doçent kadrosunda olmadığını ise şöyle açıklıyor:
"Benim aslında nihai bir diplomam var. ABD’de güzel sanatlar alanında alınabilecek en yüksek dereceye sahibim ben. Türkiye'ye döndüğümde YÖK benim ABD’den aldığım güzel sanatlar nihai diplomasına eşdeğer olduğunu anlamadığı için, denklik konusunda sıkıntı çıktığı için ben öğretim görevlisi kadrosundayım. 1999'da benimle birlikte mezun olan arkadaşlarım şuan ABD’de en azından doçenttir, çoğu profesördür.
"14 yıl aynı kadroda çalıştım"
Candan'a, bir tebligatla öğretim görevlisi olarak doldurması gereken ders süresini doldurmadığı gerekçesiyle kadro süresinin uzatılmadığı bildirilmişti. Candan, bu husustaki düşüncelerini şu sözlerle dile getirdi:
"Öğretim görevlileri haftada 12 saat ders vermelidir, bu adam 12 saati doldurmamış diyorlar. Burada bir saçmalık var. Ben 14 yıl boyunca aynı kadroda çalışmışım ve şu ana kadar hiçbir sıkıntı çıkmamış. Kimse gelip de ‘yeterince saat ders vermedin’ dememiş bana. Düşünün, üniversiteyi yönetiyorsunuz, bir akademisyen yeterli saat ders vermiyorsa, bir kere akademisyenden bunun talep edilmesi lazım.
Biz akademisyenler kafamıza göre ‘arkadaşlar ben bu dönem kendimi biraz yorgun hissediyorum, haftada bir saat ders vereceğim’ ya da ‘bu dönem hiperaktif oldum, 30 saat ders vereceğim’ demiyoruz. Bizim ders verdiğimiz bölüm, enstitü, bizden -tabii belli bir iş ahlakı ve kuralları çerçevesinde- ne talep ederse onu veriyoruz.
Boğaziçi Üniversitesinde genelde dönem başına ikişer ders verilir, çoğunlukla böyledir. Bazen üç, bazen bir de verirler ama denge tutturulur, herkes aşağı yukarı aynı saat ders verir. Benim durumum da 14 sene boyunca böyleydi."
“12 saat ders vermememle ilgili sıkıntın varsa gelip benden bunu talep edersin. Böyle bir şey hiç dillendirilmedi. Ben bir şeyi karşılamıyormuşum gibi, sanki işimi yapmıyormuşum gibi algı oluşturulmaya çalışılıyor. Kamuoyu önünde “işini yapmıyor!” demeleri çok ayıp. Hem doğru değil, hem de itibar zedeleyici.
Tebligatla “Biz ona disiplin cezası verdik, onun için onunla birlikte çalışamayız” deniyor. “bu ilişkide şiddetli geçimsizlik var” demek gibi bir şey bu. Benim bu insanlarla duygusal bir ilişkim yok ki, ker şeyin kuralı vardır üniversitede. Siz o kurallara uyarsınız ya da uymazsınız. Geçinemiyoruz ne demek? Kimsenin kimseyle geçinme gibi bir zorunluluğu zaten yok.
Disiplin cezasını, bunu bir sebep olarak sunarak işime son vermek için verdileri bariz ortada. O da başka bir komedi.
Haziran 2021 tarihli bir tweet atmıştım. Ileri haber isimli portalda yayımlanan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Başkanı Erkan Baş’ın iki tane sözünü tırnak içine alarak, İleri Haber’in paylaşımını da alta ekleyerek, tam bir alıntı yaparak paylaşmıştım. Bu sözleri ben söylemişim gibi, beni amirlerime hakaret etmekle suçluyorlar.”
Geçen hafta disiplin cezasının iptali için dava açtık. Aynı zamanda da geçen sene yaptığım gibi bu görevden alınma işleminin hukuksuz olduğuyla ilgili bir başka dava daha açtık. Dolayısıyla iki yeni davayla devam ediyoruz.”
“Akademisyenin dersini engellemek kamu zararıdır”
“Geçen sene açtığımız davanın sonucunda çok kolay olmadı ama aylar süren mücadele sonucunda yürütmenin durdurulması kararı da çıkartırdık mahkemeden. Hukuksuz olduğunu yapılan işin mahkeme tescillemiş oldu.
Şimdi benzer bir işlem tekrar yapılmaya çalışılıyor. Yani ikinci kez hukuksuzluk yapılyor. Bir de geçen sene bir yıl boyunca dört adet dersimin açılması engellendi. Bir yandan devlet bana maaş ödemek zorunda kaldı çünkü mahkeme sonucunda bu yapıldı, bir de ama o maaşın karşılığı benim çalışmam engellendi. Ondan sonra bana son sundukları gerekçelerden bir tanesinde “akademik çalışma yapmadığı gözlemlenmiştir” diyor. Beni kampüse almıyorsun, ders vermemi engelliyorsun, ondan sonra akademik çalışma yapmadığımı diyorsun. Abes bir durum var burada, kötü niyetli olduğu çok net. Bir taraftan da kamuyu zarara uğratıyor. Sen bir akademik yıl boyunca maaş verdiğin insanın derslerini engelliyorsun.”
“Aa, biz senin işine son vermiştik”
"Kağıt üzerinde 16 Temmuz 2022 tarihinden itibaren işime son verildiğini 9 Ağustos 2022’de öğrendim. Yani aradan 24 gün geçmiş. Birisini işten çıkaracağınız zaman sözleşmeni yenilemeyeceklerini, kadro süresini uzatmayacaklarını bunu o kişiye önceden söylemeniz lazım. Belli bir yasal süre öncesinden bildirim yapmanız gerekiyor bildiğim kadarıyla. İnsanlar ona göre belki iş arayacak, yerine göre taşınması, evinden çıkması gerekecek.
“'Aa, biz 24 gün önce senin işine zaten son vermiştik' demek çalışanın hakkını korkunç bir ihlaldir. Dolayısıyla 9 Ağustos’tan itibaren ben geriye dönük olarak Boğaziçi’ndeki kadro süremin uzatılmadığını öğrendim. Hemen işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması için dava açtık zaten, şimdi onu bekliyoruz."
"Geçen sene Ağustos’ta dava açtık, yürütmeyi durdurmak yerine alt mahkemeye topu geri attılar. Bu süreçte benim lehime karar vermeme gibi bir niyet var, mahkemeler kontrol ediliyor siyasi iktidar tarafından ya da baskı altında hissediyorlar kendilerini. Geçen seneki davada ancak dördüncü mahkeme kararında lehime sonuç alabildik. Her mahkemenin karar süreci en az bir ay ileri atıyor."
“Beklentimiz, yürütmenin durdurulması”
Candan’ın beklentisi, yürütmenin durdurulması kararı verilmesi:
“‘Kağıt üzerinde Boğaziçi ile hiçbir alakam kalmadı.’ Tabii bir de işin reel tarafı var, Boğaziçi’nden ayrılmam hiçbir şekilde söz konusu değil. Beni Boğaziçi’ne seçilmiş rektör, seçilmiş dekan ve onların içinde yer alan kurullar beni Boğaziçi’ne kabul etti. Dolayısıyla beni ancak ve ancak o kurullar meşru şekilde görevden alabilir. Bu gayrimeşruluğu ne ben ne de Boğaziçi camiası kabul ediyoruz.”
“Bunlar olurken ‘gidip film yapayım’ diyemedim”
Boğaziçi akademisyenlerinin direnişi ile her gün ilgilenmeniz, görüntüleri basın ile paylaşmanın, kendisini için ne anlama geldiğini Candan, şöyle açıklıyor:
“Başımıza bu felaket geldiğinden itibaren ister istemez ben odağımı buraya kaydırmak zorunda kaldım. Bir akademisyen, bir aktivist olarak tepkisiz kalamazdım olanlara. Akademisyen sorumluluğu bunu gerektiriyor. Tüm bunlar olurken ben gidip ‘şu şu konudaki belgesel filmi yapacağım’ demeyi doğru bulmadım.
Eli yüzü düzgün fotoğraflar, videolar çekerek her gün dünya alemle paylaşayım ki verdiğimiz mücadele görünür olsun, diye düşündüm. Bir nevi mesleğim zaten yaptığım, belgesel sinemacıyım. Bir direnişi 20 aydır belgeliyorum. Herkes farklı şekilde katkıda bulunmaya çalışıyor. Kimi akademisyenler de gidiyor Ankara’da siyasi partilerle buluşuyor. Ben şahsen hoşlanmam böyle ortamlardan. Bu da benim verebileceğim katkı.”
“Önemli bir mücadele içindeyiz”
Candan, verdikleri mücadelenin işini daha iyi yapması için onu destekleyip desteklemediğine yönelik sorumu ise şöyle yanıtladı:
“Tabii ki motive ediyor. Zaten böyle bir motivasyon olmasa her gün her gün bu kadar mesai buna harcanmaz. Bir, etkili olduğunu düşünüyorum yaptığımızın. İki kamuoyunda karşılığı olduğunu düşünüyorum. Önemli bir mücadele içinde olduğumuza inanıyorum. Bir de birlik olmanın, gerçekten inandığımız şeyi birlikte yapabilmenin müthiş bir tatmin duygusu var.”
Medyanın içinde bulunduğu durum hakkında “Tabii Türkiye’de medyanın durumu ortada. Bir tarafta iktidarın suyuna giden medya, diğer tarafta baskılara rağmen bağımsız kalmaya çalışan medya var. Bir de hapiste olan yüzlerce gazeteci arkadaşımız var." ifadelerini kullanan Candan, direnişin yankıları hakkında şöyle söyledi:
"Evet, haklı olarak insanlar geçim derdindeyken, savaş durumları varken, mültecilerin başına gelenler dururken gündemde Boğaziçi Üniversitesinin direnişinin olması zor. Anlıyorum ama bu mesele Türkiye’nin bir meselesidir de aynı zamanda.”
“Akademinin kendiyle hesaplaşması gerek”
Candan'a göre Türkiye akademisi, karşı çıkmadığı sorunlar konusunda özeleştiride bulunmalı:
“Topluca gerekli tepkiyi zamanında verebilseydik birçok şey yaşanmazdı ülkede. Bazı nedenlerden dolayı biz bunu yapamadık. Başka üniversitelerde tepki verilmedi onun için Boğaziçi’nin başına bunlar geldi demiyorum. Bunu tersten de söyleyebiliriz. Biz tepki vermediğimiz için de yaşandı.
Bu kadar sene Yükseköğretim Kurulu’nu (YÖK) kabul etmiş bir akademiden bahsediyoruz. YÖK’ü, 80 darbesi kurumudur, biz kabul ettik, normalleştirdik, meşrulaştırdık. Akademinin kendiyle hesaplaşması, öz eleştiri yapması gerekir. ‘Biz şu ana kadar hangi sorunları dile getirmedik ki bunlar başımıza geldi?’ diye sorması gerekir.” (BG/AS)