*Hak etmedikleri makamlarda insanların ekmeğiyle oynayanlar, kendi küçük iktidarlarını yaşatmaya çalışıyorlar.
*Özgür ve eleştirel düşünce bir katalog suç haline getirilmiş.
*Üniversiteler bilimsel üretimden uzaklaşıp birer sosyalleşme alanına dönüştürülmüş durumda.
Türkiye akademilerinin geldiği noktayı sözlerle bu sözlerle eleştiren kişi geçen haftaya kadar, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) sosyoloji bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yapan Sibel Bekiroğlu.
Bekiroğlu, 2 Ekim 2024 tarihinde “görev uzatma talebinde bulunmadığı” ve “hizmetine ihtiyaç duyulmaması” gibi gerekçelerle bölüm ile ilişiğinin kesildiğini duyurdu.
Kendisine bölümle ilişiğinin kesildiğinin bildirildiği yazışmada, 1 Eylül 2016 tarihli bir KHK ile muaf tutulduğu taahhütname gerekçe gösterilerek tazminat talebinde de bulunuldu.
Ayrıca, Bekiroğlu’yla birlikte 7 akademisyen hakkında dekanlık tarafından suç duyurusunda bulunuldu. Suç duyurusunun içeriği ile ilgili bir bilgi paylaşılmazken, akademisyenler pazartesi günü ( 7 Ekim) ifade verecek.
Sonrasında Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Şaban Doğan ile bir görüşen ve görüşmenin tutanağını Fakülte'ye vermek isteyen Bekiroğlu'nun tutanağı alınmadı. Bekiroğlu, özel güvenlik görevlileri ve terörle mücadele ekiplerinin çağırılması sonucunda üniversiteden çıkarıldı.
Bekiroğlu, akademideki tanıklıklarını anlattı.
“Pek çok girişimim oldu fakat hiçbirine yanıt alamadım”
İKÇÜ’de işe başladığından beri devam eden bir baskıya maruz kaldığını belirten Bekiroğlu, şunları söyledi:
“Beni işimden ederek bu durumu hem kanıtlamış hem de taçlandırmış oldular. Hem geçtiğimiz eğitim öğretim yılı Bahar döneminde hem de yeni başlayan yılın içinde bulunduğumuz Güz döneminde Sosyoloji Bölümü’nde ders açmak istediğimi o dönem Bölüm başkanı olan Osman Konuk’a, onun işten ayrılması sonrasında ise yeni Bölüm başkanı Halil Saim Parladır’a bildirdim.”
“Bilimsel bir araştırma projesi üzerinde çalıştığım ve başvuru sürecine başladığım için bizzat Dekan Şaban Doğan tarafından tebrik edildim. Talepte bulunmama gibi bir durumun aksine, hizmet vermek istediğime ilişkin pek çok girişimim oldu fakat hiçbirine yanıt alamadım.”
“Bağlı olduğum Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı başkanı Yılmaz Yıldırım, bölüm başkan yardımcıları Muhammet Ertoy, Emrah Başaran ve Fatih Kahraman’a (eski bölüm başkan yardımcısı) yaşadığım sorunlar ve taleplerim ile ilgili kurumsal yollarla ulaşmaya çalıştım. Taleplerim çoğunlukla görmezden gelindi ve neredeyse hiçbir e-postama cevap almadım.”
Üniversitede yıldırma politikaları ve mobbing
Sunulan ikinci gerekçenin de aynı şekilde temelsiz olduğunu söyleyen Bekiroğlu, İKÇÜ Sosyoloji bölümünün, hizmet ihtiyacını bizzat YÖK’e 2015 yılında bildirdiğini aktardı:
“Öğretim Elemanı Yetiştirme Programı’nı (ÖYP) tamamladığımda nitelikli eğitim vermek üzere benim gibi pek çok insana bütçe ayrıldı. Bunun yanı sıra, işe başlamam ile birlikte yönergesi-mevzuatı olmayan çeşitli koordinatörlüklerde görevlendirildim.”
“Bu bezdiri ile karşılaşan bir diğer araştırma görevlisi meslektaşım Damla Topbaş, benim de 1 yıldır şahit olduğum bölümün ve dekanlığın yıldırma politikası sonucu istifa etti. Yine aynı bölümde Doç. Dr. Selin Önen hocamız da kuvvetli bir mobbing dosyası ile dava sürecini başlattı. Bu bezdiri politikası sonucunda bölümde görevli 4 araştırma görevlisinden benim de atılmam sonucunda 1 araştırma görevlisi kaldı.”
“Bu uğultu çok geçmeden bir koroya dönüşebilir”
“Benim ilişiğimin kesilmesi üzerine pek çok İKÇÜ emekçisi destek mesajlarını ilettiler. 4D’li işçisinden idari personeline pek çok farklı kadroda sorunların yaşandığına ilişkin şikâyet iletilmiş oldu. Korkunun hüküm sürdüğü böyle bir ortamda insanların bir araya gelmesi ve haklarını talep etmesi, gelecek kaygısı ve güvencesizlik ile birleşince elbette bir sessizliğe neden oluyor. Ancak fısıltılar her yanı sarmış durumda. Bu uğultu çok geçmeden bir koroya dönüşebilir. Benim bildiğim kadarıyla şimdiye kadar iş akdi feshedilen bir çalışan olmamış. Fakat bu tasfiye dalgası, tarihin de bize gösterdiği gibi en alttan ve en savunmasızdan başlar ve önüne kattıklarıyla güçlenir. Buna karşı açık bir bilinçle ve haklılığın verdiği özgüvenle durmak gerektiğini düşünüyorum.”
Kahvehaneye dönüştürülmüş üniversiteler
Üniversitelerde, kamu finansmanıyla birilerinin hayallerinin gerçekleştirildiğini söyleyen Bekiroğlu, sözlerine söyle devam etti:
“Hak etmedikleri makamlarda, sabah anahtarını çevirdikleri bir ofiste akşama kadar bilimsel üretimden ne kadar uzak olunabilirse o kadar uzak kalmaya çalışarak insanların ekmeği ile oynayanlar, kendi küçük iktidarlarını yaşatmaya çalışıyorlar. Onlara tahsis edilen yetkiler ellerinden alınana kadar kullanıyorlar. Bilimsel üretimden ne kadar uzak olursanız o kadar kanaatler dünyasına giriş yaparsınız. Kanaatin temellendirilmesi gerekmez. O öyle düşünür ve eğer yetkisi varsa öyle oldurur. Kahvehanelerde de bu kültür hakimdir. O erillik, temelsiz bir özgüven getirir ta ki hakikatle yüzleşene kadar. Birileri çıkıp ‘dayıcım, amcacım, yaptığın doğru ve ahlaki değil’ dediğinde telaşlanır ve öylece kalırlar. Burada olan durum da budur.”
“Hep ‘öteki’ olarak kaldım”
“Ben, ev emekçisi bir anne ve inşaat işçisi bir babanın çocuğu olarak üniversite denen politik kurumda bir ‘ayrık otuydum’. Akademide hep ‘öteki’ olarak kaldım. Özgür ve eleştirel düşünce, bir katalog suç haline getirilmiş. Üniversite denen mekanlar, birer sosyalleşme alanı dışında işe yaramayan kurumlara dönüştürülmüş durumda. Sevgili Hocam Hasan Ünal Nalbantoğlu’nun tabiriyle kimsenin “derdinin” olmadığı ve bilimin çok uzaklarda olduğu bir distopya.”
“Tüm bu baskı ortamına rağmen inatla ve ısrarla üretmeye devam eden ayrık otları ve onların yanında filizlenen güzel çiçekler var. Pek çok öğrencim ağır koşullarda çalışarak, ciddi maddi imkansızlıklar içerisinde umutla boy vermeye ve çiçek açmaya devam ediyor.”
“Kurumdan uzaklaşırken parçası olduğunuz hakikate yaklaşırsınız”
Bekiroğlu, 2022 yılında mahkemeye sunduğu ifadesinde bu “öteki olma” durumunu şu şekilde açıklamıştı:
“Türkiye’de adalet mücadelesinin uğraklarıyla ilgili sevdiğim bir kitap şöyle başlıyor: ‘Irmağın hakikatini kavrayabilmek için, akıp giden suyun yanında durup izlemekten fazlasını yapmanız gerekir.’ Ortaya çıktığı günden itibaren kurum olarak üniversite tam da bu ırmağın kıyısında yükselen korunaklı bir zaviye alanıdır.”
“Akıp geçen ırmağın ‘hakikatini’ kurumun penceresinden vakur bir edayla ve ‘işinin ehli’ sıfatıyla arayan bol atıflı akademisyenler, ‘suya sabuna’ dokunmadan mesleklerini icra edegelmişlerdir. Bunların arasında çalışma alanı ‘kurumlarda mobbing ve baskı’ olan ama çalıştığı bölümde yaşanan bir şiddet olayında failin yanında saf tutan profesörler de vardır, toplumsal cinsiyet çalışıp LGBTİ+ların üniversitenin orta yerinde polis şiddetine maruz kalmasına gözlerini yuman ve hatta pencerelerini kapatanlar da olmuştur. Bunların arasında ‘görevlerini’ üstün başarı ile gerçekleştirenler, televizyon programlarında ellerine çubuklar verilip ödüllendirilir.”
“Noam Chomsky; kendi önyargılarına sorular üreten bu tür entelektüellerin, onları bir kurumun parçası yapan ‘görevlerini’ icra etmelerini eşyanın tabiatına aykırı bulmaz. Aksine, onların varoluşları bu kurumsal illiyet üzerinedir. Fakat, Chomsky ekler ve entelektüelin ahlaki sorumluluğundan bahseder. İşte bu ikisi, yani görev olarak yüklenenler ile ahlaki ve politik sorumluluk, birlikte var olmalarını imkansızlaştıran karşıt bir ilişki içindedirler. O ırmağa atlamaya bir kere karar verirseniz, çeşitli ayrıcalıklar sunan kıyıdaki konfor alanından uzaklaşacağınızı bilirsiniz. Elbette kurumdan uzaklaşırken parçası olduğunuz hakikate yaklaşırsınız.”
Sibel Bekiroğlu hakkında
Barış İçin Akademisyenler imzacısı olan Sibel Bekiroğlu, 2013’te ODTÜ sosyoloji ve felsefe bölümlerinden mezun oldu. Aynı üniversitede yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamladı. 2015 yılında Öğretim Elemanı Yetiştirme Programı kapsamında İKÇÜ’ye atandı. İlgili bölümde lisansüstü programların olmaması nedeniyle eğitim hayatına ODTÜ’de devam etti.
AKADEMİSYEN YARGILAMALARI
Sibel Bekiroğlu'nun Beyanı
AKADEMİSYEN YARGILAMALARI
Sibel Bekiroğlu'na 1 Yıl 3 Ay Ceza
(ET/EMK)