*Görsel: Pixabay
* Altınbaş Üniversitesi de pandemi döneminde 73 kişiyi işten attı.
* Özellikle vakıf üniversitelerinde ücretsiz izne ayırmalar sebebiyle akademik ve idari personel ücret ve hak kayıpları yaşadı.
* Çevrimiçi (uzaktan) eğitim salt pandemi döneminde moda olmuyor ve salt acil öğretim yöntemi olarak uygulanmıyor. Aksine bu eğitim metodu, akademik emeğin giderek güvencesizleştiği, üniversite kampüslerinin ticarileştiği ve bütün bunların serbest piyasayla uyum içerisinde pazarlanabilir hale getirildiği bir bağlamda yaygınlaşıyor.
* Öğrenciler tarafından bakıldığında ve öğrencilerin koşulları düşünüldüğünde ise katmanlı eşitsizlikler olabileceği not edilmeli.
Veriler, Pandemi Sürecinde Yükseköğretimin Değerlendirilmesi Raporunu’ ndan.
Raporu, Feminist ve Queer Araştırmacılar Ağı, Uzaktan Eğitim Çalışma Grubu'ndan dört akademisyen Simten Coşar, Elifcan Çelebi, Emine Sevim ve Gülden Özcan hazırladı.
Pandemi döneminde akademisdeki eğitsizliklerin ve güvencesizliğin arttığına dikkat çeken akademisyenler, çözümün sendikal örgütlenmeden geçtiği görüşünde.
Ayrıca, akademisyenler, “Ders içeriklerinin akademik üretim ve paylaşım ürünleri olduğu göz önüne alınarak ders kayıtlarının akademiklerin telif haklarından başlayacak şekilde ve fakat bu taktik aracı esas kılmadan akademik müşterekler ilkeleri temelinde yapılmasını önerdik” diyor.
Araştırmanın detaylarını Simten Çoşar, Elifcan Çelebi, Emine Sevim ve Gülden Özcan anlatıyor.
“Akademisyenler ders verirken derslerin kayıt altına alınması ile ilgili endişe duydu”
Bu raporu hazırlama fikri nasıl oluştu?
Elifcan Çelebi: Dayanışma toplantılarında yapılan deneyim paylaşımlarında hem Türkiye’de hem de üyelerin bulunduğu farklı ülkelerde uzaktan eğitimin yerleşik eğitim metodu haline gelmesi ile birlikte ders veren üyelerimizin benzeşen ve farklılaşan sorunlar yaşadığını tespit ettik.
Her ne kadar uzaktan eğitim yeni bir olgu olmasa da esas ve yaygın eğitim metodu haline gelmesine hazırlıklı olunmadığını ve bu süreçte yeterli desteğin alınamadığını gördük. Yaptığımız toplantılarda vakıf üniversitelerinde çalışan arkadaşlarımız maaşlarında kesintiler olduğunu ve iş kaybı tehdidi altında olduklarını paylaştılar.
Özellikle teknik zorluklar, dersin ön hazırlık süreci, kayıt hazırlamak gibi sebeplerden dolayı akademikler iş yüklerinin arttığını ve ders hazırlama ve verme süreçlerinin zorlaştığını belirttiler. Yine vakıf-kamu üniversitesi ayrımı olmaksızın katılımcıların önemli bir kısmı toplumsal cinsiyet gibi sağ popülist partilerin ve dini cemaatlerin kesintisiz saldırısı altında olan konu başlıklarında ders verirken derslerin kayıt altına alınması ile ilgili endişe duyduklarını söylediler.
Bunlar meselenin akademisyenler ve ders verenler tarafından gözlemleyebildiğimiz ve tespit edebildiğimiz kısmı. Bir de öğrencilerin yaşadığı katmanlı eşitsizlikler kısmı var. Ayrıca deneyim paylaşımlarında ortada ciddi bir kavram kargaşası olduğunu fark ettik, bu süreçte sıklıkla kullanılan, bazen birbiri yerine bazen birbiri için ama çoğunlukla tanımlanmadan geçen uzaktan eğitim, çevrimiçi eğitim, kitlesel eğitim gibi birçok kavram kullanılıyordu.
Eğitim teknolojilerinin karlı ve hızla büyüyen bir alan olması da dikkatimizi çekti. Buradan yola çıkarak dayanışma toplantılarına düzenli katılan bir grup FQA üyesi olarak Uzaktan Eğitim Çalışma Grubunu kurduk. Uzaktan eğitim konulu toplantılar düzenledik, ders verme deneyimlerini paylaştık, gönüllü sendika temsilcileri ve avukatlarla görüştük. Yayınladığımız Pandemi Sürecinde Yükseköğretimin Değerlendirilmesi raporu böyle bir sürecin ilk çıktısı.
“Okan Üniversitesi, Altınbaş Üniversitesi, Toros Üniversitesi pandemiyi akademik ve idari kadroların hak ihlallerine vesile etmekte başı çektikleri söylenebilir”… Bunu örneklerle açıklar mısınız?
Gülden Özcan: O alıntıda aslında basından izleyebildiğimiz kadarıyla işten çıkarmalarda, maaş kesintilerinde ve ücretsiz izin zorlamasında sayıca başı çeken üniversiteler var.
Basında yer alan haberlere göre, bu üniversitelerdeki akademisyenler ücretsiz izne çıkarıldı, hak kayıpları yaşatıldı ve araştırma görevlilerine daha az maaş alacakları ve bilimsel çalışmalarda yer alamayacakları pozisyonlar önerildi. Öte yandan basına yansıyamayan birçok hak ihlali olduğunu, FQA’nın halihazırda vakıf üniversitelerinde öğretim elemanı olarak çalışan ve/ya da ders veren birçok üyesi ile görüşmelerde takip edebildik.
Dayanışma toplantılarımızda ve ağ içerisindeki paylaşımlarda zaten mevcut ve olası hak ihlâllerini bireysel ve doğrudan deneyimler ve tanıklıklar kapsamında konuşuyorduk ve öngörüyorduk. Raporu hazırlarken bunları takip etmeye başladık, gazete haberlerini derledik ve ağ içerisinde ders verenlerle grup halinde görüşmeler yaptık.
Bizim kendi danışma toplantılarımızda dinlediğimiz ve derlediğimiz anlatılarda çok daha farklı ve katmanlı hak kayıpları olduğunu belirtelim. Ancak, kişi bilgilerini vermeden paylaşabildiğimiz deneyimler ve tanıklıklar raporun arka plânını kurdu ve genel hatlarını çizmemizde belirleyici oldu. Önerilerimizi geliştirirken önemli referanslardan birini oluşturdu.
Burada altını çizmemiz gereken önemli bir düzenleme var. Pandemi döneminde 17 Nisan’da İş Kanunu 9. Madde’de değişiklik öngören bir düzenleme yapıldı. Bu madde, pandemi döneminde iş sözleşmelerinin feshini (işten atılmaları) zorlaştırılıyor gibi gözükse de iş ahlâkına ve iyi niyet kurallarına uymayan halleri işten atılmaya gerekçe olarak göstermeye devam ediyor ve daha önemlisi işverenlerin çalışanları ücretsiz izne ayırmasını kolaylaştırıyor.
Düzenlemeye göre, bu süreçte işveren tarafından zorla ücretsiz izne ayrılmak işçiye haklı nedene dayanarak sözleşmeyi fesih hakkı vermiyor. Bu düzenleme sadece yükseköğretimde ve vakıf üniversitelerinde değil birçok sektörde, işveren işçiyi zorunlu olarak ücretsiz izne ayırıp ücretini ödemediğinde, işçinin haklarını talep edememesi sonucunu doğuruyor. Pandemi öncesinde de istisnai olmayan akademik tasfiyeler pandemi süreciyle birlikte hız ve yeni bir boyut kazandı
“İktidar belirsizlik ve güvensizlik ortamı yarattı”
İktidarın hangi politikaları bu hak gasplarına zemin oluşturdu ve üniversite yönetimlerinin işini kolaylaştırdı?
Emine Sevim: Üniversite yönetimleri, tarihsel olarak iktidarın politikalarına fazlaca bağlı zaten Türkiye’de. Ancak, Temmuz 2016 sonrası iktidarın resmî ve gayrı resmî kanallarla kurduğu baskının artması YÖK’ün anti-demokratik merkeziyetçi yapısı sayesinde son derece kolaylaştı. Bilindiği gibi KHK’ler aracılığıyla hem çalışanlar bir gecede işsiz bırakıldı hem de kurumlara ilişkin düzenlemeler yapıldı.
KHK’lerle ihraç edilen akademisyenlerin nasıl ve neye göre belirlendiği sorusuna YÖK, “üniversitelerden listeler geliyor” diye cevap verdi; rektörler ise “listeler YÖK’te oluşturuluyor” diye cevap verdi. Neticede iktidarın belirsizlik ve güvensizlik ortamı yaratarak kurduğu baskı politikası üniversite yönetimlerinin daha fütursuz davranmalarını sağladı. İnsanların çalışma haklarından ifade özgürlüklerine kadar her şey KHK’lerdeki muğlak ifadelerle gasp edildi ve kısıtlandı. Üstelik bunlara itiraz edebilme yolları da yok denecek durumda. Dolayısıyla iktidarın hukuksuzluk politikasının ürünü olan tüm bu uygulamaların benzerlerini üniversitelerde aynı şekilde görebiliyoruz.
Nasıl?
Emine Sevim: Vakıf üniversiteleri ve taşra üniversiteleri başta olmak üzere her yerde üniversite yönetimi çalışanlara bir gecede aldıkları kararları dayatıyorlar. Sözleşmelerde değişiklikler yapıp imzalatma, iş yükünü artırma, ardı arkası kesilmeyen soruşturmalar açma, mobbing uygulama gibi çalışma ortamını zorbalıkla yönetme biçimlerinin hepsi üniversitelerde mevcut. Daha detaylı görmek açısından TİHV Akademi’nin ve İHO’nun raporlarına bakılabilir.
Çok çarpıcı detayları içeren bu raporlarda son dönemde akademide yaşananlar ağır insan hakkı ihlali olarak ifadesini buluyor. Benzer biçimde bu süreçleri takip eden ve kamuoyuyla paylaşan Eğitim-Sen’in raporları ve değerlendirmeleri yükseköğretimin durumuna dair bilgiler veriyor.
Pandemi sürecinde ise iktidarın ve onun üniversitelerdeki uygulayıcılarının daha da katılaşarak bu politikayı sürdürdüğüne tanık oluyoruz.
YÖK de zaten pandemi sürecinde yaptığı tüm açıklamalarda iktidarın politikalarını harfiyen uyguladığının altını çiziyor ve üniversite yönetimlerinden beklentilerin bu yönde olduğunu vurguluyor. Biz bu raporda bunları da inceledik. Aynı gün (17 Nisan 2020) çıkarılan iki kanun (7244 ve 7234 sayılı kanunlar) ile akademik tasfiyelerin hızlandırılmasının, düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının, üniversitelerde akademik ve idari personelin hak ve ücret kayıplarının artıracak düzenlemeler yapıldığını gördük.
Türkiye’de sendikal örgütlülük ve mücadeleye yönelik saldırıları da göz önünde bulundurduğumuzda üniversite yönetimlerinin çalışanlarından öğrencilerine kadar bünyesinde barındırdığı tüm kesimlerin belirsizlik, hukuksuzluk, güvencesizlik ile karşı karşıya olduğunu ve bunun pandemi döneminde artarak sürdüğünü söyleyebiliriz
“Eleştirel düşünme kriminalize ediliyor”
Akademideki hak gasplarını siz nasıl tarifliyorsunuz? Münferit mi? Sistematik mi? Neden?
Simten Coşar: Sistematik tabi. Türkiye’de tarihi kesintili olarak okumak gündelik siyasetin bir parçası. Bu, muktedirlerin önerdikleri, uyguladıkları politikaları tarihsel süreklilikten ziyade kesintili bir şekilde sunmalarını kolaylaştırıyor. Böylece her iktidar dönemi yepyenilik, biriciklik üzerinden okunabiliyor. Her olumsuzluk öncesi görülmemişlik üzerinden anlatılabiliyor.
Akademideki hak ihlalleri pek tabii ki ilk ve son değil. Öncelikle, Türkiye’ye özel olmadığını vurgulamak gerekiyor. Bugün dünya genelinde eleştirel akademi bugün yoğun baskı altında. Baskı bir yandan sermayeden, üniversiteler dünyasında gittikçe yaygınlaşan mütevellilerden diğer yandan devletten geliyor.
Bu, pandemi dönemiyle kısıtlı bir gelişme değil. Diğer bir ifadeyle, ilgili uygulamalar köksüz değil, belirli bir tarihsel arka plandan çıkıyorlar. YÖK ne yepyeni bir kurum ne de pandemi sürecinde yepyeni usullerle ve önceliklerle hareket ediyor. Vakıf ve devlet üniversiteleri halihazırda yerleşmiş saiklerle yönetiliyorlar.
Çevrimiçi (uzaktan) eğitim salt pandemi döneminde moda olmuyor ve salt acil öğretim yöntemi olarak uygulanmıyor. Aksine, akademik emeğin giderek güvencesizleştiği, üniversite kampüslerinin ticarileştiği ve bütün bunların serbest piyasayla uyum içerisinde pazarlanabilir hale getirildiği bir bağlamda yaygınlaşıyor.
Öte yandan, son örneklerini 2016’dan bu yana süregelen tasfiyede ve pandemi döneminde yaşanan spontane eğitim-öğretim uygulamalarında, akademisyenlerin doğrudan kendi üretimlerini neredeyse hiçbir şekilde kontrol edemedikleri, iş güvencesinin farklı araçlarla ve düzenlemelerle kadük kılındığı, performansın entelektüel/akademik yaratıcılığın alanından çıkarılıp ölçüm sınırları içerisinde tanımlandığı, akademik olanın idareden uzaklaştırılıp, idari olanın ticarileştiği ve akademik üretime hükmettiği bir standardın inşasına tanıklık ediyoruz.
Hemen burada not düşmemiz gerekiyor: Bahsettiğimiz işçilik hali dayanışmayı engelleyecek ölçüde finansal, idari, yanıltıcı-performans kriterleri üzerinden kendi içinde ayrışıyor.
Bu açıdan, hangi aşamada olursa olsun eleştirel, mevcut hükmetme pratiklerine muhalif akademisyenler en zayıf konumda dururken, hiç şüphesiz sıradan risk grupları aynı kalıyor: Genç akademisyenler, kadrolu kadrosuz doktora ve yüksek lisans öğrencileri. Kanımızca pandemiyle birlikte hızla başlatılan ve alıştırılan çevrimiçi eğitim bu ayrışmayı ortadan kaldırma potansiyeline sahip. Bir o kadar da emek sömürüsü pratiklerine, istismara, özel alanın iş alanına dönüşmesine, özel alanın idarenin, mütevellinin müdahalesine alan açıyor.
Pandemi, Türkiye ve dünya siyaseti açısından halihazırda sosyo-politik sorunların derinleştiği bir dönemde tecrübe ediliyor. Ülke siyasetinde yönetsel düzeyde ve baskın grupların dilinde bilgi değersizleşiyor; eleştirel düşünmenin kriminalize edilmesi, pandemiyle gelen dönümde dayanışmanın ve dolayısıyla alternatif arayışının güçlenmesini sağlayabilir mi? Bu, ucu açık bir soru.
“Toplumsal cinsiyet konulu dersler kesintiye uğradı”
Pandemi döneminde kadın ve LGBTİ+ akademisyenler özelinde ne gibi hak gaspları yaşandı?
Elifcan Çelebi: Kadın ve LGBTİ+ akademisyenler özelinde bakarsak, öncelikle birçok araştırmanın hetero-normatif ikili cinsiyet sistemini baz aldığını, yani kadın-erkek ikiliğinde veri ve bilgi ürettiğini belirtmek gerek. Örneğin, bu dönemde kadın akademisyenlerin daha az yayın yaptığını, akademik dergilere tek-yazar olarak gönderdikleri makale sayılarında düşüş olduğunu Nature gibi, Comparative Political Studies gibi önemli dergilerden ve araştırmalardan okuyabildik.[1]Ancak, bu veriler kadın-erkek ikiliğinde oluşturulduğundan LGBTİ+ akademisyenlerin akademik üretkenliğine dair fikir vermiyor. Salt akademik alanda da değil, sosyal, toplumsal ve ekonomik birçok alanda LGBTİ+lara dair çok kısıtlı veri toplanıyor.
Bu veri kısıtlılığını akılda tutarak, ev içi sorumlulukların, ebeveynlik ve bakım yükünün toplumsal alanda kadınlara yüklendiğini düşünürsek var olan eşitsizliklerin derinleşeceğini, akademik kriterleri sağlamada, akademik alanda başarılı olmada ve akademik rekabette geriye düşeceklerini söyleyebiliriz.
Emeğin toplumsal cinsiyet temelli adaletsiz dağılımı her alanda olduğu gibi akademik alanı da etkiliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi döneminde ev içi şiddetin arttığına dair açıklaması, pandemi döneminde ev sınırlarına çekilmek ve eve dönmek zorunda kalan kadınların ve LGBTİ+ların şiddete uğrama riskinin yükseldiğine de işaret ediyor.
Özellikle LGBTİ+ların aile evine dönmek zorunda kalmaları akademik başarıdan ziyade akademik alanda var olabilmeyi ve bunun koşullarına dair düşünmeyi gerektiriyor. Ebeveyn evlerine dönmeye mecbur kalan LGBTİ+ öğrenciler gibi akademisyenler ve araştırmacılar için de destekleyici, savunucu önlemler almak gerekiyor.
Ayrıca toplumsal cinsiyet konulu derslerin içeriğinin sansüre uğramasına da hak gaspı olarak bakmak gerek, dersin öğrenciler ve akademisyenler arasında olmaktan çıkması, zorunlu olarak kaydedilmesi ve üniversite yönetimlerince depolanması ve incelenmesi akademik özgürlüklerin ve özgür sınıf ortamının gaspı.
Derslerin sistematik kaydının oluşturulması ve devlet idareleriyle zorunlu olarak paylaşılması toplumsal cinsiyet, feminizm, kuir teori gibi dersler üzerinden düşünüldüğünde kaydedilen derslerin, bir tür soruşturma dosyasına dönüştürülüp kapsamı genişledikçe muğlaklaşan disiplin suçlarına bahane edilebileceği kaygısını, benzer araştırma alanlarında ve akademik özgürlüklerin tehdit altında olduğu ülkelerde çalışan birçok akademisyen taşıyor. Zaten yöntem olarak öğrencilerin kısıtlı erişiminde olabilecek uzaktan eğitim imkanları, içerik olarak da zayıflamış oluyor.
“Yapısal eşitsizlikler su yüzüne çıktı”
Raporunuzdan ve gözlemlerinizden hareketle soruyorum uzaktan eğitim üniversite eğitimin niteliğini nasıl etkiledi?
Emine Sevim: Raporda Türkiye’deki ve pandemi sürecindeki “acil uzaktan öğretim” uygulamalarının bir değerlendirmesini sunuyoruz ve bunlara karşı somut öneriler geliştiriyoruz. Ancak, daha geniş bir açıdan bakarsak uzaktan eğitim konusunu FQA’de hiçbir zaman tek taraflı tartışmadık. Uzaktan eğitimi kategorik olarak dışlanabilecek bir olgu olarak görmüyoruz.
Aksine raporda da belirttiğimiz gibi uzaktan eğitim özgürleştirici, evrensel iletişimi ve karşılaşmaları mümkün kılan pratikleri ve pedagojik yaklaşımları hayata geçirmenin bir aracı olarak değerlendirilebilir. Nitekim Off-University, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi gibi Türkiyeli akademisyenlerin kurdukları oluşumlar bu alanda önemli çalışmalar yürütüyorlar. Bu nedenle yerleşik kurumsal akademi ile eğitim aktivisti muhalif akademilerin uzaktan eğitim anlayışlarını birbirinden oldukça farklı görüyoruz.
Kurumsal akademinin uzaktan eğitim uygulamaları yükseköğretimin anlamını ve içeriğini tartışmalı hale getiren pek çok sorun barındırıyor. Bugün itibarıyla üniversiteler meslekî eğitim veren, sermaye için araştırma ve proje üreten bir pozisyona indirgenmiş durumdalar. Bu yaklaşımın bir uzantısı olduğu için uzaktan eğitim teknisist bir yöntemle, içeriğe ve niteliğe bakılmaksızın hayata geçiriliyor.
YÖK dersleri platformunda uzaktan eğitim ders materyali olarak sunulan kitaplara baktığımızda eğitimin niteliği konusunda hemen bir fikir edinebiliriz. Üstelik üniversitelerin kütüphaneleri de devre dışı bırakılmış durumda. Çünkü meslekî eğitimden ibaret görülen yükseköğretim için bu sınırlı ve niteliği tartışmalı kaynaklar yeterli görülüyor. Teorik ve uygulamalı ders ayrımı yapılması da eğitime yaklaşımın sorunlu yanlarından biri.
Bu ikilik nedeniyle teorik derslerin uzaktan eğitime uyarlanması kolay görülüyor. Örneğin bir ders notunun özetlenmiş halinin e-posta veya sosyal medya aracılığıyla öğrenciye gönderilmesi “asenkron uzaktan eğitim” olarak adlandırılıyor ve eğitim için yeterli kabul ediliyor. Uygulamalı dersler ise ertelenerek “uygun şartlar” bulunduğunda konsantre edilmiş biçimlerde sunuluyor. Bu yaklaşım eğitimin niteliğini düşürmeksizin hayata geçirilemez.
Oysa ki her türden eğitimin uzaktan yapılabilmesi için ciddi bir hazırlık ve ders materyallerinin çevrimiçi veya diğer uzaktan eğitim koşullarına uygun biçimde yapılandırılması gerekiyor. Tüm bunların yanında, raporda da belirttiğimiz üzere, mevcut eğitim sistemi öğrenme süreçlerini sınav odaklı ölçme ve değerlendirmeye tabi tuttuğu için uzaktan eğitime geçildiği dönemde yapısal eşitsizlikler ve sorunlar su yüzüne çıktı. 2020 Güz döneminde üniversitelerin uzaktan eğitimle devam edecekleri düşünülürse bu eşitsizlikler daha da derinleştirecek gibi görünüyor.
Çözüm: Sendikal örgütlenme
Yine rapor ve gözlemlerinize dayanarak üniversite çalışanlarının özlük hakların desteklenmesi konusunda ne gibi önerileriniz var?
Gülden Özcan: Üniversite çalışanlarının özlük haklarının desteklenmesi ancak sendikal örgütlülük ve aktivizmle mümkün olur, her şeyden önce bunun altını çizmemiz gerekiyor. Raporda geliştirdiğimiz öneriler öncelikle üniversitelerde örgütlü sendikaların gündemini hedefliyor. Maalesef özlük haklarıyla bağlantılı ihlaller pandeminin erken evrelerinden itibaren özellikle vakıf üniversitelerinde yaşanıyor. Öte yandan, vakıf üniversitelerinde sendikal örgütlenmenin münferitliği ve sayıca yetersizliği göz önüne alındığında bu açıdan iki düzeyde öneri getirebiliyoruz. İlki, hızla örgütlenmeye, sendikal örgütlenmeye gidilmesi. İkincisi, gündeliğin içinden taktik geliştirilmesi.
Bu ve özlük haklarına ek olarak diğer yaşamsal hak ihlalleriyle ilgili önerilerimizi akademinin gündeliği içerisinden kurulabilecek eylemlilik alanlarını da ümit ederek oluşturduk. Bu kapsamda, pandeminin yükseköğretim düzeyinde öğrenciler, akademisyenler, araştırmacılar, idari personel ve işçiler açısından kısa, orta ve uzun vadede etkilerinin dökümünü sunacak araştırmaların yapılmasının da altını çizdik.
Özlük haklarının desteklenmesi için, yasal düzenlemeler yapılırken meslek örgütlerine ve sendikalara danışılması önem arz ediyor. Bu süreçte yapılan düzenlemelerle, özellikle vakıf üniversitelerinde ücretsiz izne teşvikle ve/ya da zorlamayla akademik ve idari personelin yaşadığı ücret ve hak kayıplarının ve sosyal güvencesizliğin izlenmesi ve telafi edilmesi gerekiyor. Yanı sıra, asenkron ve senkron derslerin kayıt altına alınarak üniversitelerin veri tabanlarında yönetimlerin malı kılınması riski akademik üretimin metalaştırılmasında derinleşmeye işaret ediyor.
Ders içeriklerinin akademik üretim ve paylaşım ürünleri olduğu göz önüne alınarak ders kayıtlarının akademiklerin telif haklarından başlayacak şekilde ve fakat bu taktik aracı esas kılmadan akademik müşterekler ilkeleri temelinde yapılmasını önerdik.
“Cezaevindeki öğrenciler eğitime erişemedi”
Çevrimiçi platformlar vasıtasıyla tacize uğrama ve fişlenme vb. risklerin arttı mı sizce? Çözüm önerileriniz nelerdir?
Elifcan Çelebi: Raporun içerisinde de paylaştığımız örnekler üzerinden gidersek, bir dekanın çevrimiçi bir görüşmede “kızların resimlerini görüyoruz böylece, çaktırma” ifadesindeki açık taciz ya da Ramazan ayında uzaktan erişimle düzenlenen bir hizmet içi eğitimde ekran karşısında çay içen bir öğretmenin şikâyet edilmesi çevrimiçi platformların ve uzaktan eğitimin özellikle kadınlar ve LGBTİ+lar için güvenliğini sorgulatıyor. Bu platformlar vasıtasıyla tacize uğrama ve fişlenme riskinin artabileceğinin altını çiziyor. Çevrimiçi eğitim/öğretim platformlarında cinsel tacize, şiddete ve istismara karşı protokollerin bu alanda savunuculuk yapan meslek örgütlerinin, sendikaların, feminist örgütlerin, LGBTİ örgütlerin katılımıyla hazırlanması önemli bir ilk adım olacak.
Ayrıca son olarak, bu süreçte pek konuşulmayan ama cezaevlerinde artan öğrenci sayılarını düşünerek dikkat çekmemiz gereken son bir noktaya da değinmeli. Cezaevlerindeki öğrencilerin eğitime erişim ve devam hakkının pandemi sürecinde de karşılanması için değerlendirme yapılması ve gereken adımların atılması gerekiyor.
Bazı bilgiler * Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) internet sitesindeki güncel verilere göre, bugün Türkiye'de 75 vakıf üniversitesi, 4 vakıf meslek yüksek okulu (%38) ve 129 devlet üniversitesi (%62) bulunuyor *"YÖK'ten Üniversitelerdeki Uzaktan Eğitime Yönelik Değerlendirme" başlıklı açıklama,34 YÖK'ün 127 devlet ve 62 vakıf olmak üzere toplam 189 üniversitenin rektörlüğünden, uzaktan eğitim süreçlerine dair mevcut durumu tespit etmek için topladığı verilerin özetini içeriyor. *Öne çıkan başlıca noktalar şunlar: - Üniversitelerin %85'i 30 Mart 2020 itibariyle, %13'ü ise 6 Nisan'da uzaktan eğitime başladı. - Derslerin %90'ı (teorik derslerin ise neredeyse tamamı) uzaktan öğretim kapsamında açılabildi. - Uzaktan öğretim yoluyla açılan derslerin vakıf üniversitelerinde %53'ü canlı ders uygulamalarını zorunlu tutarken bu oran devlet üniversitelerinde %29 ile sınırlı kaldı. - Bu dönemde ara sınavların ölçme ve değerlendirilmesinde ödev ve proje gibi yöntemler ağırlıklı olarak kullanıldı. *Feminist ve Queer Akademisyenler Ağı (FQA), heteronormativiteye, homo/trans negativiteye, queer ve sakat bedenlere dönük ayrımcılığa, ırkçılığa, sınıf/etnisite/din- temelli ayrımcılığa, türcülüğe ve diğer güç ilişkilerine ve bütün bunlardan türeyen toplumsal sorunlara duyarlı bir yaklaşımı dert edinen araştırmacıları bir araya getiren ve eleştirel bilgi üretimine bu şekilde katkı sunmayı hedefleyen bir ağ olarak 2018 yılında kuruldu. *Farklı coğrafyalarda eleştirel feminist ve/ya da queer araştırmacıları bir araya getirme fikri, ağırlıklı olarak Bu Suça Ortak Olmayacağız metnini imzalayan feminist ve queer araştırmacılardan Türkiye dışında olanları bir araya getiren bir e-grubun üyelerinin bir uluslararası akademik toplantı vesilesiyle Türkiye'den gelen ve toplumsal cinsiyetle ilgili çalışmalar yürüten araştırmacılarla karşılaşmaları ve fikir değiş-tokuşuyla ortaya çıktı. *Temelde Türkiye'de yaşayan ve toplumsal cinsiyet alanında çalışan araştırmacılarla Türkiye dışında yaşayan ve toplumsal cinsiyet alanında çalışmalar yürüten Türkiyeli araştırmacılar arasında süreğen iletişim kurmak niyetiyle tartışmalar başladı. Tartışma sürecinde söz konusu iletişim biçiminin, değiş-tokuş edileceklerin ve üslûbun genel hatlarını çizmek amacıyla bir çıkış metni yazdı. *Bugün 170'in üzerinde üyesi olan FQA'nın ilk yılı ağırlıklı olarak moderatör grubunun ağ için faaliyet alanları belirleme, üye profili çıkarma, birlikte çalışma ve tartışma alışkanlıkları geliştirme yönündeki etkinlikleriyle geçti. Bu süreçte araştırmacıların olduğu yerellerde toplantılar düzenlendi. Türkiye, Kuzey Amerika, Avrupa olmak üzere üç ayrı bölgede araştırmacılar internet üzerinden ve yüz yüze buluştu, ağın önceliklerini ve çalışma alanlarını belirlemek üzere yerelden doğru öneriler getirdiler. -COVID19 pandemi süreciyle birlikte dayanışma toplantılarını başlattık. Pandemi döneminde FQA üyeleriyle on beş günde bir dayanışma toplantıları yapmaya başladık. Halen de yapmaya devam ediyoruz. Bu toplantılar aracılığıyla, evlere kapanmanın akabinde buluşup dertleşebileceğimiz, kişisel ve akademik sorunlarımızı paylaşabileceğimiz güvenli bir dayanışma alanı ihtimalini aradık. Toplantılarda deneyim paylaşımlarının yanı sıra ortak sorun olarak tespit ettiğimiz alanlarda birlikte çalışmak için ilk adımları attık. Söz gelimi, pandemi sürecinin feminist kadınlar ve queerler olarak deneyimlerken karşılaşılan ortak ve ayrı sorunlar üzerine konuştuk. Bu akış içerisinde evde olma halinin, eve kapalı kalma halinin anlatısını birlikte kurmanın yollarını aradık. Ve bir Feminist Kuir Fanzin'in (FkF) Ağustos 2020'de yayınlad. Bir diğer çalışma grubu olarak Uzaktan Eğitim Çalışma Grubunu kurduk. Başlangıçta Kuzey Amerika, Almanya, Macaristan ve Türkiye'yi içeren karşılaştırmalı bir rapor hazırlamayı amaçlıyorduk. Ancak, böyle bir raporlama süreci için sayıca yeterli olmadığımızı kabul ettik ve başlangıç olarak salt Türkiye'ye odaklandık. Pandemi Sürecinde Yükseköğretimin Değerlendirilmesi Raporunu bu ay tamamladık. Diğer coğrafyalara bakmaya devam ediyoruz. Burada hemen not düşelim: FQA yapılanma ilkeleri itibarıyla temsiliyetten ziyade benzer ya da ortak iştigallere, dertlere, niyetlere sahip feminist araştırmacıların karşılaşması için çevrimiçi bir platform sunan bir oluşum. Dolayısıyla, çalışma grubu FQA'yı temsil etmiyor. |
(EMK)