Bu yazı Boğaziçi, Mimar Sinan, Yıldız Teknik, İstanbul, Marmara, Galatasaray ve Okan Üniversitesi'nden kendilerini "Üniversiteden Öğrenciler" olarak tanımlayan bir grup öğrenci tarafından kaleme alındı.
Trabzon'un Solaklı ilçesinde yapılması planlanan HES (Hidro Elektrik Santral) projesinin sahibi iki şirketten biri Şekerbank diğeri de Okan Üniversitesi. Bir bankanın ve bir üniversitenin HES projesine sahip olması ilk başta ilginç görünebilir, fakat Türkiye'de sayısı binlerle ifade edilen HES projelerinin farklı alanda faaliyet gösteren farklı şirketler tarafından yürütüldüğünü söyleyebiliriz.
Okan Üniversitesi'nin ve Şekerbank'ın Solaklı'daki projesinden bahsediyor olmamızın bir nedeni var elbette. Öncelikle, HES projesinin doğrudan etkileyeceği Karaçam ve Köknar köylerinde yaşayan insanlar, bu projeyi istemiyorlar. Geçtiğimiz kış ayından beri, farklı zamanlarda birkaç defa olmak üzere jandarma ve polis kuvvetiyle şantiye kurmaya gelen şirkete direndiler; köylerini, derelerini şirketin HES projesine vermemek için genç/yaşlı, kadın/erkek, saatlerce ve kar altında mücadele ettiler. Çünkü bu proje, onların hayatlarına, kültürlerine ve çevrelerine doğrudan zarar verecek bir proje, öyle dile getiriyorlar.
Şekerbank'ın "ekoloji "sergisi
Mücadele hukuki ve fiili alanda süredursun, Şekerbank İstanbul'da "ekoloji" temalı bir sergi açtı. Şekerbank, bir yandan ciddi ekolojik ve toplumsal tahribata yol açarken, bir yandan "göstermelik" bir çevrecilik adına ekoloji sergisi açıyorsa, bu durum ekoloji mücadelesine ya da "dünyanın ekolojik yıkımına karşı durmaya" bir katkı oluşturmaz, ama kendi tahribatını gizlemek ve hafızamızı silmekle ilgili olabilir.
Bu mesele bizi akademinin toplumsal rolü üzerine de düşünmeye sevk ediyor. Serginin küratörlüğünü üstlenen Ali Akay, "Şahsi olarak da ekoloji dünyadaki tek ortak önemli sorunumuz diye düşünüyorum, içinde rahatlıkla arkasında durabileceğim tek siyasî hareket." diyor. Ancak bunları söylerken Şekerbank'ın Solaklı'daki HES projesine karşı çıkmayı unutuyor. Elbette ki akademisyenler, çalıştıkları üniversitelerin ya da hizmet verdikleri ticari kuruluşların yaptıklarından sorumlu değildir. Ancak bugün, üniversite ile sermaye ve toplum arasındaki ilişkilerin yeniden ve köklü bir şekilde düzenlendiği bir dönemde, akademisyenler şahsen aldıkları her tavır ile bu ilişkinin kuruluşuna ister istemez belirli bir taraftan müdahil olmak durumunda kalıyorlar.
Akademik kuşkuculuk kime yönelecek?
Bu koşullarda, Okan Üniversitesi 'nin kendisini "HES'çi bir Şirket" olarak konumlandırması ve Solaklı'daki (ya da herhangi bir başka yerdeki) projeye ortak olması, çok şey anlatıyor. Bu şirkette çalışan öğretim üyelerinin HES karşıtı, özellikle de Solaklı'daki HES'e karşı bir faaliyet içinde bulunması beklenmeyecektir. Üstelik bunu yapmaları yasak bile değildir. Ama toplumsal bilincimize yerleşen sinizm, bu konuda konuşmayı bile gereksiz kılacak boyutlardadır: yararı belirsiz bir riske girmektense ilgilenmemeyi tercih ediyoruz.
Akademi ve bilimsel üretim hiçbir zaman iktidardan bağımsız ve iktidardan sorumsuz, üstelik çıkarlardan azade bir konumda olmadı. Ancak bugün üniversite ticari bir kuruluşa dönüşürken akademisyenin hizmet verdiği ticari kuruluşun aleyhine bir söz söyleyemiyor oluşu, devlete karşı ceza korkusuyla başvurulan otosansürde olduğundan daha keskin bir sonuç yaratıyor. Akademisyen bugün bilimi arkasına alarak akademik faaliyetinin 'sonuçlarından' bağımsız ve sorumsuz bir konuma yerleşemiyor, çünkü akademik faaliyetin 'motivasyonu' da üniversitenin toplumla ve şirketlerle kurduğu ilişkiden bağımsız ve kendinden menkulmüş gibi görünemiyor.
Akademisyenler ve öğrencilerin, üniversitenin bu yeni hali ve şirketleşmesi karşısında aydın olarak, bilim insanı olarak, ahlaki bir tercihle tavır almaları beklenemez. Ahlaki veya bilimsel olmasa da, önlerinde iki seçenek vardır: sinizmi ve akademik çalışmanın kaynağı olan kuşkuculuğu kendilerine, geleceğe ve özgürlük istencine karşı yöneltmek; ya da bu kuşkuculuğu şirketlere, iktidara ve otosansüre karşı kullanmak arasında bir seçim yapacaklardır. Bu seçim üniversiteyi yeniden ele geçirebilme imkanının ifadesidir. Seçimlerinin göstergesi, arkasında duracakları tarafı net olarak ortaya koymaktan çekinmemeleri olacaktır. Bugün üniversite ile toplum arasındaki ilişkiye dair akademiden cevap bekleyen soru şudur: bu ilişki, toplum üzerinde kısmi şirket çıkarlarının rekabet ilkesi temelinde korunması ve topluma boyun eğdirilerek ve rıza üretilerek genelleştirilmesi suretiyle mi kurulacaktır? Yoksa bu ilişki, boyun eğdirmeye direnen ve kendi hayatlarını, topraklarını, emeklerini, üniversitelerini yeniden ele geçirmek isteyen öznelerle kurulacak bağ ile gelişecek midir?
Solaklı'ya destek akademinin geleceğinin ifadesi
Üniversitelerde süren değişimle birlikte kurulan üniversite-toplum ilişkisi, akademik faaliyeti direnişin önünde bir engel haline dönüştürüyor. Akademi, ya sinik bir tavırla kendisini ilgilendirmeyenlerle (?) hiç ilgilenmiyor, ya da ahlaki bir tavırla "direnişe destek" olmaya çalışırken kendi (ticari) varlığı ve eylemi ile çelişkiye düşüyor. Yapılması gereken şey, üniversitenin de örgütlenmesi ve direnmesidir.
Bugün akademi için, Solaklı'da HES yapılmasına karşı çıkmak, Karaçam ve Köknar köylerinde yaşayan insanlarla dayanışmanın ötesinde, ve asıl olarak üniversitenin kendisini savunmak anlamına geliyor. Akademinin kendi geleceğinin ve özgürleşme mücadelesinin ifadesi oluyor. Çeşitli üniversitelerden öğrenciler olarak, "üniversite"nin toplumla ilişkisini yeniden kurmanın ve ifade etmenin bugün kritik bir önemi olduğunu düşünüyoruz. Üniversitenin gerçek kamusal rolünü alması ve kamunun da üniversiteyi yeniden şekillendirmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz. (NV)