Fotoğraf: Sosyal medya, pixabay
Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Orhan Acar’ın kamerayı kapalı sanıp söylediği “Kızları da görüyorum çaktırmadan..” cümlesi akademideki yerleşik cinsiyetçi kültürün bir göstergesi. “Yanlışlıkla” açığa çıkan bu zihniyet bir kesimce “münferit” olarak değerlendirilmek isteniyor.
Oysa, Yıldız Teknik Üniversitesi Kültürel Çalışmalar doktora öğrencisi ve Universus araştırmacısı Pınar Eldemir'in akademideki kadınlarla yaptığı görüşmeler sonucunda ortaya çıkan araştırma, bunun münferit değil sistematik, yerleşik bir cinsiyetçi kültür olduğunu kanıtlıyor.
TIKLAYIN - "Akademik Erkeklik" Üzerine
Şimdilerde Universus Araştırmalar Merkezi ile “Akademide Şiddet Var” projesine başlayan Eldemir, Türkiye’nin 81 ilindeki genç akademisyenlerle görüşüyor ve şiddet hikâyelerini dinliyor.
“Akademide şiddet var ama bunun da bir alternatifi var” diyen Eldemir ısrarla vurguluyor: “Bu alternatifi dayanışmayla kuracağız…”
Eldemir’le söyleştik..
Saha araştırmanız için şiddet ve taciz sorunlarına ilişkin onlarca kadınla görüştünüz…Akademideki kadınlar en çok hangi sorunları dillendirdi?
Gündelik hayat tecrübelerinden tutun çalışma pratiklerine, fiziksel şiddetten psikolojik şiddete kadar akademinin içinde ve dışında olup da içini etkileyen pek çok şey üzerine konuştuk. Ancak benim en çok dikkatimi çeken şey aslında bir akademide kadın olma kimliğinin birileri tarafından şekillendirilmesi üzerinde yoğunlaşan rahatsızlıklar ve elbette yaşadıkları sözlü/fiziksel taciz olayları.
Bu arada ben şunun notunu burada düşmek istiyorum. Araştırmanın duyurusuna çıkarken akademide taciz hakkında bir araştırmam var demedim. Ben akademideki genç kadın deneyimlerini araştırmak üzere yola çıkmıştım. İstisnasız her görüşmecinin bir taciz hikâyesi olduğunu gördüm.
Biraz detay vermek istiyorum burada özellikle ilk bahsettiğim akademide kadın olmanın içinin nasıl doldurulduğuna ve daha da önemlisi kim tarafından doldurulduğu ile ilgili.
Eğer genç bir kadınsanız, bekârsanız, çocuğunuz yoksa çok dikkatli olmanız gerekiyor. Zira ne zaman evlendiğiniz, eve neyle gittiğiniz, öğrencilerinizle ve meslektaşlarınızla nasıl konuştuğunuz sizin akademideki kimliğinizin içini dolduruyor. Fazla olmamalısınız. Size ne zaman evlenip çocuk yapacağınızı soran çok kişi olabilir. Eğer çocuk yapacaksanız akademiyle ne işiniz olduğu sorgulanabiliyor danışmanınız ya da iş arkadaşlarınız tarafından.
Evliyseniz…?
Eğer evliyseniz işler evde değişebiliyor. Akademi bildiğimiz üzere zamandan ve mekândan bağımsız bir alan ve sömürüye çok açık. Hane içi emeğin akademik çalışmalarınızla sürtüştüğü noktalarda sıkışıp kalıyorsunuz. Bu söylediklerim son derece genel geçer şeyler ve elbette farklı tecrübeler de vardır ama kırılma noktaları çatışmaların olduğu yerde oluyor. Akademide kadın olma kimliğinin içi cinsiyetçi birtakım laf salatalarıyla dolduruluyor. Öğretmen gibi kadın, anaç kadın, kocası olan kadın, kocası olmayan kadın…
Bir görüşmecimin dediği gibi kadınlık akademide kadına kurumundaki hiyerarşi ve toplumun içine yerleşmiş ve yeniden üretilen cinsiyetçi kültür yoluyla bildiriliyor.
“Akademiler toplumdan bağımsız değil”
Bu anlamda taciz ve şiddet iç içe olabiliyor akademide diye düşünebilir miyiz?
Taciz meselesi ile daha ikircikli bir yerde duruyor. Çünkü görünür şiddetin daha çok acıttığına dair bir algı yerleşmiş durumda pek çok akademik kurum tarafından ve bu tabii ki yine akademiye has değil.
Akademi de üniversiteler de toplumdan bağımsız değil. Aman tadımız kaçmasın dendiği için de taciz ve şiddet deneyimlerinin üzeri kapatılıyor. Şiddet nedir? Şiddet size sizin olmak istemediğiniz bir yerde sizi zorla tutmanın yanı sıra aynı zamanda olmak istediğiniz yerde de olamayacağınıza dair inandırılmanızdır.
Şiddet ekonomiktir, psikolojiktir, fizikseldir, cinsiyetçidir ama şiddet aynı zamanda korkaktır. Görüşmelerde gördüğüm en önemli şeylerden bir tanesi de buydu. Anlatılan şiddet hikâyelerinde buram buram yetersizliğin getirdiği öfke patlamalarını görüyordum. Keza benim şahsi gözlemlerim de akademiye yönelik zaten bu yönde.
Saha araştırmasına dair daha detayı bilgi verebilir misiniz?
Sanırım Ceren Damar öldürüldükten birkaç ay sonraydı. Bir akademik derginin kadın emeğine odaklanacağı bir makale çağrısını görmüştüm. Doktora yapmaya yeni başlamıştım ve aslında belki de biraz üzerinde düşünsem yapmaya çekineceğim bir işe giriştim. Deli cesareti diyebilirsiniz buna.
Sosyal medya üzerinden İstanbul ve Ankara’da bir üniversitede çalışan genç kadınlarla görüşmek istediğimi belirttiğim bir çağrıya çıktım. Şimdiye dek bu konuda yazan çizen kişiler vardı elbette ama ben bunu kendi bakış açımla yapmak istiyordum. Çünkü bence ne kadar çok konuşulursa o kadar iyi olacak bir konuydu bu. 50’den fazla genç kadınla görüştüm. Bu kişiler vakıf ya da devlet üniversitesinde çalışan/burslu okuyan ve farklı sosyoekonomik koşullardan gelen kişilerdi. Görüşmelerimizde ilk sorduğum şey neden akademisyen olmak istedikleri olmuştu. Motivasyonlarını çok merak ediyordum. Sonrası aktı gitti zaten.
Çalışma koşullarından, akademide yerleşmiş cinsiyetçi kültüre ve akademide toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığı nasıl deneyimlediklerine kadar pek çok şey konuştuk. Görüşmelerimizi onlardan da izin alarak kaydettim. Elimde saatler süren bir arşiv var. Deşifre ettikçe yeni anlamlar keşfettim sanıyorum. Bu arada makale olarak yayınlanmadı. Aralık 2019’da bianet’te yazı dizisi yaptık. Bu ayın başında da Universus’ta bir seri yayınladık.
“Alternatif dayanışma biçimleri kurmalıyız”
Kadınların maruz kaldıkları tacizleri anlatabilecekleri ve anlattıklarında destek görebilecekleri bir sistem var mı akademide? Hem zihniyet hem kurum soruyorum…
Hem var hem yok aslında. Akademide şiddete maruz kaldığınız zaman “şeklen” gidebileceğiniz yerler var. Ancak bunlar şeklen var ve yine “aman tadımız kaçmasın” diye hareket edebiliyor. Tacizi ve tacizciyi savunan sessiz bir anlaşma var sanki. Bu anlaşma bozulursa foyalarının ortaya çıkmasından huzursuzlanan kişiler bir araya gelmiş ve kolektif bir şekilde susuyorlar.
Resmen bir korku filminin içinde gibiyiz ama film bitmiyor bir türlü. Herkes film sanıyor ama aslında film de değil. Bunu şöyle anlatayım size. Bir görüşmecimin tez danışmanıyla son derece sıkıntılı bir çalışma biçimleri var. Bahsettiğim ilişki hem psikolojik hem fiziksel bir şiddeti içeriyor üstelik. Dekan da bu durumun farkında. Herkes farkında ama işte danışman kişisi yaşlı ve medyatik bir erkek. Dekan bir gün asistan arkadaşı bir kenara çekip emin misin hala burada olmak istediğinden diye soruyor. Üstelik profesör de odadayken yani. Sizce şiddeti uygulayan kişinin yanında sen burada güvende misin sorulduğu zaman bir kadın ne cevap verebilir? Gülünüp geçiliyor. O kadın tam iki senedir tedavi görüyor misal. Yani üniversitelerde tacizi önleyebilecek mekanizmaların olması hiçbir şey değiştirmiyor gördüğünüz gibi.
Hem görüşmelere hem de kendi deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim: dayanışmaya ihtiyacımız var. Alternatif dayanışma biçimleri kurmalıyız. Akademide şiddet var, taciz var, mobbing var. Bunu önleyecek mekanizmalar var ama bu mekanizmalar hocanın titrine zarar gelmesin diye göstermelik süreçler işletirken şiddet mağduru kişilerin kendisini güvende hissedeceği yerler kurmamız gerekiyor.
Aksi halde büyük büyük isimler büyük büyük laflar edebilecek alanları işgal edebiliyor. Özellikle işgal etmek sözünü kullanıyorum çünkü resmen olan şey işgal. Kadınlık halleri diye seminer dizisi yapıp sadece erkeklerden oluşan konuşmacıların böyle bir seminerde konuşma yapmasını işgal etmek dışında bir şeyle açıklayamıyorum çünkü ben.
“Akademide kadınlar kendilerini çaresiz hissediyor”
Kadınların bazıları yaşadıkları tacizi ve hak ihlallerini geçiştirmek zorunda mu sizce?
Bu bir olasılık bile değil, bu zaten sıklıkla olan bir şey. Hatırlarsan bianet’teki yazı dizisinin ilk yazısının başlığı “Akademisyenin tacizcisi olur mu hiç” idi. Sanılıyor ki akademi denen yer soyut bir mekân, bir fildişi kule. Sanki bilimsel araştırmayı yapan kişiler de aziz ya da azize. Yok böyle bir şey maalesef!
Akademiyi tarihsiz, bağlamsız ve öznellikten yoksun bir biçimde okuyup onu erişilmez bir fildişi kuleye koyarsak akademide taciz olmayacağı gibi son derece anlamsız ve insanı kör kılan bir noktaya varıyoruz.
Kabullenemediğimiz ve isimlendiremediğimiz için de kadınların bazıları yaşadıkları taciz ve hak ihlallerini geçiştirmek zorunda kalıyor. Görüştüğüm genç kadınların neredeyse tamamı yaşadıkları hak ihlallerini ya da mobbing deneyimlerini şikâyet etmediklerini söylemişti bana.
'Kadınlar kimse size inanmaz diye korkuyor'
Karşınızdaki insana neden diyemiyorsunuz çünkü bir özdeşim kuruyorsunuz.Çünkü kimsenin size inanmamasından korkuyorsunuz ya da içinde bulunduğunuz hak ihlalinin bir ihlal olduğu kabul edilse bile bunu bu noktaya kadar getiren kişinin “aslında” siz olmadığını göstermek zorunda kalıyorsunuz.
Yani şiddete uğrayan ve şiddete uğradığını duyurmaya çalışan üstüne üstlük tekrar tekrar travmatize olan da siz oluyorsunuz. Kendinizi korumak ve dengenizi sağlamak için de şikâyet etmemeyi tercih edebiliyorsunuz. Sonra bir gün bu kişileri bir konferansta ya da bir televizyon kanalında herkesin saygı duyduğu ve sevdiği bir ses olarak görebiliyorsunuz ya da yazdığı yazıları, yaptığı çevirileri okuyabiliyorsunuz ve bu size kendinizi çok çaresiz hissettirebiliyor. Yani neresinden baksanız çok ciddi bir sıkışmışlık var ortada.
Kadınlar en çok neyin değişmesini istiyor akademide?
Benim görüştüğüm genç kadınlar çalıştıkları konuların cinsiyetlerinden bağımsız değerlendirilmesini, akademik bir konferansa gittikleri zaman onlara hanım hanımcık kız muamelesi yapılmamasını ve dış görünüşüyle akademik iş tutuşunun birbirinden ayrı tutulmasını istiyor.
Bedenlerine onlardan izinsiz dokunulmamasını istiyorlar. Sen zaten kadınsın o araziye nasıl çıkacaksın ya da kadınlar bilir mutfakta mermer taş kullanılır gibi cinsiyetçi cümleleri duymak istemiyorlar. Çalışmalarıyla var olmak ve bilinmek istiyorlar. Örneğin eğer siz genç bir kadınsanız ve bir konferansa katıldıysanız ve bir de üstüne “çok” iddialı bir konu ile gittiyseniz yaptığınız işin ciddiye alınmama ihtimali çok yüksek. Bunu asla genellemiyorum ancak böyle şeyler bazı yerlerde oluyor ve birileri bunları yaşıyor.
“Dekan ‘yanlışlıkla’ duyulduğu için istifa etti”
Son olarak Gazi Üniversitesi’nin dekanının “sözlü tacizi” yansıdı kameralara. Bu fotoğraf akademinin yüzde kaçına tekabül ediyor sizce?
Soruna bir soruyla karşılık vermek istiyorum. Gazi dekanının sözlü tacizinin ne akademinin ne kadarını temsil ettiği ne kadar önemli? Yani bir kişi de olsa bin kişi de olsa bu durum şiddetin akademi fotoğrafının içinde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Biz şu an neden bu kişiyi konuşuyoruz? Çünkü “yanlışlıkla” söyledikleri duyuldu. Bakın altını çiziyorum, yanlışlıkla. Yani şans eseri öğrendik biz bunları. Muhtemelen bu ve bunun gibi kişiler zaten öğrencilerini ve asistanlarını taciz ediyorlardı. Biz sadece şimdi duyduk. Duyulduğu için de istifa etti.
Bu yeter mi peki akademideki şiddet ve hak ihlallerinin önüne geçmek için? Hayır yetmez ve bunun iki sebebi var. Yetmez çünkü insanlar bunu unutacak ve bu kişi kamusal alanda boy göstermeye devam edecek. Bir diğer sebep de bu kişinin yarın öbür gün bir başka üniversitede ödüllendirilmeyeceğini nereden biliyoruz? Hiçbir yerden bilemiyoruz maalesef ve bu yüzden de şiddeti görünce bu şiddettir demek hepimizin sorumluluğu.
“Sessiz kalanlar şiddetin sürmesine neden oluyor”
Peki tüm bu olup bitenlere karşı erkek akademisyen ve öğrenciler nasıl tepki veriyor? Bir tepki veriyor mu? Yoksa sessiz kalmayı mı tercih ediyorlar. Gözlemleriniz neler?
Akademi sanki bir erkeklik cemiyeti gibi. Bu cemiyet benzetmesini hem görüşmecilerden çok duydum hem de kendim gözlemledim. Öykünülen hocalara benzemek uğruna göz önündeki şiddet deneyimleri görmezden gelinebiliyor. Konuşanlar da var elbette ama konuşan kişiler bu cemiyetten dışlanabiliyor. Yani şiddete ses çıkarmak mı yoksa kimliksiz kalmak mı gibi bir ikilemin ortasında kalıyor pek çok akademisyen ve öğrenci.
Son beş yılı düşünelim seninle ve eminim ki tonla şiddet ifşası, onlarca kadın cinayeti ve dahasını bulabiliriz. Bu kişiler hala bir yerlerde ders vermeye ve işlerini yapmaya devam ediyorlarsa sessiz kalanlar sayesinde diyebilirim.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Makale için çıktığım bir cüret edişin aslında nereye değdiğini yeni yeni anlıyorum. Kişisel korku ve umutsuzluklarımla başladığım bu araştırma ile abartmıyorum yüzlerce kadın akademisyenle görüştüm geçensene içerisinde.
Görüşme süreci bittikten sonra da çok fazla kadın bana güvenerek taciz hikâyelerini anlattı. Bunları dinledikçe neler yapabiliriz diye düşünürken hep tek bir cevap geldi aklıma: konuşmak. Burada şiddet var demek...(EMK)