On sekiz yaşındaki Arzu'ya sorsaydınız aile kurtulmak istediği bir şeydi, kaçmak istediği. Neden? Baskıdan mı mesela? Belki, birazcık ondan. Ama aslında kaçmak istediği doğduğu günden bu yana boğazına dek battığı sevgi ve onun beraberinde getirdikleriydi.
Onu boğacak kadar çok seven bir anne ile bir baba. Kaçsa bile onu bırakmayacak kadar çok seven.
Arzu on yedi yaşında evden kaçtı. Bunun bir kaçış olduğunu kendisi dâhil hiç kimse fark etmedi. Gücü legal bir kaçışı gerçekleştirmeye yetiyordu ancak, öyle yaptı.
Ailesinin bulunduğu İstanbul'da hiç üniversite yokmuş gibi, ne yaptı etti o güne dek hiç görmediği Ankara'da bir okulu kazandı. Dünyayı tanımak için başka bir şansı yoktu çünkü.
Dışarının verdiği acıları yalayarak iyileştirmek hep ailelerime düştü
Bazı feministler mutlu ve sıcak bir yuvanın bir efsane olduğunu söylerler. Ben söyleyemem. Başta kaçmak istediğim anne baba evim dâhil, şimdiye dek kurduğum ya da kendimi içinde bulduğum hiçbir yuva mutsuz ya da soğuk değildi. Hepsinde kendimi birinci sınıf bir insan olarak hissettim.
Dışarının verdiği acıları yalayarak iyileştirmek hep ailelerime düştü ve hiçbiri beni asla geri çevirmedi. Görevini asla savsaklamadı. Dışarıda yaralandım, ailelerim içeride tamir etti beni.
Bundan benim ailelerimin de diğerleri gibi sosyolojik açıdan en küçük birim olması babında, içinde yaşadığımız dandik hayatın devam ettirilmesine yardım etmek görevini başarıyla ifa ettiği sonucu çıkarılabilir. Umurumda değil. Allah razı olsun hepsinden, iyi ki de görevlerini yerine getirdiler, beni terk etmediler.
Gerçi ben şanslılardandım: Hiçbir ailem kadın olduğum için ikinci sınıf görmedi beni, tersine kadınların karar verici konumda olduğu bir ailede doğdum, etrafımda da hep böyle örnekler vardı ve ben de kendi kurduğum ailelerde karar vericiydim.
Babam annemi ezmemişti, benim seçtiğim hayat arkadaşları beni ezmedi. Ben de onları. Öyle görmüştük ailelerimizden, öyle devam ettik.
Sevgisiz, merhametsiz ve baskıcı, erkek egemen ailelerin olduğu bir toplumda yaşadığımı biliyorum. Ama böyle olmayan aileler de var. Dolayısıyla ailelerin hem birörnekleştirilemeyeceğini hem de tamamen düzenin bir parçası olarak tu kaka edilemeyeceğini düşünüyorum.
Ailem beni ezmedi, kişiliksizleştirmedi
Dolayısıyla bu ülkede sadece erkek egemen aileler yok, bunu söylemek isterim. Aynı zamanda kadınların egemen olduğu, tüm bir hayatı onların yönettiği aileler de var.
Maaşını karısının eline teslim eden, ondan harçlık alan kocalar, kız çocukları doğduğu için havalara uçan babalar, kızlarını canavar gibi yetiştiren anneler, ailesinden sevgiden başka bir kötülük görmeyen, hayatın sevgiden ve korunmadan ibaret olmadığını fark ettiği anda ailesinden kaçacak denli yürekli yetiştirilmiş kızlar var. Bunu söylemek isterim.
Aile toplumun bir parçası olarak kadınların hiçkimseleştirildikleri yaşam birimleri olarak düşünülmekte. Oysa bence kadınları hiçkimseleştiren ailelerimiz değil, toplum. En azından bireysel pratiğimde ben böyle gördüm.
Ailem beni ezmedi, kişiliksizleştirmedi. Tersine toplumda üzerime giyindiğim tüm rolleri ailemde soyundum. Ailem benim rahatsızlıklarımla, huysuzluklarımla, merhametim ve sevgimle kendim olabildiğim yegâne yer. Ailemin içinde bir insan oluyorum. Kendim oluyorum.
Aile kapitalizmin promosyonu değildir
Aile düzenin acılarını tamir eder, bu anlamda evet, düzene hizmet eder. Fakat bunu onun yanında olarak değil, onun yerine yaptığını hep bilirsiniz. Aile kapitalizmin promosyonu değildir, ondan çok önceden beri vardır. Ona karşı da var olmasını sağlamak elimizdedir.
Çünkü vahşi kapitalizmin dayattığı ne kadar ekmek o kadar köfte alışverişline inat, sadece aileniz parasız kalırsanız yemek verir, sevgisiz kalırsanız sevgi verir, güçsüz kalırsanız güç verir size. Aile bugün bize kabul ettirilmeye çalışıldığı biçimiyle kurtulmamız gereken yer değil, sahip çıkmamız, en fazla, yeniden yapılandırmamız gereken yerdir.
Dört ailem oldu. Birinin içine doğdum, seçim şansım yoktu ve ondan kaçtım. İkincisini ben kurdum, eksiği vardı, yıktım.
Üçüncüsü de eksikliydi, yenisini kurdum. Eskileri de dahil olmak üzere ailelerim beni yarattı, ben onları dönüştürdüm. Bir spiral gibi, kendini tamamlayan, büyüyen bir döngü yaşam. Bu toplum bana hiçbir şey vermedi. Ama ailelerim beni hep yeniden yarattı.
Ailelerimiz vahşi dünyanın merhametli sığınağıdır. Bizi dünyadan koruyamazlar, korumasınlar da. Ama insan olduğumuzu orada hatırlarız. Bu yüzden ailelerimiz kıymetlidir. (AC/FK)