Kendini radikal, güçlü ve devrimci hissetmene yol açar bu buluş. Artık bütün ve tamamlanmış hissetmek için evlenmeye ve "aile kurmaya" ihtiyacın yoktur, sırf bu bile kadınların bütün hayatını değiştirecek kadar güçlü bir silahtır.
Aile deyince aklıma hep bizim sülalenin aile yemekleri gelir. O yemeklerin başından sonuna kadarerkeklerle kadınlar arasındaki dengesizlik çocukluğumdan beri kanıma dokunurdu.
Ailenin erkekleri salonun ağır, büyük ve kahverengi tahta oymalı koltuklarına gömülür aralarında muhabbet eder ve haberleri izlerken, kadınlar mutfakta hep birlikte ve koşturarak yemek hazırlarlardı.
Yanlış anlaşılmasın, o mutfak muhabbetinin tadı bir başkaydı, kadınlar pek de kurbanlık koyunlar gibi acı çekerek hazırlamazdı yemekleri.
İnsanlar kendi yiyecekleri yemeği niye kendileri hazırlamazlar?
Mutfak küçük de olsa -ki genelde evlerin en küçük yeri mutfaklarıdır- sigaralar yakılır, muhabbetler döndürülür, dedikodu edilir, şakalaşmalardan laf sokmalara, dalgacı cinsellik muhabbetlerinden ağır abla hallerine bin türlü şamatasıyla o yemekler pişirilirdi.
Belki de yirmi ya da otuz yıldır kendi küçük mutfaklarında tek başına zaten bütün evin yemeğini pişiren teyzeler, yengeler ve ailenin bilumum kadın efradı için bu mutfak muhabbeti eğlenceli bile olabilirdi, kim bilir? Fakat benim muhakkak ve kesinlikle sinirlerimi bozardı.
Belki de erkeksiz bir evde büyümenin verdiği bir idrak problemi çekerdim, insanlar kendi yiyecekleri yemeği nasıl kendileri hazırlamazlar?
Zaten bir yerden sonra tıpkı benim gibi ailenin kadınlarının da asabı yavaş yavaş bozulmaya başlardı.
Edebi anlatım, malumunuz ezme ezilme ilişkilerini estetize etmekle ya da sevimli göstermekle malûl olabiliyor. O açıdan yukarıda anlattığım güzel mutfak masalı çok kısa bir süre içinde dağılırdı esasen.
Masa kurulduktan sonra...
Masa kurulduktan sonra kadınlar kocalarına masaya gelmeleri için seslenmeye başlardı. Bu sırada masanın ailenin kadınları ve kız çocukları tarafından zaten çoktan kurulmuş olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?
Erkeklere seslenilir, seslenilir, onlar tamam geliyoruz derler, ama gelmeleri hep gecikir, onların gelmeleri geciktikçe kadınların sesleri tizleşir. En sonunda masaya oturulur, servisi kadınlardan biri yapar ve yemeğe başlanırdı.
Yemekteki muhabbetin mutfaktaki muhabbetle yakından uzaktan alakası olmadığını düşünürdüm hep. Mutfak muhabbetleri ne kadar canlı, samimi ve karmaşıksa masa muhabbetleri o kadar sıkıcı, düz ve yüzeysel olurdu.
Bir kere muhabbet tamamen tekrara dayanır, hiç durmadan aynı anılar tekrar ve tekrar anlatılır, aynı yerlerde gülünür, aynı yerlerde susulurdu. Hiç unutmamak gerekir ki orta sınıf Türk ailesinin muhabbeti tekrar ve anı tazelemek üzerine kuruludur. Bol bol anılar tazelenirdi kısacası.
Biz küçük çocuklar olarak da daha öncesinde mutfakta konuşurduk, "Şimdi Hasan dayım kesin şu anısını anlatacak, Ahmet dayım bunu, Muzaffer eniştem de şunu ekleyecek" diye. Onlar çok dakik bir saatin şaşmazlığında anılarını anlattıkça biz kıkır kıkır gülerdik, onlar da biz onlara gülüyoruz diye sevinirlerdi.
Aile ilişkileri belirli konuşma biçimlerine izin verir
Aile ilişkilerinin bir diğer temel özelliği de bu belki de. Hakikatin söylenmesine ve konuşulmasına değil de belirli konuşma biçimlerine izin verir. Aile kendi başına bir birim olarak iş görmektedir artık, önemli olan o birimin dirliği düzeni, bekası ve namusudur.
Aslında aile denilen birim çok büyük oranda ailenin erkeğinin değerlerini temsil eder. Yaşadığı evlilikten mutsuz kadına "yuvası dağılmasın" diye kocasıyla iyi geçinmesi öğütlenir, evin kızı ailenin namusuna halel getirecek bir ilişki yaşarsa bazen canıyla bile olsa öder bedelini, "yuvayı dişi kuş yapar" diye diye kadınlara tüm bakım işleri yaptırılır, genç kadınların bütün ergenlik dönemi ailenin şerefini iki paralık etmemek için kısıtlanmakla ve bastırılmakla geçer.
Kadınların cinselliklerinin ve doğurganlıklarının denetlenmesinin ilk ve en temel aygıtı
Kadınlar için olabilecek en güzel dünya çekirdek ailenin makbul ve yegâne form olarak dayatılmadığı bir dünya bence.
Zira biz artık biliyoruz ki çekirdek aile ve evlilik kurumsal yegâne form olduğu sürece fahişelik de kurumsal olarak devam edecek. Kadınlar hiç durmadan saygın kadınlar ve eğlencelik hafifmeşrep kadınlar olarak kategorize edilecek.
Evlilik ve aile kadınların cinselliklerinin ve doğurganlıklarının denetlenmesinin ilk ve en temel aygıtı olarak iş görecek. Bir kadın öncelikle saygın ilişkisini evlilikle taçlandırınca, sonra çocuk doğurunca, sonra erkek çocuk doğurunca tamamlanmış bir proje olacak.
Doğurup doğurmayacağına, kaç tane ve ne zaman doğuracağına kadının kendisi yerine müessesenin gerekleri karar verecek.
Olması gerektiği kadar yumuşak, olması gerektiği kadar asi, olması gerektiği kadar uyumlu, olması gerektiği kadar radikal kadınlar çeyizlik koltuklarında oturup televizyon izleyecek, yatak odası takımlarında sadece kocalarıyla meşru cinselliklerini yaşayacak, küçük mutfaklarında bulaşık yıkayacak ve kayınvalidelerine yaşlanınca esas görevleri olarak -çalışsalar bile- bin parçaya bölünerek bakacaklar.
Daha vicdanlı bir dünya
Hayatta kan bağına dayalı ilişkiler yerine belirli ortaklıklar üzerine kurulu ilişkileri yüceltsek, canımız ne zaman istiyorsa o zaman doğursak ya da istemiyorsa hiç doğurmasak, bütün yakınlık, nezaket, şefkat ve sevgi kotalarımızı sadece aile üyelerine değil de insanlığın daha geniş bir bölümüne açsak, önemli olan benim çocuğum, benim annem, benim kardeşim yerine önemli olan kolektif bir mutluluk arayışı desek daha vicdanlı bir dünyada yaşamaz mıyız?
Hem bütün masallardaki hikâye de böyle başlamaz mı zaten, ailenin sıcak kucağında yaşayan kahraman bir gün dışarıya, onun dışına çıkmaya, yollara düşmeye, başka hayatlara karışmaya karar vermez mi?
Dışarıya çıktığı anda da hem kendini hem de dünyayı değiştirmeye meyletmez mi?
Kendimizi tuhaf bir "kadın duyarlılığı, kadın tarzı, kadın üslubu" söylemine mahkûm etmesek de kadınlar ve erkekler arasındaki son derece yapısal iktisadi, siyasal ve toplumsal ilişkilerle belirlenmiş dünyayı radikal bir biçimde değiştirmeyi gözümüze kestirsek daha iyi olmaz mı?
Unutturulan bütün kahramanlık hikâyelerimize inat yeni baştan ve bir kez daha kahraman olmayı gözümüze kestirsek, o "sıcak yuva" masallarına tav olmayıp evlerden çıksak biz kadınlara ne kadar da yakışmaz mı? (ÖSG/FK)