Bu tür bir politika, dinlerinin buyruklarını gözetmek isteyen bireylerin örneğin medeni nikahtan sonra ya da önce dini nikah kıyabilmek (Türkiyede yaygın olan bir uygulama) ya da dini nikahın medeni nikah etkisi doğurabilmesini sağlamak gibi kişisel özgürlüklerinin ötesine geçmektedir. Refahın bu politikası, Türk hukukunun dini sınırladığı özel alanın dışına taşmakta ve şeriatın getirilmesinde olduğu gibi Sözleşmeyle aynı çelişkileri taşımaktadır.
AİHM, başvuranların laikliğin Türkiyedeki özel rolü adına çok hukuklu sistemin yasaklanmasının, özel yaşamlarını dini buyruklara göre yaşamak isteyen Müslümanlara karşı ayrımcılık anlamına geldiği yönündeki iddialarını reddetmektedir.
Mahkeme, ibadet ve ayin ile kişinin dinini sergileme özgürlüğünü de içeren din özgürlüğünün öncelikle bir bireysel vicdan meselesi olduğunu tekrarlamakta ve bireysel vicdanın, bütün olarak toplumun örgütlenmesi ve işleyişiyle ilgili özel hukuk alanından oldukça farklı olduğunu vurgulamaktadır.
Türkiyede herkesin özel yaşamında dininin gereklerini yerine getirebildiği hususu AİHMde tartışma konusu yapılmamıştır. Ayrıca, diğer Sözleşmeci Devletler gibi Türkiye de dinden esinlenen özel hukuk kurallarının (örneğin taraflar arasında cinsiyete dayalı ayrımcılığa izin veren ya da boşanma ve miras ya da çokeşlilik gibi konularda erkeğe ayrıcalıklar tanıyan kurallar) kamu düzenine ve demokratik değerlere zarar verecek şekilde uygulanmasını meşru olarak engelleme hakkına sahiptir.
Sözleşme bağıtlama özgürlüğü dinlerin, kanaatlerin ve inançların uygulanmasının nötr ve tarafsız bir düzenleyicisi olarak Devletin rolüne zarar veremez.
AİHM; Anayasa Mahkemesi kararında alıntı yapılan Necmettin Erbakanın iktidarın şiddet yoluyla mı yoksa barışçı araçlarla mı ele geçirileceği hususundaki 13 Nisan 1994 tarihinde yaptığı konuşmaya (değişim kanlı mı olacak yoksa kansız mı ); Şevki Yılmazın cihatla ve Müslümanların iktidara geldikten sonra kendilerini silahlandırma olasılıklarıyla ilgili Nisan 1994te yaptığı konuşmaya, Hasan Hüseyin Ceylanın 14 Mart 1992de Batılı modele dayalı bir rejimi destekleyenleri aşağıladığı ve tehdit ettiği konuşmaya, Şükrü Karatepenin inananlara kalplerindeki kin ve nefreti canlı tutmalarını salık veren 10 Aralık 1996 tarihli konuşmasına ve İbrahim Halil Çelikin imam hatiplerin kapatılmasını engellemek için kan dökülmesini istediği 8 Mayıs 1997 tarihli konuşmasına dikkat çekmiştir.
Dönemin Adalet Bakanı olan Şevket Kazanın dini ayrımcılığa dayalı nefret uyandırmakla suçlanan kendi partisinden bir üyeye cezaevinde yaptığı ziyareti de dikkate almaktadır.
AİHM dikkate aldığı bu konuşmalarda geçen cihat kavramına yapılan atıf ne olursa olsun (bu kavramın birincil anlamı kutsal savaş ve bir toplumda bütünüyle İslamın egemen olmasına değin mücadeledir), iktidarı ele geçirmek için kullanılacak yönteme yapılan atıflarda kullanılan terminolojide bir belirsizlik bulunmaktadır.
Mahkemeye göre bu konuşmaların tümünde, Refahın iktidarı ele geçirme ve onu koruma yolunda karşılaşmayı beklediği çeşitli engellerin üstesinden gelmek için meşru olarak kuvvet kullanma olasılığından bahsedilmektedir.
Acaba bu davada Refahın kapatılması zorlayıcı bir sosyal gereksinim sonucunda mı gerçekleşmiştir? Bu sorunun yanıtı AHİM kararında şöyle verilmiştir: Mahkeme, Refah üye ve liderlerinin Anayasa Mahkemesi kararında da belirtilen eylem ve konuşmalarının tüm partiye isnat edilebilir olduğu, bu eylem ve konuşmaların Refahın çok hukuklu sistem çerçevesi içinde şeriata dayalı bir rejim oluşturmaya yönelik uzun dönemli bir politikanın varlığını ortaya çıkardığı ve Refahın politikasını uygularken ve öngördüğü sistemi yerleştirirken kuvvete başvurma olasılığını dışlamadığı sonucuna varmıştır.
Bu planların demokratik toplum kavramıyla bağdaşmaması ve Refahın bunları uygulamaya geçirmek için yakaladığı fırsatların demokrasiye yönelik tehdidi daha somut ve daha yakın kılması karşısında, Anayasa Mahkemesi tarafından başvuranlara uygulanan cezanın, Sözleşmeci Devletlere tanınan yorum hakkının sınırları içinde, zorlayıcı bir toplumsal gereksinimi makul bir biçimde karşılar nitelikte olduğu düşünülmektedir.
Sonuç olarak, Refahın kapatılmasını ve başvuranların bazı siyasi haklarına getirilen kısıtlamaları haklı çıkaracak ikna edici ve zorlayıcı sebeplerin mevcut olup olmadığını teyit etmek için titiz bir incelemeden sonra Mahkeme bu müdahalelerin zorlayıcı bir sosyal gereksinimi karşıladığı ve güdülen amaçlarla orantılı oldukları sonucuna varmıştır.
AİHM; Sözleşmenin 11/2 maddesi bakımından demokratik bir toplumda Refahın kapatılmasının gerekli görülebileceğine karar vermiştir. Dolayısıyla Sözleşmenin 11. maddesinin ihlal edilmediğine ve Sözleşmenin 9,10,14,17 ve 18. maddeleriyle 1 Nolu Protokolün 1. ve 3. maddeleri uyarınca yapılan şikayetleri ayrı olarak incelemeye gerek bulunmadığına hükmetmiştir.
Karar sadece Türkiye için değil, AİHSne taraf olan bütün ülkelerin siyasal partileri için son derece önemlidir. Umarım bu karar unutulmaz ve yeniden politikada rol alan geçmişteki siyasetçiler, geçmişten ders almayı unutmazlar. (Fİ/NM)