Mahkeme, siyasi partilerin faaliyetlerini yerine getirirken sahip olmaya devam edecekleri korumanın sınırlarını aşağıdaki gibi belirlemiştir:
...demokrasinin temel özelliklerinden birisi bir ülkenin karşılaştığı sorunları, rahatsız edici olsalar da, şiddete başvurmaksızın, diyalogla çözmesidir. Demokrasi ifade özgürlüğü ile beslenir. Bu bakış açısıyla, bir siyasal grubu, bir devletin içinde yaşayan belli bir kesimin kaderini aleni olarak tartışmak ve demokratik kurallara saygı içinde, tüm ilgilileri tatmin edecek çözümler bulma amacı ile siyasal yaşama katılmak istemesinden dolayı yasaklamanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Bu noktada Mahkeme, bir siyasi partinin, bir yasada ya da Devletin yasal ve anayasal yapılarında değişiklik yapmayı iki koşulla önerebileceğini düşünmektedir: Birincisi bu amaçla kullanılan araçlar yasal ve demokratik olmalıdır. İkincisi önerilen değişikliğin kendisi temel demokratik ilkelerle uyuşmalıdır. Mahkeme, liderleri şiddeti teşvik eden ya da demokrasiye saygı duymayan veya demokrasiyi ve bir demokraside tanınan hak ve özgürlükleri yok etmeyi amaçlayan bir siyasi partinin, bu gerekçelerle kendisine karşı uygulanan cezalara karşı Sözleşmenin korumasını ileri süremeyeceğini kabul etmiştir.
Bir siyasi partinin Sözleşmenin 9, 10 ve 11. maddelerinde öngörülen hakları öne sürerken, uygulamada Sözleşmede belirtilen hak ve özgürlükleri yok etme dolayısıyla da demokrasiyi ortadan kaldırma amacı taşıyan etkinliklere tekabül eden davranışlarda bulunma hakkını elde etmeye yeltenebileceği olasılığı dışlanamaz. Sözleşme ve demokrasi arasındaki gayet açık ilişki karşısında, hiç kimse demokratik bir toplumun ideallerini ve değerlerini zayıflatmak ya da yok etmek amacıyla Sözleşme hükümlerine dayanamaz. Çoğulculuk ve demokrasi, bir bütün olarak ülkede daha kapsamlı bir istikrar ortamının güvence altına alınması için bazen özgürlüklerine kimi sınırlamalar getirilmesini kabul etmek zorunda olan bireylerle birey grupları tarafından verilen çeşitli tavizleri gerektiren bir uzlaşıya dayalıdır.
Bu bağlamda Mahkeme, modern Avrupa tarihinde de görüldüğü üzere, siyasi partiler şeklinde örgütlenen totaliter hareketlerin, demokratik rejim içinde güçlendikten sonra demokrasiden kurtulmak isteyebileceklerinin olasılık dahilinde olduğunu düşünmektedir.
Bununla birlikte Mahkeme, örneğin müdahalenin zamanlamasına karar vermede uluslararası bir mahkemeden daha elverişli bir konumda bulunan ulusal makamların yerine geçmemekle birlikte, bağımsız mahkemeler tarafından verilen kararlar da dahil olmak üzere bir siyasi partiye karşı uygulanan hukuku ve kararları titiz bir Avrupa denetiminden geçirmek durumundadır. Bir siyasi partinin kapatılması ya da belli bir dönem için liderlerinin belli etkinliklerde bulunmalarının yasaklanması gibi radikal önlemler ancak çok ciddi durumlarda alınabilir. Siyasi partilerle ilgili ilkeler ve demokrasi için demokratik toplum düzeninin gerektirdiği koşulları yerine getirmesi şartıyla, bir dinin öngördüğü moral değerleri vurgulayan bir siyasal parti özünde demokrasinin temel ilkelerine karşıt olarak değerlendirilemez.
Ancak Mahkeme bir siyasi partinin tüzük ve programının onun amaç ve eğilimlerinin değerlendirilmesinde tek kriter olarak değerlendirmez. Sözleşmeci Devletlerin siyasi deneyimleri, demokrasinin temel ilkelerine aykırı amaçlar taşıyan geçmişteki siyasi partilerin iktidara gelene kadar bu tür eğilimlerinin onların resmi yayınlarından anlaşılamadığını göstermiştir. İşte bunun için Mahkeme bir siyasi partinin programının ilan ettiğinden farklı amaç ve eğilimleri gizleyebileceğine daima işaret etmiştir. Söz konusu partinin bu tür eğilimler taşımadığını teyit etmek için, programının içeriği parti liderlerinin eylemleri ve savundukları görüşlerle karşılaştırılmalıdır. Bu eylem ve görüşler, partinin amaç ve eğilimlerini bütünüyle sergilediği takdirde, o partinin kapatılma davasıyla ilgili olabilir.
Ayrıca Mahkeme bir Devletin müdahale etmeden önce, bir siyasi partinin izlediği politikanın yönelttiği tehlike yeterince belirgin ve yakın olmasına rağmen, iktidara gelerek Sözleşme ve demokrasinin standartlarıyla çelişen o politikayı yürütmek üzere somut adımlar atmaya başlamasını beklemesine gerek olmadığını düşünmektedir. Mahkeme, bu tür bir tehlike ulusal mahkemelerce belirlendiğinde, titiz Avrupa denetimine tabi ayrıntılı bir incelemeden sonra bir Devletin, medeni barışa ve ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlar atılmadan önce, Sözleşme hükümleriyle çelişen bu tür bir politikanın uygulanmasını makul bir biçimde engelleyebileceğini kabul etmektedir (Sürecek)