“Ben Kolay Ölmem”in prömiyeri İngiltere’nin alternatif tiyatro akımının öncü kuruluşlarından olan Londra’daki Arcola Theatre’da 11-12-13 Mart 2019 günlerinde yapılacak.
Ahmed Arif ve Cemal Süreya’nın yaşamları ve sanatlarının aktarıldığı oyunu Londra’da yaşayan hukukçu Ali Has’ın kaleme aldı. Prömiyeri sonrası ve Türkiye gösterimleri gerçekleşecek bu oyun hakkında Ali Has ile konuştuk.
Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Meslek olarak avukatlık yapmaktayım ve son 16 yıldır temel uzmanlığım ağır ceza hukukudur. Ben henüz dört yaşında iken ailem ile İngiltere'ye yerleştik. Ailem 1980’lerde siyasi iltica talebi ile İngiltere'ye gelmişler. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimimin tümünü Londra'da tamamladım.
Savunma avukatı olarak mesleğimi icra etmem ve ailemin politik kimliği, insan hakları çalışmalarına büyük ilgi göstermeme yol açtı. Bu yönüyle aynı zamanda bir insan hakları avukatı ve aktivistiyim. Bu bağlamda toplumların/halkların ulus devletler tarafından kriminalizasyonu konusuna özel ilgi duyuyorum ve insan hakları alanındaki çalışmalarım genellikle bu konuyu gündeme getirme amaçlıdır.
''Ben Kolay Ölmem'' oyununuzun konusu okuyucularımız ile paylaşır mısınız?
'Ben Kolay Ölmem' son iki yıldır üzerinde çalıştığım bir proje. Proje, özellikle toplumların/halkların kriminalize edilmesi konusunda, insan hakları avukatlığı ve aktivist çalışmalarımdan yola çıkarak yıllar içinde geliştirdiğim bir fikir olarak başladı. Bu bağlamda, oyunun esasen insan hakları çalışmalarımın bir uzantısı olduğunu söyleyebilirim.
Oyunda temel fikir, Türkiye'deki farklı halklara mensup insanların asimilasyonu amaçlı üstü kapalı ve açık olmak üzere çeşitli tekniklerin kullanılmasıdır. Oyun, Türkçe edebiyatının çok önemli iki şair ve yazarı olup, aynı zamanda Türkiye’nin Kürt ve Alevi halklarının da birer ferdi olan Ahmed Arif ve Cemal Süreya'yı anlatıyor.
İki şairin gerçek yaşam öykülerini, yaşadıkları gerçek olaylarını, zorluklarını ve şiir ve edebiyat tutkularını anlatırken alt metin olarak da Cumhuriyetin amaçlarına ve hedeflerine uygun olarak iki şaire ve onların nezdinde mensup oldukları halkları, asimilasyon amaçlı kullanılan çeşitli teknikleri de eleştirel bir biçimde sorguluyor.
Siz gerçekte ağır ceza avukatısınız. Türkçe yazan iki büyük şairi Cemal Süreya ve Ahmed Arif’i aynı hikayede bir araya getirmeye sizi sürükleyen motivasyon ne idi?
Gençlik yıllarımdan bu yana Ahmed Arif'in çalışmalarına büyük ilgi duymuşumdur. Onun sözcük ve cümle kullanım şekli ve anlamlarının altında yatan ton ve alt metinler her zaman benim için bir hayranlık vesilesi olmuştur. Onun sözcük ve cümle kullanımındaki büyüsü, okuduğum diğer şairlerden çok farklı.
Nitekim aynı dizede ilham, aşk, tutku, keder ve umut duygusu yaratabilen ve aklıma gelen nadir şairlerdendir Ahmed Arif. Onun şiirleri her zaman bir yandan epik bir hikaye anlatımı gibiyken, diğer yandan da duygusal ilhamın derin bir etkisine sahip. Onun şiirleri Anadolu halk kültürlerinden etkilenen orijinal lirizm ve tasvirler nedeniyle yaygın şekilde okunuyordu.
Cemal Süreya’nın yazı ve şiiri benim için aynı derecede önemli ve etkili oldu. Cemal Süreya, akıl ve olağanüstü zekasını yazı ve şiirleriyle yansıtma yeteneği ile beni adeta hayran bıraktı. Öyle ki şiirleri birer labirent gibidir Cemal Süreya’nın, her zaman başka bir anlama açılırcasına açık bir kapı bırakır.
Onun aşk üzerine güçlü kalemi, onu sevgi ve tutku ile eşanlamlı yaptığı gibi, şiirlerindeki hüzün, yaşadıkları ve ona yaşatılanları da ustaca dizelendirmesi benim açımdan çok önemli bir ilham ve kaynak olduğu gibi kendisine olan hayranlığımı da artırdı adeta.
İki şairin aynı sahnede tasvir ettiğim oyunu yazmamı teşvik eden şey, yalnızca onların yazma metotları değil, ayrıca trajik yaşam hikayeleri ve şu andaki yaşam deneyimlerimizle onların yaşadıkları arasındaki paralelliklerdi. İki şair aslında iyi birer arkadaşlardı ve çok şey paylaştılar.
Kalemleri üslup açısından birbirinden çok farklı olsa da, hayat hikayelerindeki paralellikler tek ve aynı şekilde tartışılabilir. Bu nedenle “iki şair, iki yaşam, bir hikaye” söylemini kullanmaktayım. Doğrusunu söylemek gerekirse, onların kimliklerinin bastırılması amacıyla yaşamlarındaki üstü kapalı ve açık asimilasyonun etkin kullanımının, onların kişisel yaşamları, şiirleri ve yazıları üzerinde derin bir etkisi olmuştur.
Cemal Süreya'nın altı yaşında iken ailesiyle birlikte Dersim'deki yaşamından sürgün edilmesi ve hayatının geri kalanını etnik ve dini kimliğinden korkarak yaşama zorunluluğu gibi yaşadığı trajediler yürek parçalayıcıdır. Hayatı acı ve ıstırap dolu iken, dışarıdan bakıldığında ise sevinç dolu bir yaşam olarak tasvir edilir.
Cemal Süreya'nın her ikisini de temsil ettiği Kürt ve Alevi halklarına yönelik asimilasyon politikaları, öylesine sistematik ve korku temelli idi ki, Cemal Süreya’nın, ancak şiirindeki dizelerin metaforik anlamları ile gerçek kimliğini yaşayabilen bir kişi haline dönüştürüldüğünü düşünmekteyim.
Onun şiirini daha çok okudukça, şiirlerinde zaman zaman ifade ettiği travma ile birlikte, tarihsel olaylara atıfta bulunarak hassas görüşlerini ifade edebildiği zeka ve ustalığı gördüm. Henüz daha çocukken kendisinin ve ailesinin Dersim'deki evlerinden sürgün edildiği şafak vaktini anlatması, üzücü ve travmatik çocukluğunu da betimliyor.
Aşırı yüklenmiş bir trenin ardından koşmak zorunda olduğunu, babasının onu kolundan yakaladığını ve neredeyse trene binemiyor olduğu için babası tarafından dövüldüğünü anlatıyor.
Ardından şöyle diyor: ''Bir yük vagonunda açtım gözlerimi. Bizi kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler.''
Ahmed Arif üzerindeki baskı ise daha “aşikar”dı. Şiirleri ve görüşleri nedeniyle dövüldü, gözaltına alındı, hapsedildi ve işkenceye maruz kaldı. Bilinmez ama belki de bu nedenle kendisi de bazen bir o kadar açık olabiliyordu şiirlerinde.
Zaman zaman Ahmed Arif şiirlerindeki sitemkar keskinliği görürüz örneğin; “...dört yanım puşt zulası, dost yüzlü, dost gülücüklü...” veya “Ahmed’in işi ilk rast gidiyor, ilktir dost elinin hançersizliği…” gibi mısralar ile aslında sistemin dayatmalarına atıfta bulunmakta.
''Ben Kolay Ölmem'', Türkçe edebiyatının en büyük yazar/şairlerinden ikisi olarak değerlendirilen Ahmed Arif ve Cemal Süreya'nın pek çok otobiyografik belgesine, anısına, röportajına ve mektubuna dayanan uzun ve ciddi bir emek harcanan bir araştırma sürecinin ürünüdür.
İki şairin bu hikayede temsil ettiği halkların kaderi, bugünkü Türkiye gerçeğinde de aynı kalmıştır ve tarih kendini tekerrür etmektedir. Asimilasyona boyun eğmeyenler suçlu ve marjinaldir. Bunlar sistem tarafından kara listeye alınmış ve “suçlu” olarak damgalanmış ve hapsedilmişlerdir.
Asimile edilmiş olanlar ise sürekli bir yalan halinde, hayatlarını bilinçsizce sürdürürler. Öte yandan, bu sert asimilasyonun bilincinde olanlar, kötü muamele görmekte ve adeta dayatılan bir ürkeklik ve cesaret arasında bir denge kurmaya çalışarak yaşamlarına ciddi bir travma ile devam etmek zorundadırlar. Böylelikle de, onların kendini ifade etme özgürlüğü sınırlandırılmıştır.
Bu kadar yoğun bir şekilde sevgisizliğe zorlanan coğrafyamızda, en epik aşk şiirleri her zaman ezilen devrimci ruha sahip şairler tarafından yazılmıştır. Nitekim, aşk, tarih boyunca her zaman ayakta dimdik durdu ve nefrete karşı galip geldi. Çünkü umudun ümitsiz kaldığı yerde, aşk ortaya çıkar ve tekrar umut olur; bir yaşam kaynağı ve sevgisizliğe karşı bir isyan olur, masum, barışçıl ve soylu bir devrime dönüşür.
Bu hikaye, bu iki şairi ve şiirlerinde, halklarına uygulanan tüm sevgisizlik baskılarına rağmen, şiirlerinde savundukları asi ruhu yeniden canlandırarak tarihi bir adaletsizliği sorgulamaktadır.
Oyunu kaleme alma sürecinizden bahseder misiniz?
Oyunun yazım süreci benim için en zor kısımdı. İlk defa bir tiyatro oyunu yazıyordum ve çok erken aşamalarda gerçekte ne kadar zor olduğunu görebiliyordum. Ancak bu beni yazmaktan alıkoymadı.
Sonuç olarak, oyunun ilk taslağını 2017 yılının başında tamamladım. İlk taslaktan memnun değildim ve nihayetinde sahnelenip halka gösterilmesinden tamamen memnun olduğum bir aşamaya gelinceye kadar daha fazla araştırma yapmaya karar verdim.
Türkçe edebiyatının en büyük şairlerinden ikisiyle ilgili yazıyordum ve ilk defa ikisi aynı sahnede canlandırılacaklardı. Bu nedenle benim açımdan oyun mükemmel olmalıydı.
Oyunun araştırma öğesi benim için en çok zaman alan şeydi. İki şaire ilişkin onlarca kitabı, gazete makalelerini, mektuplarını, özel dergi incelemelerini ve çevrimiçi kaynakları okudum; şiirlerini ve edebiyatlarını eleştirel bir şekilde inceledim ve dizelerindeki alt metinleri aradım.
Cemal Süreya'nın gerçek arkadaşlarıyla tanışıp sohbet etmek, onun karakterini ve gerçek yaşam olaylarını dikkate almak için birçok kez İstanbul'a seyahat etmem gerekti. Onları daha iyi anlamak için ayrı ayrı Cemal Süreya ve Ahmed Arif'e adanmış İstanbul ve Diyarbakır müzelerine gittim.
Onu daha iyi anlamak için İstanbul Bostancı'da Cemal Süreya'nın en çok ziyaret ettiği restorana gidip vakit harcadım. Aynı şekilde yaşadığı semt olan Kadıköy/Moda’da saatlerce yürüyüşlerim olmuştur.
Oyundaki olayların dilini ve akışını kontrol etmek amacıyla yazdığım metinleri okumak üzere minnettar olduğum yakın arkadaşlarımın yardımını aldım.
Bu hazırlık süreci nasıl geçti? Bu süreçte sizde kalıcı yer eden bir anı varsa paylaşır mısınız?
Oyunun araştırma ve yazma öğesi benim için oldukça zevkliydi. Biliyordum ki benzersiz bir şeye sahiptim; iki şairi incelerken daha önce kimselerin yapmadığı bir çalışmaya ve bakış açısına sahiptim. Bu nedenle aslında araştırmak ve yazmak oldukça zevkli hale geldi. Ofisimden ya da mahkemeden çıkıp eve biran önce varıp yiyecek bir şeyler atıştırdıktan sonra okuma, araştırma ve yazıma dönmek için ne kadar da sabırsızlandığım günleri hatırlıyorum.
Mahkemede müvekkillerimi temsil ederken, o esnada oyuna dahil edebileceğim şeyleri düşündüğüm zamanlar olurdu. Onları unutmamak için mahkeme salonunda kısa notlar alırdım ve daha sonra üzerlerinden geçerdim. Çünkü iki şaire travmatik yaşamları ve onlara uygulanan baskının bakış açısıyla bakıyordum; sanki onların masumiyetlerini kanıtlamaya çalışıyordum.
Bu nedenle, onlar hakkında yazmam ve onlara uygulanan travmayı vurgulamam bende bir tutku oldu. Mesela Ahmed Arif, kaleminin yarattığı sonuçtan o kadar korkmuştu ki, daha fazla yazması ve yayınlaması konusunda ısrar ettiklerinde ailesine şiirleri aklında tuttuğunu söyleyecekti.
Gerçekten de, 1968'deki ilk yayınından bu yana 60’in üstünde yeni baskısı olan tek bir kitap yazdı. Düşünsenize kendisine yaşatılan travmanın ağırlığını ailesine yaşatmama endişesi ve yazmamak ile onları koruma içgüdüsü...
Tüm süreç bana eleştirel düşünme ve oyun yazmayla ilgili çok şey öğretti, çünkü daha önce yaptığım ya da denediğim hiçbir şeye benzemiyordu. Bunların yanı sıra edindiğim yeni arkadaşlıklar, yeni insanların hayatıma dahil olması oldu tabii ki de. Tüm bu süreçten oldukça haz aldığımı söyleyebilirim.
Oyunu yazma sürecini tamamladıktan sonraki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Metni tamamladıktan sonra, orijinali olan 3 saatten yaklaşık 2 saate kadar kısaltma için yeniden düzenlemeye devam etmek zorunda kaldım. Metinleri gözden geçirmeme yardımcı olan İstanbul'daki tiyatro endüstrisinde öne çıkan ve deneyimli insanlardan, metnin dramaturjisi konusunda çok değerli tavsiye ve yardımlar aldım.
Bir kez daha bu süreç benzer şekilde bana yaratıcı yazma ve eleştirel düşünme hakkında çok şey öğretti ve bir kez daha bu sürece yardımcı olan tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Oyunun araştırma ve yazma sürecinde, ‘müziğin’ oyunun önemli bir tamamlayıcı öğesi ve parçası olacağını her zaman biliyordum. Bunun en önemli nedeni, canlandırmayı hedeflediğim kesin hislerin sahneye aktarılabilmesi içindi.
Baştan, düşüncelerimi ve fikirlerimi kağıda dökerken, arka planda ne tür müziklerin çalınması gerektiği konusunda çok nettim. Nitekim, Kardeş Türküler veya Bajar gruplarının müzik tarzlarının bu oyun için ideal bir beste türü olacağını hep hayal etmiştim.
Müzikleri sürekli yeni kalan ve müzikte yaratıcılıklarını hiç yitirmeyen ender gruplardır ikisi de.Aynı zamanda Türkiye içindeki çeşitli renkleri kendi müzikleri aracılığıyla canlandırabilmeleri bu oyun için önemli bir faktördü.
Ancak benim için daha önemli olanı, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’sundaki kültürlerin derin köklü lirizmini hassasiyet, duygu ve his ile gösterme yetenekleriydi.
Bir bakıma her iki grubun müziklerinin beslendiği yer ve his biraz Ahmed Arif ve Cemal Süreya’nın yaşam öyküleri ile benzeşmektedir. Onlar da “fırat suyunun marmara’ya karışması...” ile birlikte tıpkı Ahmed Arif ve Cemal Süreya’nın şiirleri gibi müzik ve eserleri ile bir öykü yaşatmaktalar aslında. Bu bağlamda onlar ile bu çalışmayı sürdürmek çok anlamlıydı.
Sonuç olarak, İstanbul'da Kardeş Türküler ve Bajar gruplarının kurucu üyesi Vedat Yıldırım ile 2017’nin Mayıs ayında tanıştım ve yazdığım metni okumayı nazikçe kabul etti. Metni okuduktan sonra projeyi kabul etti ve ardından müzik ve prova oturumları ile ilgili toplantılar yapmaya başladık.
Vedat abi, müzik endüstrisinde tanınmış bir müzisyen, “Ev Kayıtları” projesinin kurucu üyesi ve aynı zamanda akademisyen olan Bajar grubunun üyelerinden meslektaşı Cansun Küçüktürk ile birlikte projede yer almayı önerdi.
O zamandan bu yana, hangi müzik türünün en uygun olacağına dair çok sayıda toplantı ve prova oturumları gerçekleştirerek Vedat abi ve Cansun ile birlikte çalıştık. Müzik konusunda ilk aşamadan itibaren, mevcut materyali kullanmak yerine, oyun için orijinal bir müzik bestelemeye karar verdik.
Vedat abi ve Cansun ile çalışmak bir şekilde oldukça zevkliydi ve bu süreçte, projede profesyonel olarak çalışmamızın yanı sıra, aynı zamanda arkadaş da olduk.
Arcola Tiyatrosu'nda 11, 12 ve 13 Mart tarihlerinde üç gece için planlanan oyunun prömiyeri için hem Vedat Yıldırım hem de Cansun Küçüktürk Londra'da bulunacak.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Son olarak; Ben Kolay Ölmem projesinin yönetmenliğini üstlenen oldukça deneyimli Nesimi Kaygusuz ve yine Cemal Süreya ile Ahmed Arif karakterlerini canlandıracak olan oyuncular Göktay Tosun ve Cüneyt Yalaz ile birlikte çok güzel bir ekip oluşturduğumuzu düşünmekteyim.
Bu projeyi gerçekleştirmek için yola çıkarken, aklımda her zaman ön plana çıkan şey; yeni nesillere Ahmed Arif ve Cemal Süreya'nın gerçek hayatlarından yola çıkarak kendi halklarının masumiyetini ve suçsuzluklarını anlatma arzumdu ve en önemlisi, hiç kimsenin onların suçsuzluklarına dokunamayacağı idi. Sadece, bu hedefe ulaşabilmiş olduğumu umuyorum. Cemal Süreya ve Ahmed Arif'in sözleriyle bitirmek isterim;
“…Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında…” Cemal Süreya
"rivayet sanılır belki... hallarımı aynı böyle yaz…" Ahmed Arif (HK)