Kıraç Arascan Dönmez'in "Ağustos'ta Karla Dans"ı kendi ifadesiyle "Baba, oğul ensestini yaşamış birinin yarı hayatı yarı da kurguladığı" tek kişilk bir performans.
Performans kendini şu cümlelerle tanıtıyor:
"Genç şimdi 23 yaşındadır. Hayatında çoğu konuda kararsız olsa da cinsel yönelimi konusunda kesin bir karar alabilmiş ve eşcinsel olduğunu kabul etmiştir. Yüzücü bir çocukla birlikte yaşamakta, bir yandan üniversite eğitimine devam etmekte diğer bir yandan ise şarkı söylemeye çalışmaktadır. Babası uzun süre cezaevinde olan genç, babasının tahliye oluşuyla uyuduğu uykudan uyanır ve yıllar önce yaşanmış bir olayın yeniden hesaplaşması içine girer. Babasına duyduğu aşk, nefret, sevgi, kıskançlık, hırs ve öfke bütün duyguları birbirine karışmış dengesi altüst olmuştur. Babasının aksi hareketleri ve biraraya gelip yüz yüze konuşmak için bir türlü ikna olmaması nedeniyle bir plan yapar ve çözümü babasını bir avuç uyku ilacıyla uyutmakta bulur. Şimdi hem yılları hem de kendini masaya yatıracak ve hastalıklı duygularını babası üzerinden tedaviye kalkışacaktır. "
Performansın hem yazarı hem de oyuncusu Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi 3.sınıf öğrencisi Kıraç Arascan Dönmez ile söyleştik.
Oyun fikri nasıl ortaya çıktı ?
Beş yıl önce bu oyunu yazma fikri doğdu. Her şey bir hayal ile başladı. Sahnede bir yatak ve Ooyatakta yatan bir adam vardı. Üstümde bir bornoz, onunla bir şeyler konuşuyordum ama adam ne yaparsam yapayım tepkisizdi..
Ensestin merkezde olduğu bu oyunda o adamla bir hesaplaşma yaşıyordum. Bu konuyla ilgili daha fazla şey bilmem gerekiyordu. Bunu sadece benim ya da çevremde bir kısım insanın yaşadığını düşünürken, aslında bütün bir ülkenin yaşadığından çok da haberim yoktu. Belki de gazetelerin enseste ayrılan sayfalarını okumuyor ve haber bültenlerinin buna yer veren bölümlerini izlemiyordum o yüzden.
Sürekli kadın ve trans cinayetlerinin yaşandığı bir ülkede nasıl cesaret ettin ?
Yaptığım performansta, katarsis var. Biliyorsunuz katarsis, Aristoteles'in "Poetica" adlı yapıtından alınmış bir kelime ve bir trajedinin seyirci üzerindeki etkisini anlatır. Ama bu artık sadece benim değil seyircinin de katarsisi. Psikolojideki birçok şeyi alt üst eden bir cinsel tercihi (babanın oğuna yönelmesi durumunu) veriyorum. Bugüne kadar benden başkaları tarafından da düşünülmüştür muhakkak ama cesaret edip de sahneye taşıyan ben oldum. Yüküm iki kere ağır.
Oyun kurduğum hayalden çıkıp, kafamda şekillenmeye başlayınca,korkularım arttı. Sürekli sen Türkiye'de yaşıyorsun nasıl olacak diye kafamı kurcalamaya başladı.
Çevremdekilere biraz biraz anlatmaya başladığım zaman, "yok artık daha neler" ve benzeri tepkiler oldu verdikleri. Sonradan anlamaya başladım ki bunu diyenlerin aslında başından bu tarz şeyler geçmiş ve bunu görmeye daha hazır değiller. Korku benimle değil kendileriyle alakalıydı. Bunu anlayınca tamam dedim; ben bunu yapacağım.
Sonuçta ben bu oyunu yapmak için zaten beş yıl bekledim. Bir beş yıl daha bekleyemezdim. Biliyorum ki hiçbir zaman doğru zaman olmayacaktı. Beş sene sonra da Türkiye hazır olmayacaktı böyle şeylere. O zaman hazır hale getirmeye çalışmak lazım diye düşündüm, er meydanına çıktım.
Bedeli var mı?
Hali hazırda zaten ödüyorum bedelini. En kötü ihtimal biri kafama bir tuğla indirip öldürebilir. Ben sanatçıyım. Birileri de çıkıp "üstünde pembe bornozla babanla arandaki cinsel ilişkiyi anlatıyorsun, senin varlığın bile bizi rahatsız etti" deyip beni ortadan kaldırmak isteyebilir. Bu, an meselesi. Siz yeşil dersiniz, birisi yaprak görür, birisi çimen, birisi dal. Burada benim anlattığım yaprak anlaşılmaması gereken de dalsa daha dal diye anlayan olmadı.
Eğer öldürülürsem şuna üzülürüm, yapmak istediğim başka işler vardı.
Oyun sonrası sohbetlerde ilk sorulan sorulardan birini soralım. Hikayenin ne kadarı kurgu, ne kadarı gerçek?
Gerçekle hayali insan beyni ayırt edemiyor. Burada her şey birbirine girdi, şurası otobiyografik şurası kurgu diyemiyorum. Babamla cinsel birleşme dışında yaşanmaması gerekenler yaşandı aramızda. Bir baba oğul ilişkisi dışında var olan bütün ilişkiler mevcuttu ama baba-oğul ilişkisi yoktu. Biliyorum ki herkes ve herşey gibi olabiliriz ama bir baba-oğul gibi olamayız artık.
Hayatta mı? Oyundan haberi var mı?
Hayatta ve ayakta. Haberdar ama henüz izlemedi, cesaret edemiyor.Performansta ne kadar yer aldığını bilmiyor. Mesela neresi gerçek sorunuz için şunu rahatlıkla söyleyebilirim, performansta benim babamla yaşadığım iletişimsizlik bire bir var. Ne ekledim ne çıkardım aynen koydum. Çünkü bunun Türkiye'de birçok baba oğul arasında yaşanan bir iletişimsizlik şekli örneği olduğunu düşündüm.
Oyunda çıplaklık bir unsur, sonra gösterilen videonun son sahnesinde de bu var, neden?
Evet sondaki videonun son sahnesinde soyundum ve utanmadım.
Bakın, Hans Peter Duerr "Çıplaklık ve Utanç, Uygarlaşma Sürecinin Miti" isimli kitabında utanma duygusunun sadece modern toplumlara ait olduğu fikrine karşı çıkar. Ona göre insanın edep yerlerini örtme duygusu insana ait bir duygudur. Modernlikle alâkalı değil. Eğer çıplaklık varsa bu da mutlaka estetize edilmiş bir çıplaklıktır.
Üstsüz güneşlenen kadının yatak odasında iç çamaşırıyla yakalandığı anki duygusu buna örnektir. Ya da bir gazetecinin 1930 yılında çıplaklar kampındaki insanlarla ilgili tanımından söz edebiliriz: 'Kamptaki insanların bedenleri özgür ama ruhları korseler içinde, hepsi de yukarıya göğe bakıyorlar, asla aşağıya bakmıyorlar' diyor.
Ben ikisini de yaşamadım. Üstümdeki battaniyeyi atmak ve bırakmak aslında kendimi atmak ve bırakmaktı çünkü. Geriye kalansa bir "ohh be" demekti, hem de "ahh" sesleri eşliğinde. Rahatladım!
Oyundan sonra insanlarla sohbet ediyorsun, nasıl tepkilerle karşılaşıyorsun?
Ben o anda da insanların karşısına "çırılçıplak" çıkıyorum. Her türlü şeyi söyleyebilirler. En çok "yaşadınız mı oynadınız mı" sorusu geliyor. Sonra sahneler üzerinden metin okuması yapılıyor. Oyunun hemen akabinde bunu yapmak çok daha iyi oluyor; çünkü o anda filtreden geçmeden o duygu yoğunluğu ile hissediyorlarsa onu söylüyorlar.
Oynadığım rol üzerime yapışsın istemiyorum. Bu nefret ettiğim bir şey. Ve performanstan sonra hemen soru-cevap yaparak gerçek "Aras" ın kim olduğunu gösteriyorum gelenlere. Bunun bir oyun ve sahnedekinin de ben olmadığımı anlayabiliyorlar böylece.
Oyunu üniversitede de oynamışsın, nasıl tepkiler aldın?
Yalnız oynamadım, aynı zamanda oyun bir tez konusu da oldu. Ben de önce okul ne der diye düşünmüştüm. Bilgi Üniversitesi'nde bir porno olayı yaşandı, ben de performansın metnini o esnada yazmaya başlamıştım. Ama o pornoyu izledim ve estetiğe dair bir şey bulamadım. Bense bu oyunda bir estetik oluşturuyorum. Ayrıca "Ağustosta Karla Dans" İstanbul Bilgi Üniversitesi destekli bir iştir. Performansın müzikleri ve videoları üniversite ortamında en iyi isimlere yaptırıldı. Gaye Hekimoğlu ve Kutlu Suytar benim için bir yıl çalıştılar.
Okul yönetimi ve hocalarıma da "gelin oyunu izleyin" demiştim ta en başında. Ayakta alkışladılar. Aylin Kalem bu süre içinde danışmanlığımı yaptı. Prof.Dr Bengi Semerci'ye de çok sorduk nasıl olsun diye. Yani Bilgi'den onaylı bir oyun bu.
Oyun kaç kere sergilendi, bundan sonraki program ne?
Şimdiye kadar okuldakiler dahil toplam beş kez sergilendi. Temmuz'da iki kez daha sergileyeceğim. Sonra gelecek sezon için tiyatro salonlarıyla bağlantılar kurmak istiyorum.
Bu tarz oyunların "alternatif işler" yapmayı göze alamayan yerlerde oynanamayacağını biliyorum. Ama ben şehir tiyatrolarında da oynamak istiyorum. Daha fazla insana ulaşmak istiyorum. Yoksa yarım kalacak. Tarihe de "o yaşta ve o zamanda böyle bir oyunun yapılması çok güçtü" diye geçmesini istiyorum.
Bu performansla eline ne geçti?
1960'larda zihinlerini genişletmek isteyen Britanyalı Joey Mullen ve Amanda Feilding gibi aynanın karşısına geçip kafama matkapla bir delik açtım, o kadar (NV/ŞA
Performansı 15 Temmuz 2011'de Şermola Performans'ta saat 20:30'da izlemek mümkün.