HDK neden iktidarın hedefinde?
Savcıların iddia ettiği gibi PKK lideri Abdullah Öcalan’ın talimatıyla mı kuruldu?
Niçin, hangi ihtiyaçla kuruldu?
Halkların Demokratik Partisi (HDP) 24. dönem Mersin, 25. ve 26. dönem İzmir Milletvekili, HDP önceki Eş Genel Başkanı, HDP Onursal Başkanı, aynı zamanda Hakların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kurucularından ve beş dönem Eş Sözcülüğü görevini yürüten Ertuğrul Kürkçü, HDK’ye yönelik operasyonları, savcıların iddialarını bianet’e değerlendirdi.
Kürkçü, HDK'nin, 2011 genel seçimlerinden sonra kurulan bir yurttaş girişimi olduğunu ifade etti. HDK'nin, siyasal parti kalıplarına sığmayan çokluk ve çeşitliliğe sahip olduğunu belirtti. Kürkçü, HDK'nin açık, saydam bir yapı olduğunu ve herkesin gözü önünde hareket ettiğini, kuruluşunun ise mevzuatta yeri olan bir örgütlenme formuna dayandığı söyledi.
HDK'nin Abdullah Öcalan’ın talimatıyla kurulduğu iddialarına da yanıt veren Kürkçü, "Öcalan'ın açık legal siyasetin tanzimine ilişkin önerisi bir 'kongre partisi' kurulmasıydı, ama HDK siyasal yaşamın ve toplumsal mücadelelerin içinde gerçekleştiği koşullar gözönüne alınarak başka formatlarda gerçekleşti. Bu iddiaları ortaya atanlar ne Öcalan'ın düşüncelerinden haberdar, ne de HDK'nin ne olduğundan. Onların meselesi kriminalizasyon, ama o bile akıl gerektiriyor" dedi.
HDK EŞ SÖZCÜSÜ MERAL DANIŞ BEŞTAŞ
“Savcı, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu işliyor”
19 Şubat 2025
Ertuğrul Kürkçü’nün sorularımıza yanıtları şöyle:
"HDK, bir yurttaş girişimi olarak kuruldu"
HDK, fikri nasıl ortaya çıktı? HDK’yi kurarken neyi amaçlamıştınız?
Aslında HDK fikri, HDP fikrinden de önce ortaya çıktı. 2011 Haziran genel seçimlerine Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku olarak, bağımsız adaylarla katılındı. Adaylar büyük bir destek ve güçle parlamentoya girdiler. Ulusal çapta herhangi bir örgütlenme olmamasına rağmen 36 milletvekilliği kazanıldı.
Blokun arkasında Kürtlerin özgürlük mücadelesinin dinamikleri, Türkiye sosyalist hareketinin ve demokratik kamuoyunun desteği vardı ve her yerelde, her bağımsız adayın arkasında da bir yurttaş bloku oluştu. Parlamentoya kendi temsilcilerini taşıyan bu halk ittifakının başarısının kalıcı olabileceğine dair çok esaslı veriler belirdi.
Uzunca bir süredir de kafalarda parlamentoda olunsa bile, halk hareketini müesses kurumlara hapsetmemek, halkın kendi gücünü ve iradesini dolaysızca yansıtacağı bir bağımsız doğrudan demokrasi zemini oluşturma fikri vardı. Bu düşünce karşılık buldu. Haziranda seçimler yapılmıştı. Ekim-Kasım 2011'de de Halkların Demokratik Kongresi kuruldu.
Halkların Demokratik Kongresi; bir parti veya dernek olarak düşünülmedi. Bugün de kendisini "kongre" olarak tanımlaması dolayısıyla “saçma sapan” yakıştırmalarla HDK’nin “illegal örgüt” olduğu palavrası üzerine iddialar inşa ediliyor. Bu iddialar tamamen gerçek dışı. Bir yanıyla HDK'nin kuruluşu, Türkiye'de hukuken kabul gören, mevzuatta yeri olan bir örgütlenme formuna dayandırıldı. HDK bir yurttaş girişimi olarak kuruldu, kendisini böyle tanımladı ve bu tüzel kişiliğiyle etkinliklerde bulundu, medyanın önüne çıktı. Bizler “eş sözcüler” olarak bu sıfatlarımızla Mecliste, kamuoyunda, siyasal partilerde, belediyelerde temaslar yürüttük, yayınlar yaptık. Bizim kendi hakkımızda kendi bildiğimiz ama devletin ve medyanın bilmediği hiçbir şey olmadı. Bu mudur illegalite? Böyle illegal olunuyorsa, ülkedeki en illegal yapı devletin kendisi olabilir ancak.
Yurttaş girişimi diye; partiler, dernekler ve vakıflardan gayri, herhangi bir kayıt kuyuda gerek olmaksızın, yurttaşların belli bir meşru hedefle bir araya gelerek oluşturdukları kendine özgü toplanmaya, toplaşmaya, topluluğa deniyor. Yurttaş girişimi bu kurgusuyla mevzuatın da tanıdığı ve kabul ettiği bir örgütsel çerçevedir.
Halkların Demokratik Kongresi'nin kuruluşuna, o zaman parlamentoda bulunan Barış ve Demokrasi Partisi, Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku'na katılmış olan sosyalist partiler öncülük etmiş olsalar dahi -birçoğu o zaman, kuruluş halindeydi-, 78'liler Girişimi, dernekler, çevre örgütleri, Çerkesler, Pomaklar,Lazlar, Araplar, Aleviler’in kültür kurumları, dergi çevreleri, bireyler, kadın hareketleri, LGBTİ+'lar, demokrat Müslümanlar vb. vb. ... çok geniş bir katımlımla ortaya çıktı. Aslında bugün de bu kurumların listesi HDK internet sayfasında mevcut.
Bütün bu geniş kesimlerin tartışmaları ve bir aradalığıyla ortaya çıkan bir yapıya hiç sıkılmadan "illegal örgütün uzantısı" deniyor. Bunların akılla ve hukukla ilgisi yok. Bu iddiaların Halkların Demokratik Kongresi'nin kurgusu, amaçları ve işleyişi ile hiçbir ilintisi yok. HDK tamamen halkların kendi kendini desteklemesi hedefiyle kurulmuş bir yapı. Nitekim işlediği süre içinde büyüyerek, güçlenerek ve içinde bulunan partileri de güçlendirerek yürüdü.
Fakat Halkların Demokratik Partisi'nin kurmamızın ardından HDP'nin sağladığı parlamenter avantajlar; HDP’nin parlamenter temsil olanağının önünü açtığı düşüncesi, Halkların Demokratik Kongresi'nin aşağıdan yükselen bu özgürlükçü halk hareketi karakterini bozdu. Halkların Demokratik Kongresi'nin yarattığı potansiyel çok büyük ölçüde Halkların Demokratik Partisi'ne aktı. 2013'ten sonra Halkların Demokratik Kongresi, başlangıçtaki yani 2011'deki varoluş tarzını ve işleyiş pratiğini kaybetti.
Ben, beş yıl HDK Sözcülüğünü yürüttüm, 2016'da görevi devrettiğimde Halkların Demokratik Kongresi, Halkların Demokratik Partisi'nin tamamen gölgesi altındaydı. Halkların Demokratik Kongresi, Halkların Demokratik Partisi'nin bütün üyelerini kendi üyesi kabul etti ama Halkların Demokratik Partisi'nin bütün üyeleri Halkların Demokratik Kongresi'ni kendi taban örgütleri olarak görmediler. Bu da hareketin ivmesini yitirmesine neden oldu.
Ertuğrul Kürkçü: "Kürtlerin ve sosyalistlerin kurtuluş projeleri birbiriyle yakından ilişkili olmak zorunda"
8 Ocak 2025
"Diyelim ki Abdullah Öcalan'ın direktifiyle kuruldu..."
Kasım 2024'te tutuklanan, 15 gün önce de tahliye edilen DEM Parti Esenyurt İlçe Eşbaşkanları hakkında hazırlanan iddianamede HDK’den söz ediliyor. Halkların Demokratik Kongresi’nin "PKK lideri Abdullah Öcalan'ın talimatıyla, batıdaki sol siyasi ve marjinal gruplar ile ittifak kurulabilmek için kurulduğu" iddia ediliyor. Aralarında akademisyenlerin, gazetecilerin, aydınların olduğu 800’ü aşkın delege talimatla mı bir araya geldi?
Bu ne kadar akıl dışı bir iddia. Bunu ortaya atanların hukuka saygısı yok, ama akla hiç saygısı yok. Hayattan ve hakikatten haberleri yok. Ya da aslında onların meselesi kendi yatağında akan bir hareketi kriminalize etmek, ama bu kez de yaptıkları toplumu bu laf salatasını yutacak kadar aptal yerine koymak.
Tutalım ki HDK, Abdullah Öcalan'ın direktifiyle kurulmuş olsun. Abdullah Öcalan'ın direktifiyle silah bırakılacağı, bunun legal olacağı kabul ediliyor da çözüm sürecinin ortasında kurulan, silahla şiddetle hiçbir ilgisi olmayan, bununla da suçlanmayan, doğrudan doğruya halkın kendi kendini yönetmesi ve kendisini temsil etmesi, yani doğrudan demokrasi iddiasıyla kurulan bir yapının Abdullah Öcalan'ın direktifiyle kurulması neden “illegal” oluyor? Neden “kriminal” oluyor? Neden bunu yapmak “suç” oluyor?
Bugün Abdullah Öcalan ile görüşürken; ondan perspektiflerini değiştirmesini, yeni bir istikamete girmesini, bu istikamette yol almasını isterken aslında “terörizmle işbirliği” yapmış olmuyorlar mı? Bu iddianame onu ortaya atanların iflah olmaz ikiyüzlülüklerini kanıtı olabilir ancak.
Kaldı ki, Öcalan'ın bir direktifi de söz konusu değil. Öcalan esasen Halkların Demokratik Partisi kurulmadan önce legal siyaset alanının tanzimi açısından bir kongre-partisi kurulması önerisinde bulunuyor. Ama, mevzuat çerçevesinde ve siyasi hayatın gidişatı içerisinde bu önerinin yapısal olarak realize edilemeyeceği düşüncesiyle bu yola girilmiyor. Özetle Öcalan’ın önerisinin ne akıl ne hukuk dışı bir yanı var ama, gerçekleşebilen o değil.
Kaldı ki, madem iddia bu: O zaman Halkların Demokratik Partisi'nin de, Halkların Demokratik Kongresi'nin de KCK'nin faaliyetleriyle, Öcalan'ın talimatlarıyla bir neden sonuç ilişkisi içinde olduğunu ispat etmek onlara düşer. "Onus probandi”-ispat yükümlülüğü- suçlayana düşer. Hukukun temel karineleri bunlar. Halkların Demokratik Kongresi'ne, Halkların Demokratik Partisi'ne, PKK'ye sempati duyanlar ilgi gösterebilirler. Bunun işe yarar bir araç olduğuna kanaat getirebilirler. Ama pekala Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin üyeleri de, dernekler ve sendikalarda yer alan herkes de HDK'de bulunabilir, bunun önünde hiçbir engel yok.
PKK'nin perspektiflerini kendisine yakın hisseden milyonlarca yurttaş var Türkiye'de. Bu insanlar, evleri, hayatları, işleri, ilgileri sempatileri olan, bu toplumun orta yerinde yaşayan milyonlar... Her yere girebilir her yerde çalışabilirler. Bunda şaşılacak bir şey yok. HDK’de faaliyet gösterenlerin başka nerede faaliyet gösterdikleri, kendi bilecekleri şey. HDK’nin programı ve tüzüğünü kabul eden herkes HDK’de çalışabilir. Şimdi soralım bakalım, bu program ve tüzüğün neresi hangi hukuka aykırıymış. Ayrıca neymiş bu talimatlar? Kim kime talimat vermiş? Bu talimatı kim yerine getirmiş? Bu iddiaları ortaya atan iddiasını kendi ispatlaması gerekirken, “insanlara sen masumiyetini ispat et”, diyor. Ben hiçbir şey ispat etmek zorunda değilim.
HDK’lileri kolay yutulacak lokma sanıyorlar ama öyle olmayacak. Başta da söylediğim gibi bu bir yurttaş girişimidir. Bunun vakıf, dernek ya da parti olup olmaması fark etmez. Üstelik parti olduğu zaman da onlar için bir şey fark ediyor muydu? Halkların Demokratik Partisi'ni kapatmak için Anayasa Mahkemesi’ne TEM direktifleriyle götürmediler mi?
Bu iddiaların hukuk karşısında bir geçerliliği yok. Aksine, Halkların Demokratik Kongresi talimat almaz, yalnızca kolektif iradesiyle kendi kendisine talimat verebilir. "Biz şu istikamette yürüyoruz, bu tarafa gelin" diyebilir. Ama hiç kimse HDK'yi yürümekte olduğu yoldan başka bir istikamete sürükleyemez.
Öte yandan sormak gerekir; Halkların Demokratik Kongresi'nin hangi faaliyeti, hangi eylemi, hükümeti yasal olmayan yollardan devirme amacına yöneliktir? Hangi faaliyetinde bir yasa dışılık söz konusu? Ortada barışçıl ve demokratik toplantı ve gösteri yapmaktan başka herhangi bir fiil yok. Bunların hepsi de anayasal güvence altında olan ifade özgürlüğü kalıpları. Ortada bundan başka elle tutulacak bir şey yok.
10 ilde HDK'ye operasyon: 60 gözaltı kararı
18 Şubat 2025
"HDK fikrinin ete kemiğe bürünmesinden korkuyorlar"
HDK, daha önce de hedef haline gelmişti. Hatta 2015’te Habertürk, istihbarata dayandırdığı bir haberi manşetinden vermişti. Eski Eş Sözcülerden Onur Hamzaoğlu tutuklanmıştı. Geçen dönem Eş Sözcülük görevini yürüten Esengül Demir ise şu an gözaltında. HDK neden hedef oluyor?
Çünkü bu devleti yöneten Türkçü diktatörlük aklı; başka bir milletin, milliyetin, halk topluğunun kendini ifade etmesini devletin sonu olarak düşünüyor. Halkların Demokratik Kongresi gibi bir yapıyı denetleyemiyor. HDK içinde yer alanlar; gündelik yaşamın içinde, işyerinde, eğlence mekânında, okulda hayatın her düzeyinde... Halkın böyle bir zeminde bir araya gelmesi iktidarı Azrail’den korkar gibi korkutuyor. Mesele bununla ilgili. Eşit yurttaşlık fikri meşrulaşmasın. Çok kültürlülük meşrulaşmasın. Kürtlerin, Arapların Türklerle, Alevilerin Sünnilerle, kadınların erkeklerle, LGBTİ+'ların bireylerin heteroseksüellerle eşit haklara sahip olduğu fikrinin ete kemiğe bürünmesini istemiyorlar, mevzu bundan ibarettir.
Kürtlerin özgürlük talebini Kürdistan'a sıkıştırmak, siyaseti siyasi partilere sıkıştırmak, partileri mevzuata sıkıştırmak istiyorlar, geri kalan bütün hayat alanlarını ise; camiyle, kışlayla, okulla, ticaretle, muhafazakâr ahlakla kuşatmayı amaçlıyorlar. Aslında şu an olan bir siyaset kavgası değil, bir kültür kavgası. Başka bir kültürün doğması, filizlenmesi ve zihinsel dönüşümünün gerçekleşmesinin önünü almak istiyorlar. Bunu ölümden beter gördükleri için Halkların Demokratik Partisi'ne gösterdiklerinden çok daha büyük bir reaksiyonu Halkların Demokratik kongresine gösteriyorlar. Çünkü Halkların Demokratik Kongresi'nin kontrolü daha güç, gündelik hayatı her an takip edemezsiniz ama siyasi hayatı her an takip edebilirsiniz. Parti merkezi bellidir, milletvekili bellidir, bunlar üzerinden yürüyerek lazım geldiği zaman partinin bütün fonksiyonerlerini tutabilirsiniz ama amorf bir halk hareketine bunu yapmak güçtür. Şimdi bu operasyonlarla “ya tutarsa” diyerek ürkütmek istiyorlar çünkü buradaki ivme onları her şeyden çok korkutuyor. Çünkü herkes "potansiyel tehdit", akıl böyle çalışıyor.
60 KİŞİ HAKKINDA GÖZALTI KARARI, 52 GÖZALTI
HDK'den gözaltı açıklaması: Toplumsal muhalefet susmayacak
18 Şubat 2025
"Çöktürme planı hâla devrede"
Peki savcının veya iktidarın, Öcalan’ın talimatıyla kurulduğunu öne sürdüğü bir kurumu, Öcalan ile görüşmeler yapılırken hedef almasını nasıl okumak gerekiyor?
Kendi söylemleriyle; Abdullah Öcalan'ın talimatıyla kurulduğunu iddia ettikleri bir yere saldırmak, iktidar açısından büyük bir çelişki ve aslında bu çelişki çöktürme planının hâlâ devrede olduğunu gösteriyor.
Bu çelişkinin iki yanı var. Birincisi; 2014 yılındaki Kobani direnişleri, öncesindeki Gezi ve diğer halk hareketleri, bir toplumsal başkaldırı karakterine büründü. Bu nedenle Ocak 2015 Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin değiştirilmesi ve bu halk hareketlerinin “ayaklanma bastırma” tedbirleri çerçevesinde bastırılması kararı alındı. Bu son derece önemli bir stratejik karar, buna göre; "Bütün yurttaşlar olası düşman olarak görülecek ve bütün faaliyetler bu bakış açısından denetlenecek, sınırlanacak, ihbar edilecek ve cezalandırılacak"tı.
Bu durum sadece 15-20 Temmuz 2016'daki örtülü darbeyle de ilişkili değil, bu karar çok daha önce alındı ve sürüyor. Bu, kısmen sızdırılan "çöktürme harekat planı", OHAL kararnameleriyle yasalara içkin kılındı. İkinci bir kararla değiştirilmediği için de şimdi bütün yargı, polis ve ordu birimleri bu “ayaklanma bastırma planına” göre hareket ediyorlar. Bu kararlar yürürlükten kaldırılmadığı sürece her Cumhuriyet Savcısı, her jandarma komutanı, her kaymakam ve hatta muhtar başka bir emre gerek olmaksızın kendisini bu “ayaklanma bastırma pratikleri” çerçevesinde görevli olarak görmeye devam edecektir.
Rejim yukarıda diyalog sürüyor diye bunun önünü alan bir pratik sergilemediği gibi, tersine kasıtlı olarak bütün bunlara güç veriyor çünkü, yukarıda sadece Öcalan ile yürütülen ve başka hiç kimsenin dahil edilmediği bir süreç var. Bu kadar daraltılmış bir diyalogun bu kadar büyük bir toplumsal ilgi kazanması, herkesin sorununu ve çözümünü bu diyaloga tahvil etmesi eğilimi karşısında "aşağıda yaprak kıpırdamayacak” diye talimat verdikleri anlaşılıyor. Nitekim mekanizmalar da böyle harekete geçiyor.
İşte bu nedenle iktidar şu an ölüm korkusu içinde, Halkların Demokratik Kongresi'nin hedef alınmasından söz ediyoruz fakat yalnızca radikal demokratik muhalefete değil, düzen içi şahsiyetlere ve kurumlara da yöneliyorlar. TÜSİAD yöneticilerine yapılanlar ortada. TÜSİAD yöneticilerinin söylediklerini her yurttaşın söyleme hakkı var.
Kaldı ki TÜSİAD, devletle içli dışlı olan bir kurum. Türk maliyesinin topladığı gelir vergisinin, kurumlar vergisinin önemli bir kısmını üretiyor ve bundan ötürü sermaye gruplarının derneği olarak kendilerinde bunları söyleme hakkını görüyorlar ama görüyorsunuz, nasıl büyük bir sarsıntı ve korku yarattığını. Tayyip Erdoğan'ın öfke görüntüsü altında yansıttığı her şey esasında çok büyük bir korkunun dışa vurumu.
Halkların Demokratik Kongresi'ne geri dönersem; bu operasyonların hızlanmasının bir diğer nedeni; Öcalan ile görüşmelerden bir sonuca varılamaması halinde büyük bir toplumsal reaksiyonun ortaya çıkmasının önünü almaya yönelik, önleyici bir zihniyetle bu operasyonları yapıyorlar ama aslında önleyici değil kızıştırıcı oldukları gerçeği de apaçık ortada.
CHP İLE UZLAŞMIŞLAR
"Kent Uzlaşısı suçu"ndan 10 tutuklama
14 Şubat 2025
"Kent uzlaşısı, HDK'nin, KCK'nin, DEM'in değil, halkın fikridir"
Tekrar soruşturma dosyalarına döneceğim. İddianamelerde sıklıkla “talimat” ifadesiyle karşılaşıyoruz. Sizin de yargılandığınız Kobanî Davası bunlardan biri, yine yakın zamanda kent uzlaşısı tutuklamalarında KCK’li isimlerin açıklamaları, savcılık yazısında yer aldı.
Siyasi partilerin veya sivil toplumun söylemlerinin PKK veya Öcalan ile benzerlik göstermesi suç olabilir mi? Mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılması davasında DTP’yi, “Kürt meselesinin barışçıl çözümünde temel siyasi taraf” olarak tanımlamıştı ve söylemlerin benzerlik göstermesinin örgütsel bağ anlamına gelmeyeceğini ifade etmişti.
Türk güvenlik makamları -başta MİT'in eski başkanı Hakan Fidan olmak üzere- KCK'lilerin düşüncelerini, politikalarını, siyasete bakışlarını bence gayet iyi biliyorlar. Uzunca bir süre Oslo'da KCK'nin üst düzey yöneticileriyle çözüm müzakereleri sürdürdüler. Oslo tutanaklarının bir bölümünü, Fethullah Gülen cemaati taraftarları (öyle oldukları söyleniyor) sızdırdı. Bunları inkâr etmediler. Edilecek hali de yoktu. KCK de bunların otantikliğini kabul etti. O belgelerde, özerk yönetim teşkili konusunda devletin memurlarının KCK'lilerle büyük ölçüde mutabakat içine girdikleri görülüyor. Siz, güvenlik teşkilatınızın en önemli biriminin başkanını Oslo'ya gönderiyorsanız; o zaman KCK'lilerin söylediklerinde bir gerçek, bir hakikat, Türkiye'nin geçmişi ve geleceği ile ilgili bir anlam olduğunu düşünüyorsunuz demektir.
Bugünse, "KCK yöneticileri İstanbul seçimlerinde şöyle açıklama yaptı, bu talimattır" diyerek operasyonlar yapılıyor. Velev ki, insanlar bu açıklamalara göre tercih yapmış, oy kullanmış olsun. Eğer, bu talimat olarak kabul ediliyorsa, seçimlerde muhalefetin aldığı oyun da KCK'nin oyu olarak görülmesi icap etmez mi? O zaman iktidara geçmiş olsun; KCK Türkiye'nin üçüncü büyük partisidir. Eğer talimatla çalışıldığını düşünüyorlarsa bu mantıksal sonuçtan kaçamazlar. “Talimat” demek işlerine geliyorsa öyle diyebilirler ama bu akıl yürütmenin, bumerang gibi kendilerini vuran bir silaha dönüştüğünün yeterince farkında değiller sanırım.
Fakat şunu net olarak söyleyeyim; “Kent Uzlaşısı” fikri DEM Parti'nin, KCK'nin veya HDK'nin bir icadı değil, halkın, tabanın öz fikridir. Yerel seçimlerde nasıl davranılması gerektiğine dair bütün kararları seçmenlerimiz kendileri verdi. Hatta partilerimiz, tabandan gelen bu önerilere siyasi bir çerçeve bulmakta esasen bir hayli geç kaldı, yalpaladı. Halk, 2018'den beri politik partilerin önünde gidiyor. 2019 ve 2024 yerel seçimlerinde -özellikle metropollerde- seçmenlerimiz nasıl oy kullanmak istediklerine kendileri karar verdi ve partilerinden buna dair strateji geliştirilmesini istedi. Sonunda PKK halkın iradesine saygı göstermiştir… Tıpkı Halkların Demokratik Partisi'nin ya da DEM Parti'nin veya Yeşil Sol Parti'nin veya DEM Parti’nin halka ayak uydurması gerektiği gibi... Halka istemediği, kalbinden ve zihninden geçmeyen bir şeyi kimse yaptıramaz. Halkların Demokratik Kongresi de kendi programı, kendi hedefleri çerçevesinde ve halktan aldığı fikir ve halktan aldığı güçle çalışıyor.
DEM PARTİLİLER ESENYURT'TA
Hatimoğulları: Kent Uzlaşısı, iç barışın ta kendisidir
31 Ekim 2024
"Savcı, hukuksuzluğun başında yer alıyor"
Son gözaltılardan sonra HDK’de yer almış 6 bin kişinin isminin savcılıkta olduğuna ilişkin açıklamalar yapıldı. Bu durum da aslında sıklıkla karşımıza çıkıyor. Örneği Gezi Davası sürecinde de 2 bin kişinin isminin olduğu kamuoyuna yansımıştı, keza Kobani Davası’nda da durum benzerdi. Her an herkes herhangi bir dosyaya eklenip örgüt üyesi sayılabilir. 68’den bu yana farklı şekillerde mücadele yürütmüş bir isim olarak bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Yaşamış olduğumuz süreç, geçmiş dönemlerin hiçbirine benzemiyor. Ne Cumhuriyet Halk Partisi'nin tek parti dönemi, ki ben o dönem bitmeden 2 yıl önce doğmuştum ama önceki kuşaklarımız o dönemlerde yaşadılar, onların hikayelerini biliyoruz.
Ondan sonraki Demokrat Parti dönemi, sonra askeri darbeler, sıkı yönetimler, koalisyon hükümetleri, Milliyetçi Cephe hükümetleri vesaire, vesaire. Hiçbirinde böyle bir totaliter hukuk yoktu. Şimdi totaliter bir yapı oluştu. Örnekse, geçmişte gazetecilerin yazarların, yazdıklarında çizdiklerinde dava edilecek bir konu varsa şayet, bunun bir süresi olurdu. Dava edilebilirlik süresi 6 aydır, üzerinden 6 ay geçtikten sonra dava açılamazdı. Şimdi bu totaliter rejimde sosyal medyada eğer siz 12 yıl önce herhangi bir şey yazmışsanız veri madenciliği yoluyla sanal devriye, AYM tarafından yasaklanmasına rağmen buraya girebilir ve 12 yıl önce yazdıklarınız nedeniyle gözaltına alınabilirsiniz. Tarih değişmiş, sosyal koşullar değişmiş, siz değişmişsiniz bunun hiçbir önemi yok, size suç yazabilirler. İnsanların ifade özgürlüklerini kullanmış olmaları karşılarına bir suç karinesi olarak çıkabilir. Zaman aşımı denen şey artık yok oldu. Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde olmamıştır. Nazizm altındaki Almanya'da belki olmuş olabilir ama Türkiye bu açıdan Putin Rusyası’nı bile geçti.
İkincisi; son yıllarda “açık davalar” denen bir manivela oluştu. Mesela Kobani bir açık davadır. Halka karşı kullanılacak bir kriminalizasyon kaldırıcı olarak hiçbir zaman kapatmıyorlar bu davaları. Gezi Davası'nın da bir açık dava olduğunu görüyoruz. Açık dava, dosya kapanmadığı için her an herkesi herhangi bir irtibatla bu dava dosyalarına dahil edebilecekleri anlamına geliyor. Bunun için bir şey yapmanıza gerek yok. Sizin hapse atılmanız gerektiğine karar verdiklerinde - örnek; Ayşe Barım olayı- telefonunuzun HTS kayıtları o sırada Taksim’den geçtiğinizi gösterirse şıp diye Gezi Davası'na bağlanabilirsiniz.
İkinci Kobani dosyası da böyle oluştu ve ana davaya bağlandı. Kobani protestoları 2014'te yaşandı sene 2024-2025 dava hâlâ kapanmadı. Sene 2011, Halkların Demokratik Kongresi kuruldu. 2025 oldu, 14 yıldır süren bir soruşturma, kovuşturma, iddialar... Böyle bir palavra olabilir mi? 2011'de yapılmış bir organizasyonun davası 2025'te açılabilir mi? Bunların zamanla bir tutarlılığı olması gerekmiyor mu? Suç ve ceza, eylem ve sonucu arasında bir paralellik olması gerekmez mi?
Suçlama: "Halkların Demokratik Kongresi'nin genel kuruluna katılmış". Yurttaş inisiyatifinin genel kurulu, katılır katılır bundan kime ne? "Parası nereden geliyormuş?" Sana ne? Mecbur muyuz açıklamaya, parasını halktan topluyoruz. Var mı? "Bu denetlenmeli mi?" Bir yurttaş inisiyatifini denetlemenin mevzuatında böyle bir şey var mı?
Gözaltındakilere sorulan bütün bu tür sorular yurttaşların kendilerini suçlu hissetmelerine yönelik tuzak sorular. Bütün bu davaları yürütenlerle eninde sonunda davalaşılacaktır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı bu hukuksuzluğun başındadır ve bütün suçlarıyla yüzleşeceği bir gün gelecektir.
HDK’den ‘Barış için 1 milyon imza’ kampanyası: Barışa bir şans verelim
16 Ocak 2025
"Öcalan'dan duymak istediklerini hâlâ duyamadılar"
Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelere dair ne düşünüyorsunuz? Görüşmeleri yapan taraflardan öte müzakereye evrilmesi için kimler ne yapmalı?
Abdullah Öcalan’ın kapısı çalınmış. Kendisinden Türkiye'yi ve Türkiye'de yaşayan halkları, çıkmazdan alacak bir yeni açılım ihtimali için görüş istenmiş. Öcalan bu görüşü oluşturmaya çalışıyor. Fakat benim gördüğüm kadarıyla Öcalan'ın söyleyecekleriyle onların dinlemek istedikleri arasında hâlâ bir paralellik yok. Bu paralellik hâlâ oluşmadı ki, Öcalan'ın beklenen açıklamaları hâlâ ilerlemiyor.
İlk gelen ipuçlarına bakarsak; Öcalan meseleyi Meclis'e taşımayı, toplumun tamamının süreçte söz sahibi olmasını düşünürken; onlar meseleyi hiç kimseye yansıtmadan Öcalan'ın PKK ile ilişkisi üzerinden bağlamaya çalışıyorlar. Ve buradan sıfır maliyet ve yüzde 100 kazanımla çıkarak; siyasi rejim değişikliğini bir sıçrama noktasına ulaştırmayı düşünüyorlar. Kafalarından geçen budur. Bu son derece tehlikeli bir gerilim yaratır.
Öcalan'ın tutumu, bu gerilimin halklar ve Kürtler lehine çözülmesi, dönüşmesi bakımından bir imkan aramakla ilgilidir. Ben şahsen böyle bakıyorum. Ancak bu durum böyledir diye Öcalan müzakere ediyor, diyalog yapıyor diye partilerimizin, demokratik güçlerimizin kendilerinin de diyalogun bir tarafı olduğunu sanmaları için hiçbir sebep yok. Devlet zaten bunu onlara devamlı hatırlatıyor.
Muhalefetin görevi, diyalogu, demokrasi mücadelesinin ritmini yükselterek tartışmayı "Ekmek yoksa barış da olmayacağı" noktasına getirmektir. Öcalan diyalogunu yürütür, bu tarihin ve siyasetin ona verdiği bir hak ve ayrıcalık. Ama politik güçlerin kendi programları itibarıyla bir demokratik dönüşüm için kollarını sıvamaya devam etmeleri gerektiğini, hatta Öcalan’ın diyalogunun daha derin sonuçlar vermesi açısından da bunun bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
Mazlum Abdi: HTŞ ile Suriye’de tek bir ordunun olması konusunda anlaştık
28 Ocak 2025
"Ankara, Rojava'ya saldıramaz"
Son olarak; olaki bu süreç müzakereye dönüşmedi, o zaman nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalacağız? Türkiye'nin Kuzey ve Doğu Suriye'ye müdahalesi söz konusu olur mu?
Bir yere saldıramaz. Suriye Demokratik Güçleri, Suriye'de son derece başarılı bir diplomasi ve politika yürütüyor ve bence kendi kazanımlarını tahkim ediyorlar.
Suriye'de oluşmakta bulunan yeni rejim ile bir çatışma olasılığını bertaraf ediyorlar. Bu bile kendi başına Türkiye'nin Suriye Kürtlerine yani Rojava'ya saldırması ihtimalini son derece sınırlıyor. Burada Ankara’ya bir fırsat düştüğünü ben düşünmüyorum. Ancak bu diyalog sürecinin anlamlı bir sonuca varmaması Türkiye'deki kaotik durumun derinleşerek devam etmesi anlamına gelecektir.
Az önce de söylediğim gibi rejimin iktidarı, toplumsal rızaya sahip olmadan devam edemez, buna mecali yok. Son derece kırılgan bir hal aldı. O nedenle bu kırılganlığın yarattığı riskleri ortadan kaldırmak için olası bir başarısızlığı diktatoryal yöntemleri güçlendirerek örtmeyi amaçlayacakladır. İstanbul Büyükşehir Belediyesine, Cumhurbaşkanlığı adayı seçimlerine yönelik tedbirlerini ya da oyunlarını genişletmeyi düşüneceklerdir. Her türlü illegaliteyi bekliyorum araçsallaşmış yargıdan ve rejimden. Dilerim ki en azından “çatışmasızlık” aşamasına ulaşılsın, ondan sonrası daha kolay. Bu sürecin akamete uğraması -her akamete uğrayan süreçte olduğu gibi- şiddeti getirir, bu temenni edilmez ve umarım öyle olmaz.
(RT)