Sokaklara çıkıp gırtlağımız yırtılırcasına "imdat, koruma istiyoruz!" diye bağıramadık, bağıramıyoruz. Ama şahsen ben, lafı dolandırmadan, açık açık ifade etmeliyim ki, koruma talep ediyorum! İster sokağa her çıkışımda beni kollayacak bir polis, isterse polise gerek bırakmayacak kadar şiddet eğiliminin azaltıldığı bir toplum: ikisinden birine acilen ihtiyacım var!
Uğur Mumcu suikastından sonra dost sohbetlerinde çok sık alay konusu olan bir anekdot dolaşıyordu dilden dile. Mumcu'nun ölüm haberini alan, ihale, valinin icraatları, düzenlenen spor müsabakalarının birincisi olan takımın kaptanının tekniklerindeki sır vs, dışında haber yapmayan bir yerel gazetenin haber müdürü, hayli tedirgin, evine gider.
Hemen perdeleri çeker, kapıyı iyice kilitleyip karısını ve çocuklarını uyarır "sakın kimseye kapıyı açmayın. Gazeteci Uğur Mumcu öldürüldü ve belli ki sıra bana geldi!" der. Benim koruma talebimle, yerel gazetecinin korkusu arasında bir hayli benzerlik olduğunun farkındayım elbette. Peki, bu korkaklığın müsebbibinin kişisel zaafımdan kaynaklandığını kim iddia edebilir!
Madem kamera, neden koruma?
Hrant'a yönelik suikasttan sonra, valilik, daha evvel defalarca ölüm tehdidi alan, 301. maddeden yargılanan Orhan Pamuk'a istemeye istemeye koruma tahsis etti. Hrant'ın katilinin yakalandığı gün gazetecilere MOBESE sistemini daha da etkinleştireceklerini muştulayan İstanbul Valisi Muammer Güler, gözetleme sistemiyle Orhan Pamuk'un korunamayacağını anlamış olmalı ki, koruma tahsis etmeyi uygun bulmuş.
O halde şu soruları sormak için elimizde yeteri kadar neden var: Madem gözetleme sistemi, can güvenliğimiz için yeterliyse, o halde neden Orhan Pamuk için ayrıca koruma tahsis edildi? Eğer gözetleme sistemi, "Kameralar Sadece Ölümü Kaydediyor" başlıklı yazımızda da dikkat çektiğimiz gibi, sadece ölümü kaydediyorsa ve valilik bunun farkındaysa, o halde ne kadar güvendeyiz? MOBESE sisteminin yaygınlaştırılması, kime, kimlere, ne fayda sağlayacak? Vali, bu müjdeli haberi kimlere verdi?
Güzel tepkiler
Bundan bir yıl kadar önce, otobüste Özgür Gündem gazetesi okurken, elinde Hitler'in "Kavgam" kitabıyla arzı endam eden birtakım "hassas vatandaşların" gazabına uğrayan üniversiteli genç, ölümden şans eseri kurtulmuş ve iddiaya göre olay mahallinde bulunan polisler de linç girişimine katılmıştı.
Üniversiteli gencin, sırf gazete okuduğu için, sokaktaki herhangi birileri tarafından linç edilmek istenmesine karşı ne İstanbul Valisi, ne de linç girişimlerini "güzel bir tepki" diye güzelleyen İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah herhangi bir reaksiyon göstermişti. Trabzon'da defalarca tekrarlanan linç girişimlerini gayet sıcak tepkiler olarak karşılayan hükümetin saygın üyeleri hakkında ise artık söyleyecek lafımız kalmamıştır herhalde. Velhasılıkelam, bu ülkede linç edilmek "istenmeniz" durumunda, muktedirlerden sizin lehinize laf çıkmasını beklemeyeli uzun zaman oldu...
Bugün (26 Ocak Cuma), Taksim'den otobüse binerken, elimde Agos gazetesinin son sayısı vardı. Yol boyunca gazeteyi okuyacağımı sanıyordum. Fakat yolcu sayısı arttıkça, kendimi köşeye kıstırılmış gibi hissettim. Her yeni yolcunun bakışları karşısında gazeteyi daha bir saklama hissine kapıldım.
Otobüs tıklım tıklım dolduğundaysa, hepten kapattım Agos'u ve çantama korkakça koyuverdim. "Herkesin vicdanı kendi polisidir" klişesi, Hrant Dink suikastından (veya cinayetinden) sonra çok sık tekrarlamaya başladığım bir cümle oldu. Türkiye'de, Mersin'de iki çocuğun Türkiye bayrağı yaktığı şayiasından beri, "vatandaşın vicdanı", hepimizin polisi, hatta cellâdı olmaya aday.
O haklı vatandaşın vicdanının, otobüste Agos gazetesini okuyan biri için nasıl yorum yapacağını kestiremeyeli beri, linç girişimlerinin güzel tepkiler olarak yorumlanmaya başlanmasından beri, hepimizin korumaya ihtiyacı var.
Sıkıysa polis gelsin ulan!
Gelelim, biz sıradan yurttaşlar dâhil, ülkede muhalefet potansiyeli taşıyan hemen herkes hakkında çeşitli dolapların çevrildiği, faşizan, ırkçı, linççi kültürün besin değerinin arttırıldığı internetteki birtakım sitelere...
Fırat Haber Ajansı'nın (ANF) web sitesini, tıkladığınızda, karşınıza çıkan not şöyle: "Bu sayfaya erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir!" Fırat Haber Ajansı, tek tek insanların hedef gösterildiği, teşhir edildiği, hakaretler, ırkçı, faşizan yazıların yayınlandığı bir ajans değil. Ajansa ulaşmak için www.firatnews.eu adresini tıklayıp kendi gözlerinizle görebilirsiniz bunu.
Fakat belli ki muktedirlerin hoşuna gitmeyen birtakım haberler yayınlandığı için, mahkeme kararıyla bu siteye ulaşmamız engelleniyor. Bununla da, yaygın medyadan farklı bilgiler sunan bir kaynağa erişimimiz engellenmiş ve aslında bilgi edinme hakkımız kısıtlanmış oluyor.
Agos'u korkmadan okumak istiyorum
Peki, öldürüldükten sonra Hrant Dink'i, hedef tahtasından indirmeyen, suikastı "Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olmuştur" şeklinde yorumlayan, "Benim IP numaram belli, sıkıysa polis gelsin de alsın beni, korkmuyorum ulan" diye tehditler savuran web siteleri! Mahkeme kararları, bu web siteleri için neden hükümsüz kalıyor?
Türkiye'de çok açık ki hukuk sistemi, Türk ırkçılığını koruyor ve kolluyor. Dink cinayetinin azmettiricisi Yasin Hayal'e, Fatih Sultan Mehmed'in "hoşgörü fermanı"nı okuyup, zanlıyı "ıslah etmeye" çalışan, diğer azmettirici ve Karadeniz Teknik Üniversitesi öğrencisi Erhan Tuncel'e "kutsal kitabı", Hitler'in "Kavgam"ını büyük bir özveriyle sunan, Orhan Pamuk'a tehditler sunabilmesi için en uygun ortamı sağlayan ve "ben çocuklarıma küçüklükten itibaren silah kullanmayı öğrettim" diye övünen emniyet müdürü Celalettin Cerrah 'a bağlı polisler, çok açık ki, bu suçlu ve zanlılara imtiyaz uyguluyor.
Trabzon'daki linç girişimlerini "duyarlı vatandaşın hassasiyeti" olarak yorumlayan Başbakan Tayyip Erdoğan, çok açık ki, linççilerin arkasında durmaya devam ediyor. 301. maddeyle ilgili tartışmaları "daha uygun bir zamanda" yürütmeyi tavsiye eden Adalet Bakanı Cemil Çiçek, belli ki Hrant'ın öldürülüşünden dolayı süt dökmüş kediye dönmemiş ve çok açık ki, geri adım atmaya niyetli değil.
Böyle bir ortamda, hangimiz korumaya muhtaç değiliz? Bu devlet, Agos gazetesini, özgür hislerle okumamı engelleyecek denli "hassas vatandaşlar" yarattıysa, beni korumakla da peşinen yükümlüdür. Ben Agos'u, korkmadan, ürkmeden otobüste de okuyabilmek istiyorum.
Saddam'ın idam görüntüleri ve porno
Saddam Hüseyin'in idam görüntülerinin birtakım porno sitelerinde sergilendiğini biliyor muydunuz? Eğer ilk kez benden duyduysanız bile, şaşırmayın. Çünkü Türkiye'de devletin temizlemeye çalıştığı çocuk pornosu rezaletiyle ırkçılık, faşizm, şovenizm ve linç kültürü, aynı web sitelerinde zuhur ediyor. Ve mahkemeler, savcılar bu konuda hükümsüz kalıyor.
O halde, Uğur Mumcu suikastından sonra sıranın kendisine geldiğini düşünen yerel gazeteci misali, hepimizin akşamleyin eve gidip perdeleri çekmemiz, "Hrant'tan sonra sıra bende", dememiz neden alay konusu olsun ki! (İA/EÜ)