Banka yetkilileri bize hesaplarımıza idarenin talebi üzerine bloke konulduğu bilgisini verdi. Daha sonra posta çeki hesaplarına da aynı uygulamanın yapıldığını öğrendik.
Acaba ne yaptık da böyle bir önlemle karşı karşıya kaldık diye düşündük ama ilk anda bir yanıt veremedik.
Uluslararası Af Örgütü'nün (Amnesty) tüm ülkelerde özenle gözettiği hukuk kurallarına uygun davranma ilkesi gereği her faaliyetimizin hukuk çerçevesinde olduğundan emindik. Yaptığımız araştırma sonucunda, banka hesap numaralarımızı Uluslararası Af Örgütü İnternet sayfasına koymuş olmamız nedeniyle bu uygulamaya maruz kalmış olabileceğimiz sonucuna ulaştık.
Ancak bu da pek mantıklı gözükmüyordu. Çünkü internet sayfamıza bağış yapanlara yönelik bilgileri yerleştirmeden önce İstanbul Valiliği'ne başvurmuştuk ve verilen yanıtta bir izin gerekmediği belirtilmişti.
İstanbul Valiliği bugüne kadar banka hesaplarımızın niye bloke edildiğinin gerekçesini tarafımıza resmen ulaştırmış değil. Kamu kurumlarıyla diyaloğu önemseyen bir dernek olarak idareye yapmış olduğumuz başvuruya da yasal süre olan 60 gün içinde herhangi bir yanıt verilmedi.
Mayıs ayında Beyoğlu Kaymakamlığı hakkımızda verilen bir para cezası kararını tarafımıza iletti. Kararda ne para cezasının dayanağından ne de hesaplarımıza konulan blokeden bahsedilmemiş olması, böylesi keyfi bir tutuma karşı dava açmaktan başka bir çaremiz kalmadığına işaret ediyordu. Biz sorunu anlamak konusunda ısrar ettikçe idarenin tam tersi bir tutum içine girmesi şaşıtıcıydı.
Çok mu önemli?
Reform sürecinde gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri idarenin vermiş olduğu kararlara karşı bireylere başvurabilecekleri yolları gösterme zorunluluğu getirmişti.
Bu kural gereği, hakkımızda verilen para cezası kararında da, karara karşı sulh ceza mahkemesine başvurabileceğimizi belirten bir kısım vardı. Sulh ceza mahkemelerine Yardım Toplama Kanunu kapsamındaki idari kararlara karşı itirazlar için başvurulur.
Oysa bizim derneğimiz kurulduğundan beri bir yardım toplama etkinliği gerçekleştirmemişti. Yardım toplama etkinliklerini izne bağlayan Yardım Toplama Kanunu, üyelik aidatlarını ve bağışları kapsam dışında tutan bir hükme yer verdiğinden, idarenin bakış açısı ve yaptığı yönlendirmenin yanlış olduğu kanaatine vararak sulh hukuk mahkemesi yanında idare mahkemesine de itirazda bulunduk.
İyi ki de böyle yapmışız. Sulh ceza mahkemesi yanlış başvuru nedeniyle görevsizlik kararı verdi. Eğer idare mahkemesine başvurmamış olsaydık hakkımızdaki ceza kesinleşmiş olacaktı.
İdari yargıda açmış olduğumuz davalar halen devam ediyor. Bloke edilen hesaplarımızı ne zaman kullanabileceğimiz meçhul. Hukuka aykırı bir uygulama sonucunda hem örgütlenme özgürlüğümüzün hem de derneğimizin mülkiyet hakkının ihlal edildiğini düşünüyoruz.
Bir an için ülkemiz ve dünya bunca sorun içindeyken tüm bunlar neden önemli diye sorabiliriz. Aktarılan bu olaylar, katılımcı demokrasinin ana unsurlarından olan sivil toplum örgütlerinin kendi ayakları üzerinde durabilme çabalarına karşı devlet kurumlarının sergiledikleri duyarsızlığı gösterdiği için kamuoyu ile paylaşılmalı diye düşünüyoruz.
İdarenin hukuku yanlış uygulaması, bireyler ve onların örgütleri ile yönetişim temelinde medeni bir diyalogdan kaçınması, kamu otoritesinin temel hak ve özgürlükler dikkate alınmaksızın kullanılması, standart uygulamaların bulunmaması yaşananları önemli kılıyor.
Eğer hukuk gerektiği gibi uygulanmayacaksa niçin reform yasaları çıkarıyoruz? Yeni yasalar, özellikle de hak ve özgürlükler alanını genişleten yasalar, demokrasimizin geleceği açısından büyük değere sahip. Ancak, idarenin hukuka uygun hareket etmesi ve yasaları gereği gibi uygulaması şartıyla.
Biz, devletten zaten kısıtlayıcı hükümler içeren yardım toplama ile ilgili mevzuatı değiştirmesini beklerken, bu yasanın kapsamı dışında kalan faaliyetlerin de hukuka aykırı bir şekilde yasa çerçevesine dahil edilmesi, geçtiğimiz yıllarda dernekler mevzuatında yapılan değişiklikler ile artan daha özgür bir örgütlenme ortamına doğru adımlar atıldığına dair umutlarımıza darbe vurdu.
İçişleri Bakanlığı'nın Dernekler Dairesi ve her ilde valilik bünyesinde faaliyet gösteren dernekler ilgili birimlerin söz konusu aykırılıkların üzerine gitmemesi de son derece endişe vericidir.
Aynı uygulamaya, Uluslararası Af Örgütü gibi dünya çapında örgütlü ve güçlü bir sivil toplum kuruluşu yerine hukuki destek alacak ya da idari para cezasını ödeyebilecek kaynağı dahi bulunmayan bir sivil toplum örgütünün maruz kaldığını bir an için düşünecek olursak, söz konusu tutumların sivil toplum üzerindeki olumsuz etkisini daha kolay kavrayabiliriz.
Hak ve özgürlükleri, çevreyi, kadınları, çocukları, yoksulları, gençleri ve daha nice alanı kapsayan çalışmaları gönüllü üyelik temelinde sürdürmeye çalışan binlerce sivil toplum örgütünün örgütlenme özgürlüklerinin, keyfi ve hukuk devletine yakışmayan karar ve eylemlerle baltalanmasına göz yummamalıyız.
Yukarıda açıklanan nedenlerle yargı organına başvurduk ve konuyu gerek ülkemizin gerekse dünyanın gündemine taşımaya karar verdik. Tüm sivil toplum örgütlerinin bu ve benzeri uygulamaları gündeme taşımalarının örgütlenme özgürlüğümüzü koruyacak en önemli destek olacağı görüşündeyiz.(LK/EÜ)
* Levent Korkut, Uluslararası Af Örgütü, Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı