Soruşturma evresi sonunda toplanan kanıtlar eğer suçun işlendiği konusunda yeterli şüphe oluşturuyorsa, Cumhuriyet Savcısı bir iddianame düzenler. Böylece kamu davası açmakla görevli olan savcı soruşturmasını tamamlamış olur. İşte bu evre "soruşturma"dır ve gizlidir.
İddianamesini mahkemeye gönderen savcının iddianamesi de mahkeme tarafından kabul edilince kamu davası açılmış olur.
Artık "kovuşturma" evresi başlamıştır. Soruşturma gizlidir ama mahkemede kamu davası açılmış olmakla başlayan evredeki "kovuşturma" alenidir.
Mahkeme karar verene kadar kovuşturma sürer. Kanunda sayılan haller dışında ve mahkeme tarafından "gizlilik" kararı verilmedikçe, duruşmalar herkese açıktır.
Yasalarda yazılı bu basit kurallar "sürekli" olmasa bile; olayların oluş biçimine ya da herkesin kendi yönünden verdiği "öneme" göre sürekli delinmektedir. Bir başka deyişle herkesin kanunu ve herkesin ilkesi, herkese göre değişmektedir.
Yasa maddeleri delik deşiktir. Başbakanlar, Bakanlar ya da politikacılar açılan herhangi bir ceza soruşturması ya da kovuşturması hakkında yaptıkları açıklamalarla politika üretmektedirler.
Soruşturmanın gizliliğine aldırmamaktadırlar ve bu gizlilik onlar için geçerliliğini de yitirmiştir. Zaten savcılar da herhangi bir politikacı hakkında şimdiye kadar "gizliliğin ihlali" suçundan dolayı soruşturma açmamıştır.
Ama gazeteciler hakkında dava açmaktan çekinmeyeceklerdir. Türk Ceza Kanununda bu suç yazılıdır.
Şimdilik "adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" suçu daha popüler olduğu için soruşturmanın gizliliğini ihlal suçundan dolayı dava açılmamaktadır.
Kamu yöneticileri ya da Başbakan, ya da Bakanlar ya da kolluk güçleri yetkilileri her hangi bir soruşturmanın gizliliğini ihlal ettiklerinde "suç" sayılmıyor.
Aynı soruşturma hakkında gazeteciler haber yazdıklarında, ya da köşe yazarları olay hakkında değerlendirmelerini yazdıklarında "suç" işlemiş sayılıyorlar.
Şimdilik gizliliğin ihlali değil ama, günümüzde basın yayın yoluyla "adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs" ettikleri gerekçesiyle bir çok dava açılmış bulunmaktadır. TCK'nun 288. maddesine göre; bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar, savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Bu suçun faili herkes olabilir ama; madde gazeteciler ve haberler ya da köşe yazıları için getirilmiştir.
Çünkü maddenin gerekçesine göre; "...kesin bir yargı kararı verilmeden önce tanıkların beyanlarını veya bilirkişi mütalâalarını ve hüküm ve kararları etkilemek amacıyla baskıcı ve kötü niyetli yayınlar yapılmasını ve bunların açıklanmasını cezalandırmaktadır. Adalet cihazının yansızlığını sadece iktidarlara karşı koruyucu güvenceler yeterli değildir; kamu oyunda, "kapıları tutanların" etkisinden de adaleti kurtarmak ve sükûnetle çalışılmasını sağlamak gereklidir. Kitle iletişim araçlarıyla yürütülen ve "yargısız infaz" olarak tanımlanan uygulamalar dolayısıyla, bu hükme Tasarı metninde yer verilmiştir".
Gerekçeye göre; yargıyı "kapıları tutanların iktidarından kurtarmak" gerekiyormuş. Adalet cihazının yansızlığını sadece iktidarlara karşı korumak için değil, ama yargıyı medyadan korumak içinde bu madde gerekliymiş... Ama günümüzde tam tersi oluyor. Bu madde adalet cihazını "iktidarın etkisinden" korumuyor.
Tam aksine iktidar yargıyı siyasallaştırmak çabası içinde. Sürekli yargıyı etkilemek istiyor ya da etkilemeye teşebbüs ediyor.
Kaldı ki adalet cihazını siyasi iktidarın etkisinden "koruyacak" yasal düzenlemeler Anayasa dışında herhangi bir yasada zaten yok... Siyasetçileri de kapsayan ceza maddeleri ise "dokunulmazlık zırhına" çarpıp kalıyor.
İşlemiyor. Buna karşılık kamuoyunun ve halkın gerçekleri öğrenmesi için "haber" yazan muhabirler ya da "eleştiri" yazıları yazan köşe yazarları ve gazeteciler sürekli ceza tehdidi altında.
Suçları "gizliliğin ihlali" olmazsa bile adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs oluyor... Onlar da olmazsa; bir yerlerde yazılı bir madde zaten bulunuyor.
Ceza soruşturmaları ya da devam eden ceza davalarının haberleştirilmesi sürekli sorun yaratıyor. Dava haberleri içinden, haberlere ceza davaları açılıyor.
Soruşturmalar haber oluyor; haberler soruşturulmaya başlanıyor. Başı derde giren ve haklarında ceza davası açılan gazetecilerin ceza davaları Türkiye'nin başına ayrıca dert oluyor ve sürekli sorun üretiyor.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin (2003) 13 numaralı 10 Temmuz 2003 tarihli "ceza kovuşturması ile ilgili haberlerin medya aracılığı ile verilmesi" hakkındaki tavsiye kararını yeniden okumak gerekiyor.
İfade özgürlüğü ve halkın gerçekleri öğrenme hakkı demokratik toplumun omurgasıdır.
Gazeteciler ceza soruşturması veya kovuşturması evrelerindeki haberlerinin verilmesi sırasında zararlı ve küçültücü ifadeler kullanmaktan, ayrımcılık yapmaktan ve şiddeti tahrik etmekten kaçınmalıdır.
Politikacılar kendi siyasetleri için ceza soruşturmaları ve kovuşturmalarını politik amaçlarla kullanabilirler. Bu onların sorumsuzluğudur. Ceza soruşturması veya kovuşturması evresinde ettikleri sözler, yaptıkları açıklamalar nedeniyle haklarında dava da açılmayabilir.
Ama gazeteciler için, soruşturma ya da ceza kovuşturması hakkındaki haberleri yazarken, sorumlu davranmak;
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesinin bir gereğidir. Bu sorumluluk yasalara karşı değil, öncelikle gazetecilerin kendi etik sorumluluğudur. Ceza soruşturması "Allahın Askerleri" hakkında olsa bile.. (Fİ/BA)