Bu sanayi kentinin 70'li yıllarda kabaran Karaoğlan (1) dalgasının etkisine hızla sürüklenmiş ve giderek devrimcilerin etrafında kilitlenen bu genç sayılabilecek çalışanları büyük ölçekli işletmelerin sendikal faaliyetlerine yatkınlıklarını hiç gizlemediler.
Esasen 60'lı yılların sonunda sendikal mücadeleye kendilerini adamış birçok insan bölgede geniş ilişkiler kurmuş ve işçilerin örgütlenme iştahını kabartacak çalışmalar yapmışlardı.
Kentin hemen her yerinde görülebilen Sabancı adlı yurtlar okullar binalar fabrikalar Sabancı ailesinin kentteki varlığını hiç unutturmuyor gibiyse bile Adana'nın işçi mücadelesi geleneğinin İstanbul'dan sonra en gelişmiş kent olduğunu söyleyebiliriz.
Yılmaz Güney, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı
DİSK'in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) bölgedeki varlığı yadsınamazdı. 12 Eylül'ü Adana'daki 10 bini aşkın işçi grevdeyken karşılamıştı. Tabii ki bir de Yılmaz Güney'in memleketi sayılan Adana'nın sola yönelişinde hatırı sayılır bir rolü olmuştu.
1971'de Mahir Çayan ve arkadaşlarına yataklık ve Ulaş Bardakçı'ya silah temin etmekten tutuklanan daha sonra da biraz da Adanalılıktan türeyen bir tepkiyle işlediği bir cinayetten ötürü hapiste olan Güney'in posterleri gene Adanalı olan Ferdi Tayfur'unkileri katlamıştı.
Irgatların idolüydü artık Yılmaz. Çirkin Kral buralardan çıkmış devlete meydan okuyarak kendi özlemlerini dillendiriyordu. Öykünülen biriydi artık o. Kabadayılık delikanlılığa dönüşürken 'sosyal içerik' kazanmıştı adeta.
Küfüre uzak durmak zor
Genellikle çabuk parlayan bu insanların karıştığı ve memleketin başka bir yerinde cinayet sebebi bile olabilen dine, kitaba ve Allaha sövmenin bol duyulduğu kavgalara zaman geçtikçe alışmak zor olmadı. Dahası küfüre yabancı ve mesafeli olmama rağmen dilime yerleşiverdi bile.
Bu iletişim biçimi Adanalıları öteki kent insanlarından ayıran temel özelliklerden biriydi. Kadınların da dilinden düşmeyen bu tür sövmeler en masum küfür biçimi addediliyordu. Parlamalar etraftakilerin de katılımıyla makul bir sürede darplı da olsa sonlanabiliyor ve hayat kaldığı yerden devam ediyordu.
Sözünü esirgemeyen ve kafasına yatmayanı kabullenmeyen bu dik kafalı insanlar inandıkları şeyler uğruna harekete geçmekte ve muhtemel sonuçlarına korkusuzca gitmekte kararlıydılar. Aksi tutumlar döneklik ve korkaklık gibi addediliyordu. Delikanlılığa sığmazdı bu. Hatta 'topluk'tu! 'Kıvraklık'tı. Kabul edilemezdi.
Mertlik ve devrimcilik
Politik yarılmanın derinleşmesi ve ülkeyi saran iç çatışmalar sürecinde Adana öteki kentleri kısa sürede geride bıraktı. Kentin sonraki yıllardaki abartılı çatışmaya son derece elverişli coğrafi yerleşimini bir de 'delikanlılık' davranış kodları tamamladığında 12 Eylül darbesine giden süreçteki küçük çapı çoktan aşmış bir iç savaşın gerekli unsuru tamamlanmış sayılabilirdi.
Safını belirleyenler arasındaki mücadele bölgenin kendi özellikleriyle birleşince ortaya son derece sert bir iklim ve bunun silaha yatkın insanlarının fütursuz savaşı çıktı.
Bu denli ateşli mücadelenin altındaki bir neden de belki bu denli dip dibe yaşamanın yakınlaştırıcı özelliği kozmopolitliği ciddi bir sorun olarak görmeyen kent halkında sanayileşmesiyle sendikalaşmanın gelişmesiyle ortak çıkar duygusunun yer etmesi ve halkın birleşmesi karşısında egemenlerin bu hali parçalama arayışıydı.
Sokak kitapçısının yakılışı
Ama kentin gündelik yaşamına sinmiş mertlik duygusu ihbarcılığın kötü lanetli bir alamet olarak algılanışı birbirini kollama zayıf olana destek gibi davranış biçimleri 12 Eylüle doğru kentin nerdeyse tamamının devrimciler etrafında kenetlenmesinde önemli rol oynadı.
1973 seçimlerinde MHP'nin (Milliyetçi Hareket Partisi) çıkardığı tek milletvekili Adana'dandı. Belki de çevre illerin hemen hemen tamamıyla güçlü ekonomik sosyal ve kültürel bağların varlığı bir kavşak noktası özelliğini barındırması ve kırsal kesimden kopuşun bütün belirtilerinin varlığı bu kente özel önem atfetmeyi gerektirmişti.
Öyle ki 1976 yılının sonunda sokakta yere serdiği gazeteler üzerinde sattığı kitaplar arasında solcu sayılabilecekler bulundurduğu gerekçesiyle genç bir adam güpegündüz yakılmış ve etraftan müdahale pek de istekli olmamıştı. Böylece kentin üzerine düşen bu ağır hava ülke çapındaki genel sol yükselişle paralel bir dizi sert çatışmanın alanına kolayca dönüşüverdi.
Günde 10-15 kişi ölüyor
Saldırıların çapı ve şiddeti görülmemiş ölçekteydi. Hazırlıksız yakalanılmıştı ama kitlesel katliamlar ve saldırılar Adanalığa sığdırılamayan bir çekingenlikle karşılanamazdı. Tepki büyük oldu.
Kişisel inisiyatif alma yaygın oldu. Hatta belki de sansasyonel cinayetlerin MHP'nin egemenliğinin tehlikeye girmesiyle yoğunlaşmasının perdelediği ve fakat günde 10 - 15 kişinin ölümüyle sonuçlanan çatışmalar o denli yoğun yaşandı ki mahallelerin yeniden 'ele geçirilmesi' tıpkı Nazi işgalinden kurtuluşun motoru partizanların sokak sokak ev ev sürdürdüğü direnişten farksız bir hal aldı. Böylece Adanalılık kültürü kendini yeniden üretecek bir kanal da bulmuştu.
Kentin bazı bölgelerini denetimde tutan MHP'liler çok kısa bir sürede süpürülüp kent dışına atıldığında dönemin kitle iletişim araçlarının da yetersizliğiyle üzeri örtülmüş bir savaş hali kısmen geçilmiş oldu.
İşyerleri okullar liseler mahalleler devlet kurumlarında çalışanlar devrimcilere destek veriyordu. Öyle ki kent merkezi sayılabilecek Küçük Saat Meydanı izinsiz gösterilerde 20 bin kişiyi ağırlayabiliyordu. Yan yana sayısız kuyumcunun süslediği bu meydanın yerinde şimdilerde trafik kaygısının egemen olmasıyla açılan yollar var. Oysa kentin simgesiydi bu meydan.
Emniyet Müdürüne pusu
Simgeler 'modernleşme'ye yenik düşmüştü. Sonradan adı birçok ünlü cinayete karıştığı anlaşılan çok sayıda MHP militanı Adana'da ya yakalandı ya da öldürüldü. Ancak solun gelişimiyle baş edilemiyordu.
Bu gelişmeler devlet otoritesinin hızla erozyonuna yol açmış olacak ki ilk kez büyük bir kent emniyet müdürü, Cevat Yurdakul 28 Eylül 1979'da evinden işe giderken pusuda öldürüldü (2). Adana Emniyet Müdürü'nün öldürülmesini müteakip tamamına yakını Pol-Der'li (3) olan polislerle bitişik elinde tüfeklerle caddeleri dolduran devrimciler dönemin jandarma komutanının Ankara'ya 'kent elimizden çıktı' mesajını geçmesine yol açmıştı.
Kent bir bütün halinde devrimciler etrafında kenetlenmiş ve Adana kültürünün asla bağışlayamayacağı arkadan saldırma pusu kurma ve devlet destekli saldırganlığa karşı mazlumun yanında yer almıştı.
Cezaevinde en az 1000 devrimci
Bu çatışmalara katılanların sayısı o denli artmıştı ki 1979'da Köprüköy Askeri Cezaevi'nde gözaltında bulunan devrimcilerin sayısı dönüşümlü olarak sürekli bin civarında oluyordu.
Ne var ki bütün bu gözaltına alınma ve tutuklamalar kent insanının bir yandan sanayileşmenin iteklediği örgütlenme ve hak mücadelesini beraberce sürdürmeye ve devlet destekli fütursuz şiddet kullananlara karşı zaten yatkın olduğu biçimde karşı koymanın gururunu yaşamalarını engellememişti.
Milliyetçi örgütlenmenin pervasız saldırı ve cinayetleri kendilerince adaleti sarsan ve özellikle devlet destekli şiddete karşı öfke dolu bir tür kentin ortak tepkisini ortaya çıkardı.
Bu sıcak kentin kolay parlayan ve çatışmadan kaçmanın korkaklık addeden insanları arasındaki bu politik yarılma ülkenin en şiddetli çatışmalarının yaşanmasını kolaylaştırdı.
Halkevi binasından geriye moloz kalıyor
Daracık avluların içinden birbirine geçilen iki katlı evler oturanların çocuklarının yöneldiği devrimcilerin barınma mekanları olmuştu. Kozmopolitlik ve dışardan gelenleri yadırgamama adalet duygusuyla birleşince 'yabancıları' massetme potansiyeli hayli yükselmişti.
Buna bir de kentin en merkezi mekanı olan Atatürk Parkı içindeki Halkevi binası sayesinde devrimcilerin merkezdeki yığılması kentin üzerinde mutlak egemenlik duygusunu pekiştirmişti.
Bir ara Halkevi binasının gece bombalanması ve binadan geriye moloz yığını kalmasına karşın o devasa parkın aynı işlev için kullanılmaya devam edilmesiyle kentin farklı ihtiyaçlar için kullanılan bölgelerine geçişin denetimi hala mümkündü.
Bozkurtlar ayıyı korkutur, Adanalıyı asla
Hayvanat bahçesindeki bir ayının patlamanın şiddetiyle bayılmış olması ve maymunun korkudan ağacın tepesine tırmanması Adana halkının mizahi yönünü de ortaya çıkardı...
Ayıyı bile korkutan Bozkurtlardı belki ama onlar sadece ayıları bayıltabilirdi! Adanalıları ise asla! Ayıyı ayıltmak için seferber olan enselerinde mendil ve gömleklerinin birkaç düğmesi açık insanların merhamet yüklü bakışları tuhaf bir paradoks oluşturuyordu.
Çoğu Anadolu kentinde boy gösteren yerli yabancı ayrımının izlerini de bulmak zordu Adana'da. Hemşericiliği perdeleyen ve kamusal alanda devlet erkinin her güç kullanımında tepkiye dönüşe ortak refleks cesaret açıklık sözünü sakınmama naif bir kendine yeterlilik duygusuydu.
Milliyetçi duyguların bu denli az olması ortak yaşamın kent hayatına biraz da aykırı olarak kökleşmesi ve farklılığı kabullenmenin ötesinde içine sindirebilme potansiyeli ve sanayileşmenin fışkırttığı ortak çıkar bilincinin sonucu olmalıydı. (EK/NM)
* Erkan Kayılı'nın ilk bölümünü 28 Nisan 2007'de BiaMag'da yayımladığımız yazısının üçüncü ve son bölümü 12 Mayıs'ta yine BiaMag'da olacak.
(1) 1980 öncesi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit
(2) 12 Eylül'den sonra Adana Sıkıyönetim Komutanlığı mahkemesinde görülen MHP davasında Yurdakul'un öldürülmesiyle ilgili yargılanan sanıklar ifadelerinde Yurdakul'un Adana'da Ülkücülere baskı yaptığını, bu nedenle Türkeş'in verdiği emirle öldürüldüğünü belirttiler.
(3) Pol-Der, solda yer alan polislerin örgütü