İsrailliler Filistinlilere karşı bütün "askeri faaliyetleri" sona erdirmeye söz verirken, Filistinliler de İsraillilere karşı bütün "şiddet eylemlerini" sona erdirmeye söz verdi. Demek böyle artık. Günümüzün barışı.
Bir Marslı - hatta iyi eğitimli bir Marslı bile - bu hafta Şarm El Şeyh'teki fantezi dünyasına düşmüş olsa, mesajın bu olduğu kanaatine varırdı. Filistinliler "şiddete" başvurmuşlardı, İsraillilerse "masum" operasyonlar yürütüyordu. Filistin "şiddeti" veya "terör ve şiddeti" - ikincisi 11 Eylül'ün damgasını da taşıdığı için daha popüler bir ifade - artık sona ermişti.
Bu yıl Lübnanlı yakın bir arkadaşa, Arafat'tan "farklı" görünmek için takım elbise giyip kravat taktığını söyleyen Mahmud Abbas, bu minvalde hareket etti. Yalnız, hangi insanların hangi insanların evini işgal ettiği bir sır olarak kaldı.
Kır saçlı, erdemin ağır yükü altındaki Abbas, role gayet uygundu. Bu Abbas'ın, Oslo İlkeleri'ni yazan, bin sayfa içinde - bir kez bile - işgal sözcüğünü kullanamayan, İsrail'in Filistin topraklarından "çekilmesi" yerine "yeniden yerleştirme"den bahseden Abbas'la aynı kişi olduğunu unutmak zorunda kalmıştık.
Şarm El Şeyh'in hiçbir noktasında, işgali dile getiren olmadı. Tarih yazımında, tıpkı seks gibi, işgalin de sansürlenmesi gerekiyordu. Her zaman olduğu gibi - Oslo'da da böyleydi - asıl meseleler sonraki bir tarihe ertelendi. Mülteciler, "geriye dönüş hakkı", Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olması: Bunlarla sonra uğraşırız.
Edward Said'in son dönemindeki o yakıcı sesine hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştık. Yerleşimler - Arap topraklarındaki Yahudilere, sadece ve sadece Yahudilere açık Yahudi kolonileri - tabii ki tartışılmadı. Doğu Kudüs de öyle.
1948 mültecilerinin "geri dönüş hakkı" da tartışılmadı. Bunlar, İsrailliler tarafından "gerçekçi olmayan hayaller" diye nitelenen şeylerdi.
Bütün bunlar "daha sonra" tartışılacak - Abbas'ın ümitsiz Oslo anlaşmasında da olması gerektiği gibi. Savaşın esas nedenlerini erteleyebildiğiniz sürece, sorun yok. 4 bin kişinin hayatına mal olan "şiddete bir son" vermek - bütün söylenen bu, ama denklemin en önemli kısmından, bu hayatların üçte ikisinin Filistinlilere ait olduğundan bahseden yok. Barış, barış, barış. Tıpkı terörizm, terörizm, terörizm gibi. Süpermarket rafından alabileceğiniz bir şeymiş gibi. Bir de mümkün olsaydı.
Günün sonunda, sorunlar bunlardan oluşuyordu. İsrailliler, Kudüs'ü çevreleyenler de dahil olmak üzere, Batı Şeria'daki devasa yerleşimlerini kapatacaklar mı? Bundan bahseden yok. Yahudi yerleşimlerinin - sadece ve sadece Yahudilere açık olan yerleşimlerin - Filistin Batı Şeria'sındaki genişlemesine son verecekler mi? Bundan da bahseden yok. Filistinlilerin Arap Doğu Kudüs'ünde bir başkente sahip olmasına izin verecekler mi? Bundan da bahseden yok. Filistinliler, bu varolmayan sözlerin sonucunda intifadalarına - canice intihar saldırıları da dahil olmak üzere - gerçekten bir son verecek mi?
İşgal altında gerçekleştirilen Irak seçimleri gibi, İsrail-Filistin görüşmeleri de tarihiydi, çünkü "tarihiydi".
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Filistinlileri "şiddeti kontrol altına almaları" yönünde uyardı, ama her zaman olduğu gibi, İsrail ordusunun şiddetini "kontrol altına almak" üzerine bir talebi olmadı.
Zira denklemin olmazsa olmazı, Filistinlilerin suçlu olmasıydı. Şiddet uygulayan tarafın Filistinliler olması - Filistinlilerin "şiddete" son vermesi gerekirken, İsraillilerin yalnızca "operasyonları" durdurması yönündeki tembihler de bu yüzdendi. Görünen o ki, Filistinliler genel olarak şiddet yanlısı. İsrailliler de genel olarak hukuka saygılı - onlar "operasyon" yürütüyor. Mahmud Abbas bu saçmalığın dümen suyuna gitti.
Bunların hepsi, haberlerde açık açık görülüyor. CNN, teklif edilenin "bütün şiddete bir son verilmesi" olduğunu söyledi - sanki işgal ve yasadışı kolonizasyon bir şiddet biçimi değilmiş gibi. Associated Press, fütursuzca "şimdilik İsrail denetimi altında bulunan kasabalardan" bahsetti - başka bir deyişle, İsrail işgali altında olan kasabalar; okurlarına bundan bahsetmeseler de.
Böylece, Mahmud Abbas Filistin'in Hamid Karzai'si olacak: kravatı Karzai'nin yeşil cüppesine denk, "bizim" Filistin'deki yeni adamımız, Rice'ın mezarından sakınmayı becerdiği Arafat'ın pisliğinin yıkayıp götüren "tsunami". Ancak tank tuzakları hâlâ yerli yerinde: Doğu Kudüs, Yahudi yerleşimleri ve 1948 mültecilerinin kaybettikleri evlerine "geri dönüş hakkı".
Eğer Şarm El Şeyh'teki "arabulucular" gibi alkış tutacaksak, bu büyük adaletsizlik sorunlarını şimdi çözmediğimiz sürece, bu yeni "arabuluculuk" girişiminin de en az Oslo kadar kanlı hale geleceğini anlasak iyi olur. İsterseniz Mahmud Abbas'a sorun. Kendisi, o ilk ölümcül anlaşmanın yazarıydı.
(TK)
Robert Fisk'in 9 Şubat'ta The Independent'ta yayınlanan bu yazısını, Tolga Korkut Türkçeleştirdi.