Önen, Türkiye'deki barış hareketini anlamak için dünyada olup bitenleri anlamak gerektiğini, Türkiye'de barış şansının her zamankinden daha fazla olduğunu söyledi.
Kavala'ysa, barışın "savaşsızlık ve çatışmasızlığa indirgenemeyeceğine" dikkat çekti.
Alataş da, barışın savaşın karşıtı olmadığını vurguladı; barışın, baskıya değil, gönüllü birlikteliğe ve ortak bir gelecek anlaşmasına dayandığını söyledi.
Önen: Büyük devletler dünyayı savaş alanına çevirdi
Yıldız Önen, Türkiye'deki barış hareketini dünyadaki hareketlerden ayırmamak gerektiğini, Türkiye'de olup biten her şeyin dünyadakilerle bağlantılı olduğunu söylüyor.
"Barışın önündeki en büyük engel,dünyadaki küresel savaş politikaları. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, dünyaya barış, istikrar getirdiklerini iddia eden dünyanın büyük devletleri, ABD başta olmak üzere, kendi pazarlarını oluşturmak, kendi egemenliklerini pekiştirmek için dünyayı savaş alanına çevirdiler. ABD'nin Afganistan'ı ve Irak'ı işgali bunları tetikledi. Bu ülkeler demokratikleştirme bahanesiyle işgal edildi. Irak'ta dün bine yakın kişinin ölmesine neden olan olaylar bile, büyük devletlerin dünyayı ne hale getirdiklerinin kanıtı."
Önen, bu duruma karşı çıkma olanağının her zamankinden fazla olduğunu söylüyor.
"ABD'nin işgaline, Bush'un terörüne hayır demekle başlamak gerekiyor. Cindy Sheehan'in savaş karşıtı hareketi, 24 Eylül'de çok büyük bir gösteri örgütlemeye çalışıyor. Aynı gün Britanya, Yunanistan ve İstanbul'da da gösteriler olacak.
"Bütün bunlar önemli adımlar; bunları güçlendirmek ilk işimiz olmalı. Bunu yaptığımız takdirde Türkiye'nin barış şansı artacaktır. Çünkü yaşadıklarımız, Ortadoğu Projesi'yle bağlantılı."
Önen Türkiye'de barış için atılan adımların sürdürülmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
"Türkiye'de demokratikleşme çabalarına yönelik şahinlerin çıkışları var. Linç girişimleri, bunları onaylayan tutumlar, Erdoğan'ın çıkışına olumsuz eleştiriler, aydınlara hem soldan hem sağdan gelen büyük tepkiler, barış sürecinin önünde engel oluşturmaya çalışıyor.
"Ama Türkiye'de de her zamankinden daha fazla barış koşulu var. Özellikle Erdoğan'ın Diyarbakır gezisi, bir aylık silahların susması kararı, atılan olumlu adımlar... Bunları devam ettirmek gerek.
Önen, barışın gerçekleşmesinin silahlanmanın durmasına bağlı olduğunu söylüyor.
"Milyarlarca dolarlık savaş sanayisi savaşların altyapısını oluşturuyor. Biz İncirlik üssünün kapanmasını boşuna istemiyoruz. Türkiye'de ABD'nin denetiminde bir üs olduğu sürece; bugün Irak işgali için, yarın bir başka işgal için kullanılacak."
Kavala: Savaşın nedeni açıkça kapitalist-emperyalist sistemdir
Barış Derneği Genel Sekreteri Kavala, barış hareketinin önündeki en büyük engel olarak, savaşın nedenlerine dair düşüncelerin berrak olmamasını gösteriyor.
"3 yıl önce yeniden kurulduğumuzdan beri, barışın bir savaşsızlık ve çatışmasızlığa indirgenemeyeceğini savunuyoruz" diyor Kavala.
"Önemli olanın savaşın nedenlerinin ortadan kalkması. Dünyada savaşın nedenleri açık bir şekilde kapitalist-emperyalist sistemdir. Irak dahil, bütün çatışmalar bunun üzerine kurulu. Eşitlik, özgürlük oluşmadan nihai barış mümkün olmaz.
"Bunun bilince çıkmasını istiyoruz. Özellikle son 20 yıl, Türkiye'de 12 Eylül'le başlayan, dünyada sosyalist sistemin çözülüşüyle birlikte emperyalizmin iplerinden boşandığı bu dönem; barış bilincini köreltiyor."
Kavala, barışın temeliniyse şöyle açıklıyor:
"Barışın temeli sınıfsız ve sömürüsüz toplumdur. Bu olmadan barış olmaz; sadece savaşlar arasında geçici ateşkes dönemleri yaşanır."
Alataş: Monolitik devlet anlayışı barışa engel
İHD Genel Başkanı Alataş, Türkiye'de barışın önündeki engellerden biri olarak, "katı bir ulus devlet anlayışı çerçevesinde yapılanan devlet mekanizması"nı gösteriyor, "Bu mekanizma, kendine karşı herhangi bir düşünsel, eylemsel girişime izin vermiyor" diyor.
"Demokrasilerde temsiliyet çok önemli. Ülkede yaşayan bütün etnik, dinsel, kültürel farklılıkların, her alanda kendini ifade edebilesi ve ülke yönetimine katılabilmesi gerekiyor. Ama devlet mekanizması buna izin vermiyor. Bu ideoloji üzerinden beslenen ve rant elde eden resmi ve sivil çevreler var. Bunlar da demokratik damarların açılmasına direnç gösteriyorlar; milliyetçi çıkışlarla önünü kesmek istiyorlar. AB sürecindeki demokratikleşme adımları bunları iyice rahatsız ediyor.
"Tabii, 82 anayasası gibi bir antidemokratik anayasa var. Devletin, katı laiklik anlayışı, monolitik devlet anlayışı gibi kırmızı çizgileri var. Sizi bunlara uydurmak için bütün mekanizmaları harekete geçiyor. Bu da ülke barışının önünde engel oluşturuyor.
"Kürt sorununun temelinde de bu var: Kendini ifade etme, temsiliyet sorunu. Toplumun bütün kesimleri 'ben de varım' demek istiyor; ama devlet kendi koşullarını dayatıyor."
Önen, barış için adalete ihtiyaç olduğunu vurguluyor:
"Şu anda bile barış deyince, 'Ne var ki; Türkiye'de savaş mı var?' deniyor. Barış sözcüğü savaşın karşıtı değil. Ama aynı zamanda daha aktif bir kavram; baskıya dayanmayan, gönüllü birlikteliğe dayanan, ortak geleceğe dayanan bir kavram.
"Aslolan adalete dayalı, hakkaniyetli ve kimsenin dışlanmadığı ortamda ortak bir gelecek için anlaşmış olmak.
Yoksa, kavga etmezsiniz, ama birbirinize de selam vermezsiniz; bu durum barış değildir. Türkiye'de birtakım çevrelerin kabul ettirmeye çalıştığı bu: Baskıya dayalı, zora dayalı bir durağanlık." (TK)