Bireysel yaşam kaygılarını bir tarafa bırakıp akıl almaz yıkıcılıktaki silahların yok ettiği çocukları düşünmek, onların acısını paylaşmak. Ve işte tüm bu sarsıntı arasında "gerçeği, sadece gerçeği" anlatmak, aktarmak, kamuoyunu bilgilendirmek.
12 Temmuz'da İsrail'in bombardımana başladığı sedir ağaçlarının ülkesinde yaşananları, yaşadıklarımı anlatmaya çalışacağım.
Sadece Beyrut'tan değil; Trablusşam'dan, Sur'dan, Nebatiye'den, Sayda'dan söz ediyorum. Bir tek kentlerden değil, bir ülkeden, Ortadoğu'nun hiç durulmayan denizinden, Lübnan'dan bahsediyorum.
Bombalardan kaçmak...
Suriye üzerinden karayoluyla Lübnan'a girdiğimizde bombardımanın ilk günleriydi. Ülkenin en kuzeyindeki Arida sınır kapısına ulaştığımızda karşılaştığımız görünüm, henüz içeride yaşananlara doğrudan tanıklık etmeyen gözlerimizi, bundan böyle yaşayacaklarımıza hazırlıyordu.
Bir ülke boşaltılıyordu. Akın akın binlerce araç, içindeki korku içindeki yolcularıyla ülkeden kaçarak Suriye'ye girmeye çalışıyordu. Binlerce insan ellerindeki imkanları değerlendirerek İsrail saldırılarının giderek daha da yoğunlaştığı Lübnan'dan kaçıyordu.
Ülkenin kuzeyi savaşın ilk günlerinde İsrail'in hedefinde değildi. Trablusşam kentinde sokaklara yansıyan tedirginliğin nedeni ilerleyen zamanda mutlaka kendi şehirlerine de bomba düşeceğinden emin olmalarındandı doğrusu. Henüz Suriye sınırındayken bizden bir gün önce Beyrut'a ulaşan bir gazeteci arkadaşımız ile yaptığım telefon görüşmesi kameraman Kenan Ekinci ile bizim de gerginliğimizin artmasına sebep olmuştu. "Burayı bombalıyorlar" diyordu aynı arkadaşımız telefonda, "Her yeri vuruyorlar. Lütfen yolda hiç oyalanmadan doğruca Beyrut'a gelin. Ne olacağı belli değil, yolda sizi bile vurabilirler. Buraya ulaşın ve ne yapacağımıza birlikte karar verelim".
Bir otomobil kaçla giderse füzelerden kurtulur?
Gerçekten de Lübnan'ın kuzeyi henüz saldırılardan Beyrut ve Güney Lübnan kadar etkilenmediyse de özellikle askeri tesislerin, kimi sanayi kuruluşlarının ve hatta bir balıkçı barınağının bile vurulduğunu gördük.
İlk günlerde İsrail kendisi için tehdit oluşturduğunu varsaydığı her yere bomba yağdırmıştı. Ama henüz kuzeyi güneye bağlayan otobanların üzerindeki köprüler hedef değildi. Suriye-Lübnan sınırında tamamen tesadüfen karşılaştığımız Suriyeli Türkmen şöförümüz Mahir, sanki bombalardan kaçabilecekmiş gibi hiç durmadan saatte yaklaşık 150 kilometre hızla Beyrut'a girdi. Suriyeli taksiciler de Beyrut'a gidip bir an önce yeni bir müşteri bularak Lazkiye'ye geri dönmek istiyordu.
Savaş ekonomisi devreye girmişti. Arida sınır kapısından Beyrut'a, oradan da Suriye'ye gitmek isteyenlerin yüklü miktarda parayı gözden çıkarması gerekiyordu. Artık Lübnan'da savaş öldürücü, fiyatlar ise fahişti. Türkmence konuşan Mahir'e ne sıklıkla gidip geldiğini sordum, "Turizm mevsiminde hem Beyrut'a, hem de Beyrut'tan Suriye'ye çok müşteri götürürüm ben. Ama şimdi size rastlamasaydım, Beyrut'a boş gidip dolu gelecektim. Kaçmak isteyenler araba bulmakta zorlanıyor. Bu nedenle fiyatlar da yükseliyor. Beyrut'tan Suriye'ye 500 dolar ödüyorlar" diye cevapladı. Mahir sonra devam etti: "Ben neden kendimi tehlikeye atayım başka türlü. Benim de çocuklarım var ve para kazanmam gerekiyor".
İsrail altyapıyı vuruyordu, Lübnan'da sağlam köprü kalmadı
Yaklaşık iki saat süren yolculuğun ardından otele gidip daha önce telefonla iletişim kurduğumuz arkadaşımız ve diğer gazetecilerle bir araya geldik.
İlk olarak Doğu Beyrut'ta bir otele yerleşmiştik. İlk günlerde bu bölgenin görece olarak daha güvenli olduğu düşünülüyordu, "İsrail Hıristiyan mahallelerini vurmaz " düşüncesi hakimdi. Ama daha o sabah tam da kaldığımız otelin 100 metre karşısındaki akaryakıt depoları vurulunca bu kanaatin doğru olmayabileceği fikrine kapıldık.
Öyle ya, İsrail ilk günden beri altyapıyı vuruyordu. Benzin istasyonları, petrol dolum tesisleri, elektrik santralleri, otobanlar, köprüler bombalanmıştı. Doğu Beyrut'u şehrin batısına bağlayan yollarda da onlarca köprü, alt geçit ve kavşak vardı. Eğer İsrail gemilerinden atılan füzeler bu köprüleri de vurursa, o zaman kentin asıl merkezi ile tüm bağlantımız kesilebilir kaygısı ile Hamra'ya, yani şehrin kalbine gidip yerleşmenin daha doğru olacağını düşündük.
Hizbullah'ın karargâhı Dahya
Yollardaki tehlikenin iki ana kaynağı vardı. Yukarıda da belirttiğim gibi Lübnan'ı hem havadan, hem de denizden ablukaya alan İsrail, kentleri füze yağmuruna tutuyordu. Hamra ise asıl olarak vurulan banliyösü Dahya'ya sadece iki kilometre mesafedeydi. Bu nedenle orada olmak demek, ülkenin en çok tahrip edilen, en yıkıcı saldırıların düzenlendiği bölgeye çok yakın olmak demekti.
Hamra'nın vurulmayacağını biliyorduk. Ama çok yakınımızda zaman zaman saatler süren bombardıman, bombaların sanki bulunduğumuz sokağa düştüğü hissini yaratıyordu. İsrail, zaman gözetmeksizin Dahya'yı günün hemen her saatinde vuruyordu. Kimileyin öğle yemeğinde, kimi zaman gece yarısı, bazen de uykunun en derin yerinde bombalara hedef olmak mümkündü.
Beyrut'a ulaştıktan hemen sonra ilk işimiz artık bir yıkıntıya dönüşen Dahya'ya gitmek oldu. İsrail'in bu bölgeyi hedef almasının nedeni Hizbullah'ın karargahının burada olmasıydı. Aslında İsrail başbakanı Olmert'in, Savunma Bakanı Peretz'in ve Genel Kurmay Başkanı Dan Halutz'un mesajı açıktı : Hizbullah'a destek olan, hatta onlarla aynı yerde yaşayan herkes bizim düşmanımızdır. Ola ki günün birinde onlara yakın bir evde oturursunuz, o zaman çocuklarınızın ölmesine şimdiden razı olun...
Hizbulah militanları sadece telsiz ile haberleşiyordu
Oysa gözden kaçan çok önemli bir gerçek vardı. Hizbullah, Lübnan'da nüfusu ülkenin toplam nüfusunun yarısına yaklaşan Şiiler'in en önemli örgütüydü. Hizbullah, mecliste temsil edilen, kabinede bakanları bulunan, tıpkı Filistin'de olduğu gibi seçimle iş başına gelmiş bir hükümetin parçasıydı. Seçmenlerinin oyuyla elde ettiği meşruiyetin yanı sıra, askeri, sosyal ve kültürel ayakları da bulunan bu örgütün çevresinde sivillerin olması kadar doğal bir durum yoktu.
Nitekim bir deprem felaketine uğramış gibi görünen Dahya'nın giriş ve çıkışlarını hala Hizbullah militanları tutuyordu. Önce aracımızı durdurdular, kimlik kontrolünün ardından niye orada olduğumuzu sordular. Kendimizi tanıtıp, haber amaçlı olarak orada olduğumuzu söyleyince telsiz ile üst düzey birilerine haber verildikten sonra içeri girdik.
Bizzat Hizbullah tarafından önce cep telefonlarımızı kapatıp, bataryalarını da çıkarmamız istendi. Militanlar kesinlikle cep telefonu kullanmıyor, telsiz ile haberleşiyorlardı. Çünkü cep telefonu sinyallerini tespit eden İsrail, Hizbullah militanlarına ateş ediyordu.
Bizi bir caddeye soktular ve ancak o zaman çekim yapmamıza izin verildi. Tepemizde insansız casus uçakların zırıltısı olduğu halde sokaklarda dolaşırken gördüklerimiz inanılmazdı. Sanki Dahya'da 8 büyüklüğünde bir deprem olmuş gibiydi. Yıkılmadan kalan neredeyse bir tek bina yoktu.
Durumu bir doğal afetten ayırt edebildiğimiz tek şey, insanın genzini yakan barut kokusu ve yarım saat önceki bombardıman sırasında yerle bir olan binaların üzerinde tütmeye devam eden dumandı. Cam kırıkları ve molozlar nedeniyle yürümek bile nereyse imkansızdı.
İsrail uçakları üzerimizde tur atıyordu
Bir ara bize mihmandarlık eden Hizbullah mensupları telaşa kapıldı. Sonra bunun sebebi anlaşıldı. Üzerimizde İsrail uçakları uçuyordu. Jetlerin sesi çok net ve yüksek bir tonda duyuluyor ama uçakları görmek mümkün olmuyordu. Dahya'ya birlikte girdiğimiz bir kaç gazeteciyle birlikte hepimizi "daha güvenli" gördükleri bir binanın zemin katına doğru sürüklediler. Uçaklar büyük bir gürültü ile üzerimizden uçup, neyse ki bulunduğumuz bölgeye başka bombalar bırakmadan uzaklaştılar.
Sığındığımız yerden çıkıp yeniden sokaklarda dolaşmaya ve çekim yapmaya devam ettik. Yıkıntılardan fırlayan ev eşyaları, kitaplar, oyuncaklar, fotoğraflar arasındaki yolculuğumuz 40 dakika kadar sürdü. Her an yeniden vurulabileceği kaygısıyla Dahya'da yaptığımız bu çalışma, aslında Lübnan'ın içinde bulunduğu durumu, söz konusu savaşın acımasızlığını, Ortadoğu'da yaşamın ölüme yakınlığını göstermesi açısından çok önemli bir dersti. (MU/EÖ)
(*) Doğan Haber Ajansı (DHA) muhabiri Murat Utku, Lübnan'daki gözlemleri ve deneyimlerine yer verdiği yazılarına devam edecek.