Sevgili Ayşe;
Şahin Akkurt Gediz'e giden TTK(Türkiye Taşkömürü Kurumu) tahlisiye ekibi içinde yer alan ve orada yaptığı çalışmayla göçükte kalan son iki işçinin kurtarılmasına büyük katkılar sunan genç bir madenciydi. Bugün meydana gelen kazada yaşamını yitirdi ne yazık ki. Hüzünlü kentin acıları dinmiyor bir türlü diyordu e-posta mesajında.
Acıyı bal eyledik diye boş yere mi diyoruz.Dün Gedizde iki can kurtardığı için sevinçle Zonguldaka dönen Şahin Akkurt, bugün kendisi bir maden kazasına kurban veriliyordu. Kaderin garip tecellisine bir bakın.
Duvara çakılı madenciler
Ahmetle, Maden Mühendisleri Lokalinde rakı içip, Zonguldakın sorunlarının üzerine konuşalı çok olmadı. Gediz yazımda adı geçen Bayram Eskinin adını, Atatürkün Zonguldaka adım attığı eski limandaki duvardaki plaketler arasından arayıp bulalı da. 1848den bugüne bilinen tüm şehitlerin adını bu duvarda toplayan TTK ve GMİS (Genel Maden İşçileri Sendikası), yarın o duvara bir plaket daha vidalayacak: Şahin Akkurt!
Ve ben bu yazımı yazarken, kim bilir hangi özel maden ocağında, Zonguldakta ya da başka bir yerdeki ocakta; kim bilir hangi madenci grizu, göçük, yangın ya da sele kurban verilecek.
Madencinin kaderi
Benim tanıdığım Zonguldakı yeller almış. Sağcı iktidarla Adnan Menderes Köprüsü, solcu iktidarla İnönü köprüsü adını alan, şehri dört bir yana bağlayan köprünün Yeni Çarşı ayağında, eski AP-DYP il merkezinin önünde bir acayip bina var şimdi. Dere yatağına inşa edildiği için, inşaat maliyetinin iki misli masrafla demir kazıklarla yerine mıhlanan bu binanın traji komik öyküsü, maliyeti yüksek olmasa, pekala bir film konusu olurdu.
Dediler ki, eski belediye başkanı İsmail Eşrefin gurur kaynağı.Sen böylesine bir zevksizlik örneği, estetik düşmanlığı gördün mü hiç? Zonguldakta mimar Yok mu?
Hey gidinin Zonguldakı hey
Bugün ANAP Başkanı Mesut Yılmazla doğal gaz davasında yargılanan, bir zamanların Enerji Bakanı, eski Zonguldak Belediye Başkanı Zeki Çakanın da gurur kaynağı kuğulardı. Zonguldaka yolları nasıl düşmüşse, uzun süre Zonguldakta konaklayan kuğular, teker teker ölüp gittiler.
Düşünüyorum da Çakanın gururunda doğal bir yan var.
Bir başka estetik harikası da(!), eski işçi müdürlüğünün karşısındaki teneke mahallesinin yerine yapılan ticaret odası binası. Denize karşı inşa edilen yüksekliği nerdeyse 20 metreye varan istinat duvarı üzerine oluşturulan vadi, biz eski Zonguldaklıların kullandığı, Zonguldak radyoevinin önüne, Beyaz Saraya (TTK Genel Müdürlük binasının adı) çıkan merdivenleri de yok edivermiş.
Bu binayı dikenler de, bu Zonguldakı sözüm ona idare edenler. İyi hoş da Zonguldakta mimar ve inşaat mühendisi yok mu? Yalnızca maden mühendisi mi var bu şehrin? Ya Belediye Başkanına ne demeli. Uyuyor mu?
Tabii ki uyuyor. Ayakta uyuyanlardan. Sahilde Kadir abiyle (Tuncel) oturup çay içerken önümüzden geçip, tanıdık tanımadık hemşerilerinin elinin sıkan da o belediye başkanı. Zonguldaklı uyurken, o uyumuş çok mu? El sıkanların ve öpenlerin çok olsun e mi başkan Uyan, ey halkım, uyan
Ya Havza-i Fahmiyye
Zonguldakın gelişmesini ve büyümesini yıllarca 1921den beri yürürlükte bulunan Havza-i Fahmiyye Kanununun engellediği iddia edilir ve 1864'de yürürlüğe giren Dilaver Paşa Nizamnamesi'yle birlikte bu iki kanunun kaldırılması istenir dururdu.
Havza-i Fahmiyye Kanunu, maden işçilerinin çalışma koşullarını düzenlediği kadar, Zonguldak kömür havzasını da zap-ı rapt altına almayı amaçlıyordu. Ve devlet adına, Dilaver Paşa nizamnamesiyle birlikte, yeraltındaki kömürün sınırlarını ve yerüstündeki mülksüzlüğü içselleştiriyordu.
Kumpanyalar döneminde, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan ve Ruslardan kalan lojmanların prefabrike olması da bundandı. Ve TTKnın lojmanları satmaya kalktığında karşısına çıkan sorunlardan biri de bu kumpanya döneminden kalma tapular. Cumhuriyetle birlikte ülkelerine dönen kumpanya temsilcilerine ya da mirasçılarına ulaş ulaşabilirsen
Gelgelelim, yıllarca inşaat yapmanın yasak olduğu, politik nedenlerle gecekondulaşmanın alıp başını gittiği Zonguldakta, bu iki örneğe ve şehirdeki çirkin yapılaşmaya bakınca yasa masa kalmamış dense yeri.
Üzülmez Üzülmez olalı
Zonguldakı yeniden keşfetme gezim sürüyor. Bir zamanlar cıvıl cıvıl işçi kaynayan Üzülmez Atölyeleri kapanalı çok olmuş. Hurdaya gidecek araç gereç ve binaların üzerini çoktan yabani otlar bürümüş. Şehrin yaşayıp yaşamadığı bitki örtüsündeki ayrık otlarından belli.
Burası hayalet şehre dönmek üzere. Yine de bir umut kapısı var. Üzülmez Atölyelerinin olduğu çukura, bir söylentiye göre, Alagözler firması hazır beton fabrikası kurma hazırlığındaymış. Üzülmezli yok olacak bitki örtüsüne karşı imza kampanyası başlatmış ama, ne fayda. Bir yandan da geçim kaygısı.
Ya Asma ve Dilavere ne demeli. Özel sektöre teslim olalı ne işçi sağlığı ne de güvenliği düşünülür olmuş. Her gün yaralanmalı bir kaza. TTKnın elinde kalanlardaysa işe giden üç beş kişi. Mühendis işçiyi ocağa sokmakta zorlanıyor. Alınan önlemler, karta basma yetersiz olunca şimdilerde parmak basma/parmak izi sistemi yerleştirilmesi planlanıyor.
Ne fark eder ki? 1984lerde 40 binlerde olan işçi sayısı, önce 30 bine ve son olarak da 14 bine düşürülürken, TTKnın 400-500 işçi alacağı söylentilerine kuşku ile bakılıyor. Zonguldaklı şair Rüştü Onurun Nostalji şiirinde söylediği gibi,
Sen aziz şehrim,
Uykusuz yaşadığımı bilmelisin.
Bütün işçilerin
Saçak altında uyuduğu bir saatte,
Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan.
Sen aziz şehrim,
Ellerim gözlerim kadar benimsin.
Ve aziz şehrim,
Şu anda seni terk etmem için
Her şey tamam.
Gemi hazır, yelken fora.
Fakat neden,
Ölülerim bırakmıyor yakamdan (AD/EK)