“Açık Yapıt” Melek Zeynep Bulut’un performatif, deneysel bir mekân kurgusu. Yedi metre boyunda, 11 metre genişliğindeki 34 tonluk eser, ağırlığına ve büyüklüğüne rağmen yerleşik değil, göçebe. Gittiği hiçbir yere yerleşmiyor, orada biraz kalıyor.
Kök salmıyor, köklerini hep yanında taşıyor. Seyircinin de özne olarak konumlandığı eserde içindelik ve dışındalık, gözlemcilik ve katılımcılık iç içe geçiyor. Sonra seyirci gibi anıt da gidiyor.
“Hiçbir yer arkası, hiçbir yer önü değil”
Melek Zeynep Bulut, Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) 29 Ekim’e kadar kalacak geçici yerleşmenin Taksim’e de yerleşmeyen tavrını şöyle anlatıyor:
“Biz yerleşmiyoruz. Temelini yanında götüren bir şey var. Hiçbir yer arkası değil, hiçbir yer önü değil. Hiçbir şey onun manzarasını oluşturmuyor. Uyumsuzluktan besleniyor ve buranın kaosunu simgeliyor. Tüm bu katılığa karşı daha katı durarak onu konuşmaya bir alan açıyor aslında.”
Bulut, anıtın seyirciyi hem içine alan, hem de dışta bırakan etkisine değinerek sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Esere, yerleştirme dışında bir deney gibi de bakabiliriz. Birçok şey fotoğraflanıyor bir yandan. Birçok insan gelip gidiyor, farklı tepkiler veriyor. Yani bu serginin bir sergisi var.”
“Zaten bunun dışında da bir şey yapılamaz Taksim’de. Burası birini ya da bir şeyi kabul eden bir yer değil, bir sanatçı buraya sembol bir şey koymasın. Buranın sistemi çokluktan besleniyor. Bizim için de burayla uyumlu olmak buraya yerleşmemek anlamına geliyor.”
“Köklerini yanında taşımasının bir anlamı var”
Kendi iç dünyasında da yerleşik hissetmediğini, “yerlilik yurtluluk” halini içselleştiremediğini söyleyen sanatçı, ürettiği eserleri de iç dünyasının bir dışavurumu olarak niteliyor:
“Kendimde olduğumdan beri bir yere ait hissetmiyorum. Temel olarak bir yerli olmak ya da bir yerli olmamakla ilgili değil, dünyaya ait hissediyorum diyebilirim."
"Bununla ilgili bir arayışım var en başta. Aslında kendime dürüst davranıyorum, çok bağ kurmadığım bir temellenme haline girmiyorum.”
“Bunun bir yansıması olarak eserin köklerini yanında taşımasının bir anlamı var. Bu bir anıt, 34 tonluk bir bina. Lego gibi, örümcek ağı gibi bir temeli var ve gittiği her yerde temelleniyor. Bu aslında teknik bir şey ama metaforun da bir parçası.”
“Sanatın beni ağrıttığı zamanlar çoktur”
Sanat hakkında deneyimlerine ve Türkiye’de sanat algısına dair konuşan Bulut şunları söylüyor:
“Sanat her zaman iyi gelmeyebiliyor, beni ağrıttığı zamanlar çoktur. Her üretime açık olmak lazım ama benim ne yaptığını bilmemeye tahammülüm yok. Sanat çok bilinçli hareket edilmesi gereken bir alan. Herkesin sanat üretmesi gerekir; dener, olur veya olmaz. Türkiye’de çok iyi sanatçılar var ancak biz sanata ve sanatı anlatmaya alan açmıyoruz. Sanat bizde hiç gündem olmuyor mesela.”
“Halbuki Türkiye’de sanata malzeme olacak çok fazla şey var. Politikadan kültüre, insan çeşitliliğinden sezgisel davranışlara… Kamuya doğuyoruz, ‘el alem ne der’ diye bir şey var, bu doğal bir kaynak bizim için. Çok fazla konuşabileceğimiz şey var sanat üzerine.”
“Yüzyıllara kalacak bir şey yapmıyoruz”
Sanatçı, “Serginin de bir sergisi” olduğu bağlamında anıtı gezen kişilerin verdiği tepkilere ilişkin soruları ise şöyle yanıtlandırıyor:
“İnsanların ortak tepkisi şu; kente yeni ve yabancı bir şey geliyor ve kimse bunun sanat işi olmadığını düşünmüyor."
"Sanatla en ilgisiz olan kişi bile bir heykel, bir ‘şey’ olarak görüyor ve ne olduğunu merak ediyor aslında. Onun da buranın bir parçası olmadığının, geçici olduğunun farkında oluyorlar. Ben de zaten bu aidiyetsizliği vurguluyorum. Kentin bir parçası olmaya çalışmıyorum. En beslendiğim şey şu; geldik, gidiyoruz. Bu bir iddia değil, bir söz söylemek istiyoruz ve söylüyoruz.”
Sergi tanıtımından:
“Sıkışık şehir merkezinde bu sıkışıklığa ayna tutarcasına daha da sıkıştırılmış bir anıt. Bizi görece ve mütamadiyen akan bir kalabalık karşılar. İçeride ve dışarıda olma halini tam algılayamıyoruz. Yüzeyler yekpare ve katı denebilecekken yaklaştıkça çözünüyor ve birer ilüzyon gibi davranıyor. Zaman, mekan ve kentle ‘öteki’ ile ilişkili fikrini pek yerleştiremiyoruz kafamıza. Tam da bu orjantasyon çabası bizi yerleştirmenin bir parçası yapıyor.”
(ZA/EMK)