"Bağımsızlık sürdürülebilir mi? Bu bir hayat tarzı haline getirilebilirse, evet!" diyen ve 14 yıldır yayında olan Açık Radyo'nun 6. Dinleyici Destek Programı bugün başlıyor.
Açık Radyo programcı, dinleyici ve Açık Radyo çevresiyle dokuz günlük radyo bugün şenliği başlıyor.
"Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık" şiarıyla 14 yıldır yayın yapan radyo kurulduğu günden bugüne dinleyici tabanına dayanan bir radyo modelini hayata geçirmek için uğraşıyor.
"Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar; rock, caz, klasik ve elektronik müzik; bilimkurgu, edebiyat, atçılık, mimarlık; hip-hop, opera, rebetiko ve flamenko; küresel iklim krizi, iklim adaleti, hakkaniyet ve barış..."
Açık Radyo mikrofonlarından yayılan sesler böyle...
Dinleyici Destek Projesi 6. yılında
"Bu oluşum hiçbir çıkar ve sermaye grubuna bağlı değil, tabiî devlete de. Dolayısıyla, bağımsız" diyen Radyo 14 yıllık yayın hayatının son 5 yılında da bağımsızlığını dinleyicilerinin desteğiyle sağlamaya çaba harcıyor.
Altıncısı başlatılan Dinleyici Destek Projesi Açık Radyo’nun normal yayın akışını 9 günlük bir curcunayla 99 saat boyunca altüst edecek.
22 Mart’a kadar “Hep Birlikte Açık Radyo” özel yayınında programcı, dinleyici ve dostlarıyla bir araya gelecek Radyonun koridorlarında, stüdyolarında ve web mekânında.
Açık Radyo müdavimi dinleyiciler programcılarla birlikte yayın yapacaklar.
Bir “ansiklopedi” niteliğindeki Açık Kitap’tan kimi maddeler (örneğin, Oğuz Atay’dan Chomsky’ye, Radyomani’den Militarizme, Röveşata’dan Mağara Adamı’na, Mesut Cemil’den Anthony Braxton’a, Muhlama’dan Su’ya…) tadımlık olarak programcılarının seslerinden dinleyiciye ulaşacak.
Şenlik boyunca yayın stüdyosunu “işgal” edecek ve dinleyiclerden destek olmalarını dileyecek Açık Radyo dostları şöyle:
Yağmur ve Durul Taylan, Engin Günaydın, Kenan Işık, Halil Ergün, Derviş Zaim, Mazlum Çimen, Güven Kıraç, Fikret Kuşkan, Nejat İşler, Serdar Ateşer, Fuat Ergin, Goncagül Sunar, Şevval Sam, Okan Bayülgen, Cengiz Özkan, Şebnem İşigüzel, Akın Eldes, Sabahat Akkiraz, Ezginin Günlüğü, Zeynep Casalini, Orhan Osman, Mor ve Ötesi, Yasemin Göksu, Memet Ali Alabora, Kudret Sabancı, Okan Murat Öztürk, Sumru Ağıryürüyen, Tibet Ağırtan, Ayşe Tütüncü, Kaan Sezyum, Aylin Aslım, Leman Sam, Uğur Yücel, Haluk Bilginer, Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu.
Dinleyiciler nasıl destek olabilir?
Dinleyiciler seçtikleri programın istedikleri bir saatine destek verebiliyorlar. Yani dinleyiciler bedava dinleyebilecekleri bir yayının sürdürülebilmesi için para vererek destek oluyorlar. Bunu bir telefonla (0 212 343 41 41) ya da bir “tık”la yapmak mümkün. Bunun karşılığında ise radyo, destekçisinin adını programın başında ve sonunda anarak teşekkür ediyor. (EZÖ)
Türkiye'nin dizi ihracatı ve sektörün gündemi: Tamamen duygusal
Sinema ve televizyon sektöründeki tekelleşme iddiaları ile ideolojik müdahaleler, sanatçı haklarından ekonomik hedeflere kadar geniş bir tartışma başlattı.
Türkiye'de yapılan araştırmaya göre her evde günün ortalama 6 saat 22 dakikası televizyon başında geçiyor. Bu veri Televizyon İzleme Araştırmaları (TİAK) tarafından yapılan araştırma ait. Kişi başına düşen televizyon izleme süresi ise 3 saat 44 dakika. Şimdi hemen "Ben televizyon izlemiyorum" diyebilirsiniz. O zaman demek ki birileri bu süreden çok daha fazlasını izliyordur.
Yine TİAK tarafından yapılan araştırmaya göre, 2023 yılının en çok izlenen programı Yalı Çapkını oldu. 6 Ocak 2023 tarihinde ekranlara gelen 16. bölümünde dizi 14,77 rating oranına ulaşmış. Yani televizyonu olan her 100 kişiden 15'i diziyi izlemiş. Medya uzun süredir, dünyanın dört bir köşesinde yürütülen toplum mühendisliği açısından en önemli aparat durumunda. Diziler sayesinde dünyanın birçok noktasından binlerce insana ulaşabiliyorsunuz. Hatırlayın o yıllarca süren Brezilya dizilerini, zaten hepimiz Hollywood filmlerini izleyerek büyümedik mi?
Diziler ve filmler kendi toplumuna mesaj veriyor genel olarak. Ama sadece hayat bulduğu toplum ile sınırlı kalmıyor gücü, ülkelerin sınırını kolaylıkla aşabiliyor. Yakışıklı erkekler, güzel kadınlar sayesinde çekilen bir film kısa sürede bir mekanın popüler hale gelmesini, örnek teşkil etmesini sağlayabiliyor. Güçlü görünmek için birileri Rambo filmleri çekerken bir başkası "Biz de size karşı boş değiliz" babında Kurtlar Vadisi serisi çekiyor. Dizileri, filmler, klipleri hafife almamak gerekiyor. ABD'nin yoksul Küba halkında sisteme karşı hoşnutsuzluk yaratmak için, her türlü lüksün gözler önüne serildiği MTV yayınlarını izlettirebilmek için bir zeplin üzerinde televizyon sinyali yansıtıcı yerleştirdiğini biliyoruz.
Kuşkusuz biz belgesel izliyoruz
Türkiye dizi ve sinema sektörünün hem iyi bir alıcısı hem de iyi bir satıcısı durumunda. Bizler batıdan gelen filmleri izlerken özellikle doğumuzdaki ülkelerde de pazarın önemli sahibiyiz. Kuşkusuz biz belgesel izliyoruz, şiddet içeren dizilere bazen gözümüz kayıyor, bazı dizileri "Herkes ne konuşuyor?" diye merak edip bakıyoruz, en samimi ifadeyle kafa boşaltmak için izliyoruz. Ortadoğu’da ise uzun bir zamandır Türkiye kaynaklı diziler izleniyor. Sektör rakamlarına göre Türkiye’de yapılan dizilerin yaklaşık yüzde 60’ının asıl pazar hedefi Ortadoğu ülkeleri. Türkiye, dizi satışında ABD’nin hemen ardından ikinci sırada geliyor. Bazı kaynaklara göre ise üçüncü sırada. 2023 yılında Türkiye'nin yıllık dizi ihracat geliri yaklaşık 600 milyon doları buldu. 2025 hedefi ise 1 milyar dolar olarak dillendiriliyor.
Neredeeenn nereye? Bir zamanlar Ortadoğu'da Türkiye kaynaklı diziler ahlâksız olduğu düşünülen temsil ve ifadelerle anılırken bugün Türkiye dizi ihraç ediyor.
Son günlerde tekelleşme, sanatçıların hakları vb. söylemler ile başlatılan tartışmaya bu yönden bakıyorum. Biliyorum ki o sanatçıların hakkını korumak söylemiyle ortaya çıkanların bir tanesi bile bugüne kadar settekilerin kaç saat çalıştığı, güvencesi olup olmadığı gibi konular ile ilgilenmedi. Bu tıpkı, reklam verenleri kendi istediğin gibi dizayn etmek, reyting ölçüm şirketlerini kendin belirlemek, dijital yayıncılıkta kendi ölçüm mekanizmanı kurmak gibi bir durum. Bir zamanlar da iktidar medyası reklam verenlerin “hâlâ eski medyaya” reklam verdiğini söyleyip reklam vermeyenlere aba altından sopa gösteriyordu. O alanı da dizayn ettiler.
Neden şimdi?
Şimdiyse dizi sektörüne el atmalarının bence iki önemli nedeni var. Öncelikli ilk neden herkesin tahmin ettiği gibi tamamen duygusal, parayı çok sevmelerinden kaynaklanıyor. Sektörü ve parayı kendileri dışında birilerine bırakmak istemiyorlar. İkincisi ise kendi siyasal söylemlerini, dünyaya bakışlarını, yaşam şekillerini başkaları üzerinde de hakim kılma çabası.
Dizilerin çekildiği yerlere Ortadoğu ülkelerinden gelen turist sayısında ciddi artış var. Peki sadece dizi satıp para kazanmak mı başlayan savaşın nedeni? Elbette değil, bunu çok net bir şekilde ifade edebiliriz. Bir yanında ekonomik kaygılar olduğu doğru, ama sadece ekonomik olsaydı bugün yaşanan kavganın şirketler arasında olması gerekirdi. Oysa Rekabet Kurulu hemen duruma el attı, savcılık menajerlerin ve oyuncuların ifadesini aldı. Bu arada oyuncuların kiminle sevgili olduğuna kadar konular üzerinde büyük çaplı bir itibarsızlaştırma operasyonu başladı. Çatışmanın ve piyasaya hakim olanların üzerine bu denli güçlü gidilmesinde elbette iktidarın önemli payı var.
"Aile yılı"
Son dönemde dizilerin ana temasını aileler oluşturuyor. Kimi zaman ailece mafya üyesi oluyorlar kimi zaman ‘evlilik dışı ilişki’ yaşıyorlar. Yerli ve milli ve dahi muhafazakâr ailelerin farklı yaşamları ekrana taşınıyor. Muhafazakâr kanallarda aslında durumun hiç de ana akımda göründüğü gibi olmadığı anlatılsa da fayda etmiyor. Ne muhafazakâr kanallar, ne TRT tarafından lisans alınmadan hizmete giren dijital platform ne de RTÜK’ün yasakları yayınların “Türk aile yapısına uygun” olmasını ve izleyiciye “doğru” mesajlar iletilmesini sağlamıyor.
Oysa iktidar 2025’i ‘Aile Yılı’ ilan etmişken bu durum hiç de kabul edilebilir değil. İnsanlara ailenin ne kadar ulvi bir kurum olduğu, çocuk yapıp durmaları anlatılırken, “malum diziler” hiç de hoş olmayan mesajlar vermeye devam ediyor. İşin kötüsü oyunculara duyulan sempatinin siyasilere duyulan sempatiden kat kat fazla olduğu göz önüne alındığında pek de ‘hoş’ bir tablo çıkmıyor ortaya.
Hatırlayın AKP’nin ilk yıllarında hedef medyaydı, medyanın sahiplik yapısı yeniden düzenlendi. Ardından kitle örgütlerine sıra geldi. Yeni dernekler, vakıflar kuruldu, odaların yetkileri kısıtlandı, baroların sayısı çoğaldı. Eğitim, yargı gibi alanlarda gerekli değişimler sağlandı. Olimpiyatlara gidecek sporculara kadar müdahale edildi.
Aslına bakarsanız ‘sanatçılar’ da bundan nasibini almıştı. Gezi eylemliğinde kendini rüzgâra kaptıran ve Taksim’de hatıra fotoğrafı çektirenler daha sonra aslında ilk üç gün haklı bulup sonra gerçekleri anladıklarını anlatmaya koyuldu. Hatta Sabah Gazetesi'nin birinci sayfasında genelde sağ üst köşede yer alan röportajlar bir zamanlar itirafçı olanların bir masanın arkasında durup kameralara pişmanlıklarını anlatmasına benziyordu.
Evet o zaman aforoz edilenler oldu, katılacakları konserler iptal edildi, devlet tiyatrolarından çıkartıldı. Ama şimdi zaman iktidar için yeniden yapılanma zamanı. Ortadoğu’ya, Afrika'ya, Latin Amerika'ya daha çok dizi satılmalı, daha çok mesaj iletilmeli, yeni bir sömürgeciliğin kapıları aralanmalı. Öyleyse ‘güzel kadınların’, ‘yakışıklı erkeklerin’ boy gösterdiği diziler ile aralanan kapılardan girip, elde ettikleri sempati ile oradakilere kendi mesajlarını iletmeleri gerekiyor. Malum “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” bakışı var. O zaman bugüne kadar insanları günlük yaşamdan koparan, başkalarının acısını izleyip haline şükretmesini sağlayan, ekran başına kilitleyen, senaristler, oyuncular, menajerler, yapım şirketleri bu yolda kurban edilebilir. (Mİ/TY)
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Sabah, Milliyet, Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyet gazetelerinde muhabir, Kent TV ve TV8'de İstihbarat Şefi, Radyo...
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Sabah, Milliyet, Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyet gazetelerinde muhabir, Kent TV ve TV8'de İstihbarat Şefi, Radyo Cumhuriyet, İMC TV ve BirGün gazetesinde haber müdürü olarak görev yaptı. Son olarak gazeteduvar.com.tr'de Yazı İşleri Müdürü ve İdari Koordinatörlük görevini yürüttü. Bu dönemde dijital yayıncılık için yerel haber ağı oluşturulması, sosyal medya ve mobil gazetecilik üzerine eğitimler organize etti. Halen bianet.org 'un Genel Yayın Yönetmenliğini yapmaktadır.
Çağdaş Gazeteciler Derneği İstanbul Şubesi başkanlığı ve Genel Merkez yönetiminde görev aldı. ÇGD ve DİSK Basın İş üyesi
Sinema ve televizyon sektöründeki tekelleşme iddialarını ve sinema emekçilerinin yaşadığı sorunları, bir dönem Oyuncular Sendikası’nın avukatlığını üstlenen Baran Kaya ile konuştuk.
Sinema ve televizyon sektöründeki tekelleşme iddiaları uzun süredir gündemdeyken, Rekabet Kurulu, 8 Ocak 2025'te cast ajansı ve menajerlik alanlarında faaliyet gösteren 21 teşebbüse soruşturma açılmasını kararlaştırdı.
ID Danışmanlık Limited Şirketi'nin kurucusu ve ortağı Ayşe Barım etrafında dönen tartışmalar, sektördeki serbest rekabetin engellenmesi ile ilgili önemli soruları gündeme getirdi.
İddialara göre, Ayşe Barım, sektördeki güçlü etkisi sayesinde bazı oyuncuların sürekli aynı projelerde yer almasını sağlıyor ve rekabeti engelleyen bir ortam yaratıyor.
ID İletişim, bu iddiaları reddetse de, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, konuyla ilgili 10 Ocak'ta soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında, Barım’a 13 Ocak'ta yurt dışına çıkış yasağı getirildi ve hesap hareketleri incelemeye alındı.
Sektördeki tekelleşme iddialarının yanı sıra, Türkiye'de büyüyen dizi sektörüne rağmen oyuncular düşük ücretler ve güvencesiz çalışma koşullarıyla karşı karşıya.
Oyuncular Sendikası'nın beş yıl boyunca avukatlığını üstlenen Avukat Baran Kaya, oyunculara dayatılan sözleşmelerin büyük hak gasplarına yol açtığını ve oyuncuların hayli düşük ücretlere çalışmak zorunda kaldıklarını belirtti.
Kaya'ya göre, sektördeki yapısal sorunların çözülmesi için kapsamlı yasal düzenlemelere ihtiyaç var.
Sinema ve televizyonda sektöründeki temel sorunlar neler?
Temel sorun, elbette sektörün yapısal problemlerinden kaynaklanıyor. Bu nedenle şu an olduğu gibi kişilere odaklanmak yerine, sektördeki genel sorunlara bakmamız gerekiyor. Eğer sorunu yalnızca birkaç “kötü niyetli” kişinin eylemleri gibi görürsek, asıl sorunu gözden kaçırmış oluruz.
Oyuncular Sendikası’nda beş yıl avukatlık yaptığım süreçtee, hukuki sorunlar yaşayan çok sayıda oyuncuyla çalıştım. Oyunculara dayatılan sözleşmelerin genel yapısı, yapımcıların ekonomik çıkarlarını koruma amacı güdüyor. Haliyle oyuncuların hakları çoğu zaman göz ardı ediyor. Çoğu sözleşme, oyuncuların fikri ve mali haklarını neredeyse tamamen yapımcıya devrediyor ve oyunculara gelecekteki yayınlar veya projeler için ek ödeme yapılması gibi temel haklar tanımıyor. Bu durum, oyuncuları yalnızca bugünün gelirine bağlı bırakırken, uzun vadeli finansal güvenliklerini de tehlikeye atıyor. Yani sözleşmelerin çoğu sektördeki sömürüye katkı sunuyor.
Seslendirme: 450 TL
Bahsettiğiniz sorunları biraz açabilir misiniz?
Sahne, perde, mikrofon ve ekran oyuncuları dahil olmak üzere tüm oyuncuların, kendilerini menajerlere ve yapımcılara bağlayan olumsuz sözleşmeler imzalamaya zorlandığını görüyoruz. Örneğin, sözleşme gereği bir yapımın çeşitli mecralarda veya gelecekte ortaya çıkabilecek platformlarda yayınlanması halinde oyuncuya ek bir ödeme yapılması gerekmiyor. Bu durum, oyuncuları ekonomik anlamda son derece güvencesiz bir pozisyonda bırakıyor.
Oyuncular çalışma koşullarının yanı sıra sağlık sigortası, iş güvenliği gibi temel haklardan da mahrum bırakılıyor. Çoğu oyuncu, sözleşmede belirtilen KDV borçlarının ödenmesi durumunda bile ciddi şekilde maddi sıkıntılar yaşıyor. Burada yüzde 1’lik bir orana sahip olan “top” oyuncuları dışarıda tutuyorum elbette. Onlar çoğu zaman kendi koşullarını yapımcıya dayatıyor hatta. Bu da ayrı bir eşitsizlik yaratıyor tabii sektörde. Ancak bir örnek verecek olursam, çok izlenen dizilerden birinde her bölümde yer alan “yan” oyunculardan birinin bölüm başına KDV dahil 4 bin 500 TL aldığını söyleyebilirim. Ya da örneğin, bir seslendirme sanatçısı, çok büyük bir yapımda, başrollerden birini canlandırıyordu ve bölüm başına 450 TL alıyordu. Ayrıca bir yapımın yeniden satılmasında ya da uluslararası yayınlarda yer almasından da oyuncular herhangi bir telif ücretinden faydalanamıyor.
Sendika olarak buna müdahale edebildiniz mi?
Evet; ama elbette bir araya gelerek ve tüm oyuncularla birlikte hareket ederek. Örneğin seslendirme alanında büyük stüdyolar bir araya gelerek asgari ücret tarifesi ve şablon sözleşme tipleri oluşturdu. Bu çalışma, oyuncuların haklarını daha iyi savunabilmesi için bir adım oldu. Dijital platformların (OTT) sektöre girişiyle birlikte eski sözleşmeler de yeniden gözden geçirilmeye başlandı ve oyuncuların şu ana kadar almadıkları telif haklarıyla ilgili talepler artıyor. Bu, bizim tüm seslendirme sanatçılarıyla bir araya gelerek kazandığımız bir haktı.
Halbuki dizi sektörü, özellikle Türkiye’de dünyanın üçüncü büyük pazarı konumunda.
Türkiye yapımı dizilerin yurt dışına satışı, son yıllarda önemli bir sektör haline geldi ve dünya çapında büyük bir pazar oluşturdu. Yerli diziler özellikle Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Latin Amerika'da büyük ilgi görmekte, birçok ülkeye satılıyor. Türkiye'nin yerli dizilerden elde ettiği ihracat geliri yıllık 600 milyon dolara kadar çıkmıştır.
Yurt dışında en çok izlenen dizilerden "Aşk-ı Memnu"
Rekabet Kurulu’nun soruşturması
Rekabet Kurulu’nun sektörde başlattığı soruşturma, özellikle menajerlik ve casting ajanslarının yapımcılarla olan ilişkilerindeki tekelleşmeyi hedef alıyor, gibi görünüyor. Menajerlerin ve casting ajanslarının oyuncu seçim süreçlerinde hâkim bir konumda olmaları, rekabetin engellenmesine ve oyuncuların daha düşük ücretlerle çalıştırılmasına yol açıyor. Sözleşmelerdeki dayatmaların oyuncular üzerinde yarattığı ekonomik baskılar da rekabeti engelleyici bir etki yaratıyor. Bu bağlamda sektördeki gücün birkaç yapımcıya ve ajansa odaklanması, oyuncuların sesini duyurmasını ve daha iyi koşullar talep etmesini zorlaştırıyor. Ancak bu, dün ortaya çıkan bir durum değil. Oyuncular ve sinema-TV emekçileri yıllardır bunu söylüyor. İş bulamıyoruz, sektör değiştirmek zorunda kalıyoruz, bunalımdayız, diyerek sesini duyurmaya çalışan pek çok oyuncu oldu. Rekabet Kurulu ise henüz devreye girdi.
“Kanuni düzenlemelere ihtiyaç var”
Nasıl çözülebilir bu sorunlar?
Öncelikli olarak oyuncuların özlük haklarını güçlendirmek için sektörel düzeyde kapsamlı düzenlemelere ihtiyaç var. Sektördeki tekel yapıların kırılması ve yapımcılarla oyuncular arasında daha adil bir dengenin kurulması gerekiyor. Bu adımlar atılmadıkça, bireysel çabalarla sorunları çözmek mümkün değil.
Oyuncuların haklarını savunabilmesi için birlikte hareket etmeleri, klişe gelebilir; ama sendikalı olmaları ve sektöre özgü kanuni düzenlemeler gerekiyor. Mevcut yasal düzenlemeler, sektördeki adaletsiz yapıyı ve iş gücü sömürüsünü ortadan kaldırmakta yetersiz. Ancak mevcut yasalardaki çok küçük düzenlemelerle oyuncuların hakları verilebilir.
Sendika diyorum, çünkü dünyanın farklı bölgelerinde oyuncuların haklarını savunmak için uygulanan modeller de incelendiğinde, sendikal hareketlerin büyük rol oynadığını görüyoruz. Özellikle Avrupa’da, oyuncuların telif hakları ve çalışma koşullarını iyileştirmeye yönelik düzenlemelerle pek çok kazanım elde edildiğini görüyoruz. (TY)
bianet muhabiri. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba"...
bianet muhabiri. "1 Mayıs 1977 Kayıplarını Yakınları Anlatıyor/1 Mayıs 1977 ve Cezasızlık" dosyasını hazırladı. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. 2019 yılından beri "Küba" isimli köpekle ev arkadaşı.