BBC, Irakta kitle imha silahlarının bulunamaması üzerine, Independent gazetesinin başlattığı kampanyanın da etkisiyle, konuyu deşmeye başladığında, İngiliz silah denetimi uzmanı Dr. David Kellynin bilgilerinden de yararlanarak, İngiliz hükümetinin istihbarat raporlarını abarttığını ortaya çıkarttı. İngiliz hükümeti, Saddam Hüseyin rejiminin elinde kimyasal, biyolojik hatta nükleer silahlar olduğunu, kitle imha silahlarını da 45 dakika gibi bir sürede devreye sokabileceğini öne sürmüştü. Bu iddialar Irak işgalinin temel gerekçesiydi. Amerikan tezlerini dolayısıyla da İngiliz yönetim ve ordusunun Busha verdiği desteği doğrulamak, haklı çıkarmak için tayin edici önemde gerekçelerdi bunlar. Oysa ki, önce Irakta kitle imha silahlarının bulunamaması, ardından Dr. Kellynin açıklamaları, Blair hükümetinin doğru olmayan bilgileri kamuoyuna açıkladığını kanıtladı. Üstelik Blair, bu bilgilerle savaşa girmiş, kan dökülmesine yol açmıştı.
Talihsiz tesadüf: İntihar
BBCnin konuyu araştırma ve yalanları ortaya çıkarma sürecinde önemli bilgi kaynaklarından biri Dr. David Kelly idi. BBC, kurallarına uygun bir şekilde haber kaynağının adını açıklamadı. Çünkü, hükümetin büyük yalanlarını faş eden Kellynin can güvenliği tehlikeye düşebilirdi. Ne var ki, yalanını teşhir eden BBCyi köşeye sıkıştırmak isteyen hükümet, Kellynin adını basına sızdırdı. BBC de bilahare haber kaynağının adını teyit etti. Ne var ki, maalesef, bu arada Dr. Kelly intihar etmişti. Bütün otopsi raporlarına rağmen bu koşullardaki bir intihar kaçınılmaz olarak bazı kuşkulara yol açtı. İşte Blair yönetimi bu kuşkuları ortadan kaldırmak amacıyla bir soruşturma başlattı. İngiliz Başbakanı Lord Huttonu soruşturmayı yürütmekle görevlendirdi. Yani Lord Hutton, Blair tarafından atanmış bir yetkili idi.
Soruşturmanın alanı, kapsamı, sınırları baştan Blair tarafından saptandı: Dr. David Kellynin ölümü ardındaki nedenleri açıklığa kavuşturmak... Adeta bir hafiye misyonu. Hutton, aslında olayın önemli kahramanları olan Başbakan ve Savunma Bakanının ifadesine başvurmayı gerekli görmeksizin soruşturmasını tamamladı ve raporunu yayınladı. İşte fırtına ondan sonra koptu. Çünkü Hutton, bu soruşturmasında, BBCnin haberlerini eleştiriyor, kurumun haber denetleme ve doğrulama mekanizmalarının yeterince iyi işlemediğini öne sürüyordu. Açık bir dille yazmak gerekirse, hafiye Hutton, Dr. Kellynin katilini bulmuştu: BBC! Bu rapor üzerine BBCnin hükümet tarafından atanan Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Yayın Yönetmeni istifa etmek zorunda kaldı. Ardından da Dr. Kelly haberlerini yazıp yayınlayan muhabir de istifa etti.
Böylece ilk raundu Blair kazanmış oldu. Ancak sorun henüz tam anlamıyla çözülemedi. Çünkü Avam Kamarası, Hutton soruşturmasını yeterli görmemiş olsa ve BBCnin mağduriyetinden hoşnut olmasa gerek ki, konuyu gündemine aldı ve önümüzdeki dönemde meseleyi inceleyecek. BBC çalışanları olaya tepki gösterirken yapılan kamuoyu araştırmalarında İngilizlerin hükümetten çok BBCye güvendikleri ortaya çıktı.
Dört genel bir özel nokta
Burada bir kaç önemli sorun var:
* BBC, İngiliz devletinin, hükümetinin resmi yayın organı mıdır yoksa bir kamu yayıncılığı kuruluşu mudur? 1922 yılında kurulan BBC, yasası gereği kamu yayıncılığı yapmakla yükümlü bir medya organı. Yönetim Kurulu Başkanı hükümet tarafından atanıyor ancak yayıncılık hizmetlerini özerk bir şekilde yürütüyor. Ülke içindeki yayınlarını İngiltere İçişleri Bakanlığı, Dünya Servisini ise İngiltere Dışişleri Bakanlığı denetliyor. BBCnin temel mali geliri, radyo ve televizyon alıcısı sahibi yurttaşların her yıl ödediği ruhsat gelirinden oluşuyor. BBCnin yapısı, yasa ve tüzükleri idari, mali ve yayın alanlarında kimi zaman iki başlılık diye adlandırılabilecek girift bir yapı oluşturuyor.
Ne var ki, 82 yıllık esas olarak başarılı yayıncılık geçmişi, BBC prestiji, pratikte BBCye İngiltere toplumunda ve medyasında önemli ve değerli bir konum sağlamış durumda. Yayın siyasetleri açısından Muhafazakarların İşçi Partili, İşçi Partililerin de Muhafazakar olarak eleştirdikleri BBC, aslında iki kutba mümkün olduğunca eşit mesafede durarak, siyasi iktidarın değil, bütün geçmişinde genel olarak kamu çıkarının sözcülüğünü üstlendi şimdiye kadar. İkinci Dünya Savaşında olsun, Süveyş Kanalı krizinde olsun ya da Falklands/Malvinas savaşında olsun BBC, tüm güçlük ve engellemelere rağmen, siyasi iktidarın borazanı olmayı redetti. Zaten BBCye esas olarak prestij sağlayan da bu ilkeli tutumu, yayın anlayışı...Son olarak Irak işgalinde, 1 Mayıs sonrası, işlerin Washington ve Londranın senaryolarına uygun bir şekilde gelişmemesi üzerine, BBCnin doğal ve olağan bir gazetecilik çalışması yaparak, yakın geçmişteki resmi yanıltmaları hatta kasıtlı yalanları ortaya çıkarması, Blair hükümetini güç duruma soktu. Bir kez daha seçilme şansı azalan, İşçi Partisi içinde bile istifalar ve protestolarla karşılaşan Tony Blair, kamu yayıncılığı yapan bir kuruluşu devletin resmi organı haline getirmek istedi ve adeta BBCyi hizaya sokmaya çalıştı.
* BBCyi kim denetleyecek? Devletin üç asli gücünü ve genel olarak tüm kamu gücünü ve tabi ki bu arada tüm toplumsal aktörleri izleyen, gözlemleyen ve denetleyen bir medya kuruluşu bu etkinliğini herhangi bir denetimden özel olarak muaf bir şekilde yürütemez, yürütmemeli. Medyatik iktidarın da uygun bir şekilde denetlenmesi, asli işlevlerini yerine getirip getirmediğinin izlenmesi gerekir. Yasalara, tüzüklere, etik kodlara uygun yayın yapıp yapmadığı bilinmelidir. Ancak bu denetim işlevini kim üstlenecek? Herhalde siyasi iktidar değil! Ya da siyasi iktidarın atadığı bir yetkili değil!
Medyayı denetleyecek, denetlemesi gereken çeşitli güçler, aktörler, unsurlar, kesimler var: Teknik-mesleki açıdan bakıldığında medya akademisyenleri, profesyoneller, gazetecilik ve basın meslek kuruluşları, sendikalar, Basın Konseyleri, medya gözlemevleri, Sivil Toplum Örgütleri, okurlar...vs...Kısacası medyayı en iyi denetleyebilecek ve olumsuzluk saptadığında en etkili yaptırımı uygulayabilecek olan kurum, aslında okurdur yani kamuoyudur, toplumdur. Medya bilinci yüksek toplumlarda olumsuz, kasıtlı hatalı yayın yapan medya kuruluşunu okur, bu medya organını satın almayarak, izlemeyerek, dinlemeyerek cezalandırır. Kuşkusuz yargı da özel ve tekil vakalarda başvurulabilecek önemli bir kurumdur. Bir de medya denetimini oldukça etkili bir şekilde gerçekleştirebilecek unsur da zamandır. Çünkü gazeteler sadece yayınlandıkları günün nüshalarıyla değerlendirilemez. Gazeteyi gazete yapan arşividir. Zaman, hangi haberin doğru, hangi haberin yanlış olduğunu gösteren, kanıtlayan en iyi araçtır. Blair yönetimi tüm bu gerçeklere rağmen, Lord Hutton komisyonunu kurarak, BBCye karşı geçici bir başarı kazandı. Ee, yargıçla sanık aynı kişi olunca, sanık haliyle aklanır!
* Hutton soruşturması bir anlamda yumurtasız omlet yapma işlevini üstlendi . Çünkü, Irakın işgali, kitle imha silahları, abartılmış tahrif edilmiş istihbarat raporları ele alınmadan Dr. Kellynin ölümü soruşturulamazdı. Oysa ki Blair, Huttonun görev alanını sadece Dr. Kellynin ölümüyle sınırlamasını istemişti. Sonuç olarak da ortaya garip bir durum çıktı: Irakta kitle imha silahı çıkmadı. Ama kitle imha silahı olmadığını savunan bir bilim adamının açıklamalarını yayınlayan BBC suçlu bulundu! Blair aklanmış! Yani Hutton Raporuyla Irakta kitle imha silahı mı ihdas edilmiş oluyor? Very complicated problem indeed!
* İngiliz basınının olaya tepkisi de ilginç . Kendilerini ABD ile kıyaslayıp Orada istihbarat raporları, abartma ve sızmalar Temsilciler Meclisi Komisyonlarında ele alınıyor görüşünü savunuyorlar. İngiliz yazılı basını, özellikle de Guardian ve Independent, olgulara sadık kalmanın yanısıra, BBC ile Blair yönetimi arasında eşit uzaklığı korumaya çalışırken, kamu çıkarını savunan BBCyi haklı görüyor, ayrıca da mesleki dayanışmanın gereklerini yerine getiriyor.
* Pek fazla kimsenin üzerinde durmadığı bir nokta daha var: Blair yönetimi bir süredir BBC yasasını değiştirmeye çalışırken, BBCnin reklam almasını, bazı yayın saatlerini özel şirketlere satmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin peşinde. Kısacası, neo-liberalizm İngilteredeki yıkık hisarcığı BBCyi özelleştirmek istiyor. Blairi iktidara taşıyan en önemli medya gücü BBC değil, Rupert Murdochtu. Murdochun SKY TVsi, London Timesı ve tabloid Sunı, BBCnin özelleştirilmesindeki yararları saymakla bitiremiyor. Hutton soruşturmasıyla BBCye vurulan darbe, kamu yayıncılığını özelleştirmeye yönelik hamlelerden biri aslında...
BBC sıradan bir medya organı değil. Yapı, model, örnek, işleyiş ve ilkeleriyle, tüm eksiklik ve olumsuzluklarına rağmen, kamu yayıncılığında, habercilik mesleğinde bir referans. İngilizlerin Auntiesi (Teyzesi). Medya/Siyasi İktidar ilişkilerinde izlenmesi gereken kuraldışı bir kurum...(RD/EK)