Türkiyenin Avrupa Birliği (AB) sürecinde uygulama yılı olarak nitelendirilen 2004ü değerlendiren Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla, İfade özgürlüğü açısından Türkiyenin üç özelliğini böyle sıraladı.
Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) İstanbul Şube Başkanı Cengiz Erdinç ise, gazetelerin kapatılması gibi işlemlerin sürdüğüne dikkat çekti ve Sınırlı yasal değişikliklerle 2004ün uygulama yılı olarak nitelendirilmesi tedirgin edici dedi.
Türkiyenin AB üyeliği yolunda, Anayasa değişikliklerinin yapıldığı Ekim 2001den 2003ün sonuna dek gerçekleştirilen yasal düzenlemeleri ve 2004te Türkiyeyi bekleyen gelişmeleri Yayla ve Erdinç, bianete değerlendirdiler:
Yayla: Yapılanlar normalin gerisinde"
İfade özgürlüğünün geniş şekilde sağlanmasının süreç meselesi olduğunu belirten Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Atilla Yayla, "Her zaman devam edecek bir mücadele. Ne kadar genişletebilirsek ifade özgürlüğünü için o kadar iyidir" dedi.
Prof. Dr. Atilla Yayla, özel şartlardan dolayı 2004'te hakikaten ilerleme kaydedilmesi gerektiğini belirterek "Şimdiye kadar kaydedilen ilerlemeler olması gerekenin çok gerisinde tabii ki" dedi.
Prof. Dr Yayla, Türkiye'de ifade özgürlüğü önündeki engellere ilişkin şu tespitleri yaptı:
"Bürokratik otorite eleştirilemiyor"
* İfade özgürlüğünün bulunmadığı otoriter rejimlerin belirli ortak özellikleri vardır. Bunlardan birisi, iktidar sahiplerini başımıza kötü bir şey gelme korkusu olmadan eleştirememektir.
* Türkiyede bu açıdan bakıldığından problemimiz var. Bunu söylerken de, siyasi otoriteyi değil, bürokratik otoriteyi kastediyorum.
"Sonsuz övme özgürlüğü
* Bürokratik otoriteyi siyasi otoriteyi eleştirdiğimizin ondan biri kadar bile eleştiremiyoruz.
* İkinci özellik, vatandaşların kamu otoritelerini eleştirmek değil ama övmekte sonsuz özgürlük sahibi olmalarıdır. Türkiye'de bu var.
* Bürokratik otoriteyi doya doya övebiliriz. Bundan başımıza bir şey gelmez.
"Kültür ve zihniyet meselesi"
* Üçüncü özellik de şudur: İfade özgürlüğünün yetersiz olduğu otoriter sistemlerde otorite sahipleri normal görevleri için bile vatandaşa lütufta bulunmuş havasına girerler, vatandaşın veli nimetiymişler gibi davranırlar.Türkiye'de bu da var.
* Özellikle Türkiye'nin militarist kültürüyle ilişkilendirildiğinde bazı kurum veya kişilere tanrısal bir yanılmazlık, dokunulmazlık ve eleştirilmezlik atfedildiği görülmektedir.
* Bütün bunların çözülmesi mevzuat değişikliğine ilaveten bir kültür ve zihniyet meselesidir.
* Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin eski Sosyetler Birliği'nden, Küba'dan, Saddam Irak'ından ne kadar farklı olduğu tartışmaya açıktır.
Erdinç: Muğlak kriterler var
İfade özgürlüğü denince bir "uygulama yılı"ndan söz edilmesinin anlamlı olduğunu açıklayan ÇGD İstanbul Şube Başkanı Cengiz Erdinç, "uyum yasaları" adıyla yapılan düzenlemelerin Kopenhag ruhunu kavramaktan uzak, özellikle "muğlak kavramlar" içerdiğini söyledi.
Elbette "sadece eleştiri maksadıyla yapılan açıklama cezayı gerektirmez" gibi aslında hakim kanaatine bırakılması gereken bazı kriterlerin Ceza Yasasına "yazılmış" olması gibi olumlu ancak lüzumsuz gelişmeler de var.
* Gazete kapatılması, sinema ve müzik eserlerinin "kamu yararı" gibi muğlak kriterlerle denetlenmesine imkan verilmesi, yapılan değişikliklerin sınırlı olduğunu gösteriyor.
* Bu sınırlı yasal değişikliklerle 2004'ün "uygulama yılı" olması tedirgin edicidir.
* İfade özgürlüğü konusundaki temel problem muğlak kavramlarla özgürlükleri ve ifadeyi sınırlayan yasalar ile bunların uygulamasından doğmaktadır.
"Pratik 'Kopenhag ruhu'ndan uzak"
* Örneğin Anayasa'nın 90. maddesinde kesin bir hüküm olarak belirlenen milletlerarası anlaşmaların "kanun değeri" hala mahkemelerce uygulanmamaktadır.
* Özellikle "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" bu madde uyarınca mahkemeleri de bağlayan "kanun" niteliğindedir.
* Bu yasal düzenlemelere karşın mahkeme pratikleri de yeteri kadar "özgürlükçü" değildir.
* Uygulamada yasaların yetersizliği dışında, mahkeme pratiklerinin de yasaların kaynaklandığı "Kopenhag" ruhundan uzak olmasıyla sorunlar ortaya çıkacaktır. (EÖ/BB)