Abdullah Canan 17 Ocak 1996’da Hakkari, Yüksekova’da, Ebubekir Dayan 17 Ocak 1994’te Şırnak, Cizre’de gözaltına alındı. İşkence edilerek öldürülmüş şekilde bulundular.
Failler cezalandırılmadı.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin gözaltında kayıplarla ilgili hazırladığı Zorla Kaybedilenler Veritabanı’ndaki bilgilerden Abdullah Canan ve Ebubekir Dayan’ın kaybedilmesini derledik.
Abdullah Canan
21 Kasım 1995’te Yüksekova Komando Tabur Komutanlığı, Yüksekova’ya bağlı Befircan (Karlı) köyüne operasyon düzenlendi. Abdullah Canan ve ailesinden yedi kişi, bu operasyon sırasında evlerine ve mallarına zarar geldiğini ve konuda esas sorumlunun operasyonu düzenleyen Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul olduğunu belirterek Yüksekova Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu. Zararın tespit ve telafi edilmesini talep etti.
Bu suç duyurusu üzerine Binbaşı Yurdakul, Canan’ı başvurusunu geri çekmeye zorladı ve tehdit etti.
Yüksekova Jandarma Karakolu’nda görev yapan Mehmet Tayyip Balkız, köylülere şikayetlerinden vazgeçmeleri için baskı yaptı ve ikna edemeyince Binbaşı Yurdakul’un çağırdığını söyleyerek onları kendi aracıyla komando tabur komutanlığına götürdü.
Canan’ı ve suç duyurusunda bulunan diğer iki kişiyi makam odasına çağıran Yurdakul, Abdullah Canan’a “Sen bizi şikayet edemezsin, edersen sonucu senin için ağır olacaktır” dedi.
Aynı görüşmede, Abdullah Canan’ın, Mehmet Emin Yurdakul’a hitaben “Yeriniz ne sıcak, keşke devlet herkese böyle bir imkan tanısa” demesi üzerine, “Yerim sıcak, şu anda sizin yeriniz de sıcak, eğer bu davanızdan vazgeçmezseniz, sizin yeriniz ve yatağınız soğuk olacaktır, akıllı olun” cevabını aldı.
Daha sonra Mehmet Emin Yurdakul 15’e yakın subayı da aynı odaya çağırarak subaylara hitaben “Beyler, sizleri şikayet eden insanların elebaşları bunlar, bunları çok iyi tanıyın,” diyerek Abdullah Canan ve diğer köylüleri onlara gösterdi. Abdullah Canan ile birlikte orada bulunan köylüler Aydın Canan ve Naci Canan’dı.
17 Ocak 1996’da Abdullah Canan, Hakkari’nin Yüksekova ilçesinden özel otomobili ile Hakkari il merkezine giderken yol üzerinde bulunan Keremağa Köprüsü Puling Çeşmesi’nde, Hakkari’de kurulu ve komutanlığını Binbaşı Yurdakul'un yaptığı 1. Dağ ve Komando Taburu Komutanlığına bağlı askeri birliklerce yapılan yol kontrolü sırasında gözaltına alındı.
Bir daha kendisinden haber alınamadı.
Canan’ın özel otomobili, 21 Ocak 1996’da Başkale-Van karayolu üzerindeki Güzeldere Geçidi’nde, şarampolde terkedilmiş, hasarsız bir şekilde bulundu.
21 Şubat 1996’da da Abdullah Canan’ın cesedi köylüler tarafından, Yüksekova-Esendere Karayolu, Güldalı Köyü, Fidanlık Mevkiinde ağzı bantlanmış ve elleri bağlanmış şekilde bulundu. Otopside Canan’a elleri bağlı halde işkence edildiği, yanaklarının kesici aletlerle parçalandığı ve kafası da dahil olmak üzere bedenine isabet eden yedi kurşun ile öldürüldüğü saptandı.
26 Şubat 1996’da Abdullah Canan’ın eşi ve oğlu Vehap Canan, Yüksekova Cumhuriyet Savcılığına Abdullah Canan’ın öldürülmesinden sorumlu olduğu gerekçesiyle Binbaşı Yurdakul aleyhine suç duyurusunda bulundu.
Vehap, babasının gözaltına alındıktan sonra “Yüksekova Çetesi”nce sorgulandığını ve işkence gördüğünü belirtti. Çetenin üyelerinden Kahraman Bilgiç adlı bir kişi tarafından kendilerinden 50 bin Alman Markı para istendiğini ifade etti. Abdullah Canan’ın ailesi bu paranın 10 bin kadarlık kısmını ön ödeme olarak Bilgiç’e verdi.
Bilinmeyen bir tarihte Kahraman Bilgiç, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul ve Teğmen Nihat Yiğiter hakkında Diyarbakır DGM Savcılığında soruşturma açıldı. Abdullah Canan ve diğer üç kişiyi tasarlayarak öldürmekle suçlandılar.
Kahraman Bilgiç ifadesinde, Binbaşı Yurdakul’un talimatıyla Abdullah Canan’ı Esendere yoluna götürdüklerini ve Nihat Yiğiter’in 2-3 el ateş ederek Canan'ı öldürdüğünü söyledi. Binbaşı Yurdakul ve Teğmen Nihat Yiğiter bu suçlamaları reddetti.
14 Nisan 1997 tarihinde Diyarbakır DGM görevsizlik kararı vererek dosyayı Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi. Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı 13 Haziran 1997'de sanıklar Mehmet Emin Yurdakul, Nihat Yiğiter ve Kahraman Bilgiç hakkında kasten öldürmek, bir suçun delillerini yok etmek gayesiyle birden fazla adam öldürmek ve suça azmettirmek suçlarından Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinde dava açtı.
Mahkeme, 12 Kasım 1999’da iddiaları yeterli ve inandırıcı bulmayarak ve şüpheden sanık yararlanır ilkesini gerekçe göstererek sanıkların beraatına karar verdi. 2 Nisan 2001 tarihinde Yargıtay 1. Ceza Dairesi bu kararı onadı.
1 Aralık 1997’de Vehap Canan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurdu. AİHM’nin 26 Eylül 2007 tarihli kararında, Sözleşme’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin Abdullah Canan'ın öldürülmesi nedeniyle esastan ve etkili ve yeterli bir soruşturma yapılmadığı için usulden; işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza yasağını düzenleyen 3. maddesinin ise esastan ihlal edildiğine karar vererek, hükümeti maddi ve manevi tazminat ödemeye mahkum etti.
Ebubekir Dayan
İmam Hatip Lisesi mezunuydu. Cizre merkezde müftülüğe bağlı olarak müezzinlik yapıyordu.
Cizre’de yaşanan bir çatışmada evine bir lav silahı isabet etti, bu olay sonrası kendisi ağır yaralı kurtulurken dört aydır evli olduğu eşi hayatını kaybetti. İki yıl sonra tekrar evlenen Ebubekir Dayan’ın bir çocuğu oldu.
Olay öncesi Cizre Müftülüğüne gelen kolluk güçleri Dayan’ı sordu, arandığını, oraya maaş almaya gelmesi durumunda emniyete haber verilmesini istedi. Dayan’ın müftülükte çalışan bir yakını durumu ona iletti ve kendisine dikkat etmesini söyledi. Ebubekir Dayan ise devlet güçleriyle herhangi bir sorunun olmadığını, aranıyorsa da mutlaka bir yanlışlık olduğunu düşündüğünü söyledi ve 17 Ocak 1994’te maaşını almak için müftülüğe gitti.
Müftülükte de Ebubekir Dayan’a emniyetten ifade vermek üzere çağrıldığı söylendi. O da o zamanki müftü yardımcısı Fadıl Bedirhanoğlu'ndan 655 bin lira maaşını aldıktan sonra emniyete gitmek üzere müftülükten ayrıldı.
Ebubekir Dayan’ın babası Halil Dayan o dönemde İdil’in Sırtköy Köyü Harbak mezrasında yaşıyordu. Ebubekir Dayan iki gece eve gelmeyince, eşi Halil Dayan'a haber verdi, Halil Dayan eşiyle birlikte Cizre'ye gitti.
Ebubekir Dayan’ın annesi oğlunu sormak için emniyete gitti. Halk arasında Ramazan Hoca ismiyle tanınan kişi ona orada ne aradığını sordu. Annesi oğlunun gözaltına alındığını duyduğunu, onu sormak için geldiğini söyledi. Ramazan Hoca ona “Ebubekir yok, Abdurrahman burada, oğlunun ismi Ebubekir değil Abdurrahman” dedi. Annesi oğlunun isminin Ebubekir olduğunu, imam olduğunu söyledi. Ramazan Hoca bunun üzerine ona “Senin oğlun kafirdir” diye karşılık verdi.
Annesi polis memurlarından oğlunun çamaşırlarını kendisine vermelerini istedi, yıkayıp getireceğini söyledi. Polis memuru Ebubekir Dayan'ın iç çamaşırlarını ve bir tek çorabını annesine verdi. Anne ve babası ertesi gün yine geleceklerini, çocukları için yemek getireceklerini söyledi. Ramazan Hoca bunun üzerine “Ona getirdiğin yemeği vermeyeceğim, getirirsen, yüzüne döker, basarım” dedi. Anne ve babası oğullarına ait olan giysileri alıp evlerine döndü. Ona ait iç çamaşırlarını ve bir tek çorabı gören Halil Dayan, oğlunun hayatından endişe etti, öldürülmüş olabileceğini düşündü.
Ertesi günler de oğullarıyla görüştürülmediklerinde babası 19 Ocak'ta Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına iki gündür haber alamadıkları oğlu Ebubekir Dayan’ın kaybolduğunu bildiren bir dilekçe verdi.
Ailenin ısrarlı aramaları sonucu gözaltına alındıktan 13 gün sonra, 1 Şubat 1994’te Ebubekir Dayan'ın cesedinin hastanede olduğu öğrenildi. Onlara yapılan açıklamada kalp krizi geçirdiği söylendi. Ebubekir Dayan’ın cenazesi Cizre'deki evine getirildi.
Tabutu alarak İdil'deki köylerine götürdüler. Gömmeden önce tabutu açan Halil Dayan oğlunun bedeninin tanınmaz halde olduğunu gördü, onu ancak dudağının üstündeki benden tanıyabildi. Bedendeki ağır işkenceleri gören Halil Dayan oğlunun gömülmemesini ve otopsi yapılmasını istedi ancak bu istek kabul edilmedi, evinin bombalanabileceği, baskı göreceği söylendiği için aynı gün Ebubekir Dayan’ın bedeni toprağa verildi.
2009’da Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde pek çok aile Şırnak Barosu aracılığıyla ve gönüllü avukatların destekleriyle kayıp dosyaları ile ilgili olarak savcılıklara yeniden başvuru yaptı. Halil Dayan'ın da yeniden yaptığı başvuru sonrasında Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayı yeniden açtı. Dosya önce Diyarbakır Savcılığı’na sonra yine Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi. (AS)