2001 sonlarında ABD'de başlayan iflaslar ise dünyanın tamamı için alışılmadık şeylerdi. Dünyanın en büyük enerji şirketlerinden Enron, ABD tarihinin en büyük şirket iflasına imza attı. Enron'daki "personel yozlaşması", "kötü şirket yönetimi", "dalavere" haberleri bizde ve dünyada basını kapladı.
ABD'nin en büyük enerji dağıtım şirketi PG & E 'nin iflası ve gene bu ülkenin en büyük bağımsız enerji üreticisi Calpine 'in bir ayda 2 milyar dolar zarara uğraması gibi olaylar ise o sıralarda biraz geri planda kaldı. Enron olayındaki kadar magazin unsuruyla desteklenemediği için gündelik hayatın tatsız ayrıntıları olarak - en azından bizim basında - şöyle bir bakıldı, geçildi.
ABD'de ilginç şeyler oluyordu. Enerji talebi 80'lerin sonlarına kadar yılda ortalama yüzde 1 - 2, 90'lardan itibaren ise en az yüzde 2 artan ülkede, sadece 2000 yılında petrol ithalatı bir anda yüzde 20 artmıştı. Ne zamandır petrolünün yarısını ithal eden ABD'de yaşanan o "çağdışı" elektrik kesintilerinin nedeni tam olarak "petrolsüzlük" de değildi ama.
"Üçüncü dünya ülkesi ABD"
ABD'nin en önemli politika geliştirme kuruluşlarından biri, " Council on Foreign Relations " (Dış İlişkiler Konseyi) tarafından hazırlanan rapora göre, bu ülkede onlarca yıldır bir stratejik enerji politikası yok. "Medeniyet Savaşı"nın başlamasından (11 Eylül 2001) epeyce önce, 12 Nisan 2001 tarihinde yayınlanan "Strategic Energy Policy Challenges for the 21st Century" ("21. Yüzyılda Stratejik Enerji Politikası Meseleleri") başlıklı raporun en çarpıcı paragrafı ise şu:
"Ekonomik büyümenin devam etmesi halinde ani fiyat yükselişleri ve stok açıkları tekrarlanan olaylar haline gelebilir; böyle bir ortam ise, serbestçe erişilebilir enerji beklentisi açısından olumsuz bir durum oluşturabilir ve Birleşik Devletler'i daha çok yoksul bir gelişmekte olan ülke görünümüne büründürebilir..."
Dış İlişkiler Konseyi, radikal, muhalif politikaların geliştirildiği bir kuruluş değil. Bu kuruluşun misyonu sisteme yeni açılımlar sunma. Konsey son zamanlarda, içinde eski ABD dışişleri bakanı Madeleine Albright'ın da bulunduğu bir çalışma grubu, "Demokrasiye Yönelik Tehditler" raporu hazırlamıştı.
"21. Yüzyılda Stratejik Enerji Politikası Meseleleri" raporuna göre, ABD'yi "ileri teknoloji medeniyeti" görünümünden "üçüncü dünya ülkesi" görünümüne sürükleyebilecek tehlike, her şeyden önce "iç pazar"daki durumdan kaynaklanıyor. Bu ülkede enerji pazarına yönelik olarak uzunca bir süre önce başlatılan deregülasyon (düzenleyici kuralların gevşetilmesi, kaldırılması; merkezi planlamanın yerini serbest piyasanın alması) ve devletin bu pazardan adım adım çekilmesi sonucu, yatırımlara ne zamandır sadece ve sadece pazarın şartları yön veriyor.
Bunun önemli sonuçlarından biri ise, enerji stokları oluşturmak için gerekli altyapı yatırımlarının, yeterince kârlı olmaması nedeniyle güdük kalmış olması. Stok için, farklı bölgelerde değişen enerji taleplerinin esnek bir yapı ile karşılanabilmesi için gerekli yatırımların yapılmaması ise, ülkede 2000 yılı içinde kendini göstermeye başlayan "enerji krizi"ni tam bir "patlamaya hazır bomba" haline getirmiş durumda. Bugün artık durum "acil müdahele" gerektiriyor; hem de çok acil. Bomba patlamamalı. En azından ABD sınırları dahilinde..
Çin'de ışıklar yanacak
Tabii ABD'de deregülasyonun böyle yıkıcı etkiler yarattığı konusunda uzmanlar arasında bir fikir birliği yok. ABD Enerji Bakanlığı sitesinde tamamı yayınlanan bir Washington Post makalesinin başlığı, Deregulation is Working yani, "Deregülasyon İşliyor." Spencer Abraham imzalı bu 14 Ocak 2002 tarihli makalede, 2001 yılında elektrik fiyatlarının yükselmeye "devam etmediği", sonuçta düştüğü söyleniyor; elektriğin ABD ekonomisi için "merkezi planlamaya dönüşün getireceği sorunlar" göze alınamayacak kadar önemli bir unsur olduğu belirtiliyor.
Öte yandan Dış İlişkiler Konseyi raporunda, ABD'nin bir bölgesindeki (örneğin kuzey doğu eyaletleri) petrol fiyatları ile, bir başka bölgenin (örneğin Körfez Kıyısı) fiyatları arasındaki büyük farkın altı çiziliyor, altyapı yatırımlarının yeterince kârlı olmadığı için yapılmadığı belgeleniyor ve sonuçta pazarda faaliyet gösteren şirketlere yönelik "politika", "planlama" ve "teşvik" öneriliyor.
Rapor, deregülasyonun olumsuz etkilerinin yanı sıra, enerji tüketiminde nakliye sektörünün rolüne de dikkat çekiyor. ABD'nin petrol tüketiminde 1970'de yüzde 52 olan nakliyenin payı, 1995 yüzde 66'ya yükselmiş. Yeni teknolojiler geliştirilmediği takdirde 2010'da bu pay yüzde 70'e çıkabilir. "Amerikan hayat tarzı"nın simgesi sayılan hafif kamyonlar ve kamyonetler ise bu sektörün belkemiğini kısmını oluşturuyor. Otomobillerdeki ekonomik yakıt tüketimi teknolojilerinin bu tip araçlara uyarlanması günde 910 bin varil ham petrol tasarrufu anlamına gelecek. Ama bu alanda da, Ford gibi bazı şirketler dışında yaygın ve etkin bir çalışma yok.
Belki'de ABD'nin içinde bulunduğu durumu gösteren en çarpıcı tablolardan biri, Kaliforniya'da ışıklar kesilip dururken ve Enron adım adım iflasa doğru giderken, bir Enron iştiraki olan Atlantic Commercial Finance B.V.'nin Çin'deki elektrik kesilmelerine karşı Hainan Adası'nda 16.7 milyon dolarlık enerji santrali yatırımı yapması. Dünya Bankası sitesinde rastladığım bu haberin linki çok uzun olduğu için yazamıyorum, merak eden olursa gönderebilirim. Sanırım burada, Güney Çin Denizi'nde bulunan ve Çin'in en önemli yedi turistik bölgesinden biri olan Hainan'da yatırım yapmanın ABD içinde yatırım yapmaktan daha kârlı olduğu gerçeği söz konusu.
Sonuçta kendi ülkesini regüle etmektense dünyayı regüle etmeyi tercih eden ve bu yolda halkının önemli bir bölümünün desteğini de almış görünen ABD yönetiminin icraatları, belki ABD vatandaşlarından daha fazla "öteki dünya"yı ilgilendiriyor. Yıllardır ambargolu olan ve özgürleştirilmesi halinde ABD'ye derin bir nefes aldıracak olan Irak petrolü nedeniyle, en fazla da Irak'ı ve bizim gibi komşuları. (ŞA/EK)