Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyeliği perspektifini destekleyen sosyal demokrat Başbakan Gerhard Schröder'den bir hafta önce Ankara'ya giden Merkel ve Schaeuble, gezi öncesi açıklamalarında uzun süredir dillerine doladıkları "özel ortaklık" önerisinde ısrarlı olacaklarını vurgulamış, CDU'nun "kardeş partisi" Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) tüm beklentilerini boşa çıkarmışlardı.
CDU'lu liderler geçen hafta Berlin'de gelen Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) heyetiyle gerçekleştirilen görüşmelerde de, Türk tarafının tüm çabalarına rağmen son zamanlarda "3. yol" adını verdikleri "özel ortaklık" statüsünü ısrarla savunmuşlardı.
"Avrupa'nın reddi"
İki politikacı CDU'ya bağlı Konrad Adenauer Vakfı'nın Ankara Temsilciliği tarafından düzenlenen ziyaretlerinin Ankara ayağında "devlet konuğu" statüsüyle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Bülent Arınç ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'yla görüşecekler.
Görüşmeler, Salı günü İstanbul'da kilise temsilcileri, sonra da bazı Türk sanatçı ve aydınlarla sürecek. Ayrıca, Türk-Alman Ticaret Odası'nın düzenlediği toplantı da programda yer alıyor. Alman Hıristiyan demokratlar bu temasları sırasında "özel ortaklık" önerisini haklı olarak "Avrupa'nın reddi" olarak gören Türkleri iknaya çalışacaklar.
Geleceğin Alman Cumhurbaşkanı!
Türkiye'deki Alman Hıristiyan demokratlardan Schaeuble, sadece önde gelen bir dış politika uzmanı olması ve CDU ile kardeş partisi CSU'nun (Hıristiyan Sosyal Birlik) Federal Meclisteki ortak grubun Başkan vekilliliğini yürütmesi nedeniyle değil, Mayıstaki cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü adayı olması nedeniyle de daha ağır basan yanı oluşturuyor.
Schauble, Alman sağının 1998 genel seçimlerindeki ağır yenilgisinden sonra CDU Genel Başkanlığından istifa eden eski Başbakan Helmut Kohl'den sonra partinin başına geçmiş, ancak "bağış yolsuzluğu" soruşturmaları sırasında "yalan söylediği" suçlamaları karşısında yıpranınca görevinden istifa etmişti (2000).
Ancak, 1990'da akli dengesi yerinde olmayan birinin silahlı saldırısı sırasında ağır yaralanıp, ömrünün sonuna kadar tekerlekli sandalyeye mahkum olan bu politikacı, söz konusu yolsuzluktaki rolü halen tam olarak ortaya çıkarılmamış da olsa, Genel Başkanlıktan istifasından sonra, aktif politikada kaldı ve kısa sürede cumhurbaşkanlığına aday olabilecek bir siyasi yükselişi başardı.
Schaeuble, CDU'luların Türkiye'ye, Türkiye'nin AB'ye üyelik girişimlerine "sıcak" yaklaştığı yıllarda bile, kültürel farklara ve coğrafi konuma vurguda bulunup, "bu iş olmaz"diyen politikacıların başında geliyordu.
Genel Başkan ama, zor başbakan olur!
CDU Genel Başkanı Angela Merkel, sosyal demokratların giderek zayıflaması nedeniyle bugün seçim olsa, büyük zafer kazanması beklenen bir ana muhalefet partisinin lideri. Ama kimse onu "geleceğin Almanya Başbakanı" olarak görmüyor, belki kendisi de.
Çünkü büyük bir olasılıkla gerek kendi partisinin, gerekse "kardeş parti" CSU'nun tepesindeki erkekler, ülkenin bir seçim sürecine girmesi halinde onu Hıristiyan birlik partilerinin ortak başbakan adayı yapmayacaklar.
Nitekim, geçen hafta Gerhard Schröder'in SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) Genel Başkanlığından ayrılmasının ardından gündeme gelen "erken seçim" tartışmaları sırasında, CSU'lu politikacılar aceleyle bu ortak adaylık konusunu gündeme getirmiş ve Merkel'in büyük partinin Genel Başkanı olmasının, otomatikman "başbakan adaylığı" anlamına gelmediği mesajını vermişlerdi.
Erkeklerden destek görmeyince
Merkel, bu konuda oldukça deneyimli. 2002'deki genel seçimler öncesinde de benzer bir süreç yaşamış, kendi partisindeki erkeklerden de gerekli desteği alamayınca, "başbakan adaylığı"nı CSU'nun Genel Başkanı Edmund Stoiber'e bırakmak zorunda kalmıştı.
Merkel'in Ankara ve İstanbul'daki görüşmelerde, beraberindeki meslektaşının gölgesinde kalması bu nedenle kimseyi şaşırtmayacak.
Nitekim, gezi öncesinde "özel ortaklık" önerisini yumuşak bir yaklaşımla savunarak, bir yandan da Türkiye'yi "kaybetmek" istemedikleri mesajını vermeye çalışan Merkel'in çabaları, hem Schaeuble, hem de Stoiber'in "atakları"yla etkisiz hale getirildi.
Stoiber, gezinin başlamasından iki gün önce Türkiye'nin AB üyeliğini başta Avrupa Parlamentosu seçimleri olmak üzere, bu yıl gerçekleştirilecek tüm seçimlerde "seçim kampanyası teması" olarak gündeme getirecekleri, bu konuda bir referandum için bastıracakları yolundaki tavırlarını yeniden gündeme getirdi. Ve böylece kardeş parti CDU'nun Türkiye temaslarına CSU damgasını vurmuş oldu.
İş Kopenhag kriterlerine kalmış olsaydı!
Ama Stoiber'den daha önemlisi Schaeuble'nin tavrı ve yaklaşımı. Geziden bir gün önce, Cumartesi günü Süddeutsche Zeitung'da yayınlanan geniş bir söyleşide Türkiye'nin AB ve Almanya'yla ilişkileri, kendilerinin Türkiye'nin AB üyeliği üzerine düşüncelerini dile getiren Schaeuble, kendisi ve partisi hakkında "son zamanlarda bu konuda biraz yumuşadılar" yorumlarında bulunanları hüsrana uğrattı.
"Türkiye'nin tam olarak değil, kısmen Avrupa'ya ait" olduğu görüşünü savunan Schaeuble, bu söyleşide Türkiye'ye karşı "samimi" olmak gerektiğini belirttikten sonra, 1963'ten beri Almanya tarafından desteklenen "tam üyelik perspektifiyle" ilgili sorumluluklarının "bilincinde" olduklarını savunuyor ve peşinden de ekliyor: "Ancak biz de Türkiye'nin her iki taraf için anlamlı ve ölçülü ortaklık biçimi konusunda görüşmelere katılmasını bekliyoruz."
Schaeuble, "Kopenhag Kriterleri"ni yerine getiren ülkeni AB'ye üye olabileceğine dair kurallara dikkat çeken gazetecilere, "İş sadece Kopenhag kriterlerine kalsaydı, Japonya ve Avustralya da AB üyesi olabilirdi" yanıtını verirken tuhaf bir yaklaşım sergiliyor.
Böylece bir dönem Türkiye'nin AB üyeliğine kesin olarak karşı çıkan, ancak oğlunun bir Türk işadamının kızıyla evlenmesinin etkisiyle midir bilinmez, son zamanlarda tavır değiştirip, "Türkiye Kopenhag kriterlerini yerine getirirse, AB'ye üye olabilir" noktasına gelen eski şefi Helmut Kohl'un yaklaşımına da karşı çıkıyor.
Söyleşide, "Türkiye'nin üye olmasından sonra Kuzey Afrika'dan ya da Rusya'dan gelen üyelik talepleri"ne karşı ellerinde argüman kalmayacağından yakınarak, Alman sağının sıkça sığındığı bir başka gerekçeyi daha gündeme getiren Schaeuble, bu konunun Avrupa Parlamentosu seçimleriyle ilgili kampanyalarda öncelikle gündeme getirilmesini doğal bulduğunu söylüyor: "Başka temalar da var. Ancak, müsaadenizle insanları hareketlendiren konuları konuşabilelim."
Seçimde popülizm uyarısı
İşte tam da bu noktada Volker Rühe ve Ruprecht Polenz gibi CDU içinde "Türkiye'ye yakın" olarak görülen politikacılar devreye girip, bir yandan "Türkiye'ye kapıların kapatılmaması" uyarısında bulunurken, diğer yandan da bu konunun seçim tartışmalarına malzeme yapılmasının Almanya'daki Türkler açısından "olumsuz sonuçlar" doğuracağına dikkat çekiyorlar.
Örneğin, Kohl hükümetinde Savunma Bakanı olarak görev alan ve halen Federal Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı olan Volker Rühe, "AB yıl sonunda Türkiye'nin üyelik görüşmelerinin başlaması için gerekli koşulları yerine getirdiğine karar verirse, birlik partileri bunu kabul etmelidir" diyerek, Merkel ve Schaeuble'nin yaklaşımlarına karşı çıkıyor.
Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili olarak seçim kampanyasında "popülizm" yapılmaması uyarısında bulunan, Rühe, CDU'nun eski Başbakan Kohl dönemindeki "Türkiye politikası"ndan kopmaması gerektiğini savunup ve "İktidardayken savunduklarına, muhalefetteyken karşı çıkılması"nı hata olarak değerlendiriyor.
Bir dönem CDU Genel Sekreterliği yapan, Türkiye'ye ve Türklere karşı "fazla yumuşak" olması nedeniyle kısa zamanda yıpratılıp, bu görevden uzaklaştırılan "Türkiye uzmanı" Federal Milletvekili Ruprecht Polenz de Alman Haber Ajansı'na (DPA) yaptığı açıklamada, "Türkiye'ye bir fırsat verilmesinden yanayım" diyor ve Merkel'le Schaeuble'nin "özel ortaklık" statüsüne karşı çıkıyordu.
Sosyal demokrat-Yeşil hükümet destekliyor
Rühe ve Polenz gibi "Türkiye'nin AB üyeliği perspektifi"ni destekleyenler, seslerini duyurabiliyorlar ancak CDU içinde azınlıkta kaldıkları için partinin politikasını etkileme şansları yok. Ama zaten şu günlerde önemli olan da onların tavrı değil.
Türkiye'deki "Müslüman demokratlar"ı Almanya'daki "Hıristiyan demokratlar" değil, sosyal demokratlar destekliyor. CDU'lular, Ankara ve İstanbul'a gidip, "Sizi AB'ye almayız, alamayız" diye dursunlar, onlardan bir hafta sonra Almanya'nın Başbakanı Schröder yanında büyük bir heyetle Türkiye'ye geliyor.
Türkiye uzun yıllar sonra bir Alman Başbakanı'nı Ankara ve İstanbul'da ağırlayacak. Ve bu sosyal demokrat başbakan, her fırsatta "Türkiye'nin AB üyeliği hedefini" desteklediklerini, AKP hükümetinin reform girişimlerini takdir ettiklerini açıklıyor.
Yabancı düşmanlığını kışkırtma
Elbette hemen peşinden "Elbette gerekli koşullar yerine getirilirse" demeyi ihmal etmiyor ve o koşulların yerine getirilmesinin pek kolay olmadığı da biliniyor.
Kimileri sosyal demokratların ve Schröder'in de aslında Türkiye'nin AB'ye üyeliğine karşı olduklarını, ancak bunu açıkça dile getirmediklerini savunuyor. Bu doğru olabilir. Ancak, onlar "Türkiye'nin AB'ye üye olması mümkündür. Koşulları vardır" diyor, bu tavrıyla popülizm yapmıyor, popülizme direniyor.
CDU'lular ise "Türkiye AB'ye üye olamaz. Avrupalı değildir" diyor, bunu seçimlerde eğitim düzeyi nispeten düşük kesimlere tartıştırıp, ülkedeki yabancı düşmanlığını kışkırtmış oluyorlar.
Üstelik, 60'lı yıllardan bu yana Türkiye'ye AB perspektifi veren tüm anlaşmalara taraf olan Alman hükümetlerinin, ağırlıkla kendi partilerinden oluştuğunu bile bile yapıyorlar bunu. (GK/NM)