ABD’nin Karayip Denizi’ndeki askeri varlığı artarak devam ediyor. ABD Başkanı Donald Trump, ‘narko-terörist’ olarak nitelediği Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’ya yönelik askeri müdahale tehditlerini sürdürüyor. Öte yandan ABD ordusu ‘uyuşturucu kaçakçısı’ olduğunu ileri sürdüğü teknelere yönelik bombalı saldırı videoları paylaşmaya devam ediyor.
Bombardıman uçaklarının Venezuela sınırında gezdiği, uçak gemilerinin ve nükleer denizaltıların Karayipler’e demir attığı bir ortam bize savaşın yakın bir ihtimal olduğunu söylüyor. Peki, Latin Amerika’nın zengin petrol rezervlerine sahip ülkesi Venezuela’da mesele gerçekten ‘uyuşturucu kaçakçılığı’ mı? 15 bin Amerikan askeri Venezuela sınırına konuşlandırılmışken ülke halkı neler düşünüyor? Savaş gerçekten olası bir ihtimal mi? Washington saldırı için neden bugünü bekledi?
Tüm bu soruları Venezuelalı sosyolog Ana Maldonado ile konuştuk. Maldonado, Venezuela’nın önemli sosyal örgütlerinden Frente Francisco de Miranda’nın Uluslararası İlişkiler Sorumlusu olarak görev yapıyor. Aynı zamanda, Latin Amerika’daki bir dizi sol hareketi bir araya getiren ALBA İttifakı’nın (Latin Amerika için Bolivarcı İttifak) Venezuela bölümünün de bir üyesi. Ana Maldonado, Venezuela sınırında yaşanan gerilim ve ABD saldırganlığının nedenleri üzerine konuştuk.

Venezuela Komünist Partisi'nden Andrade: Anti-kapitalizm olmadan anti-emperyalizm olmaz
“Son 36 yılın en büyük askeri yığınağı”
Venezuela’daki son durumla başlayabiliriz. Artan askeri müdahale tehditlerinin ardından ABD ordusu denizden Venezuela’yı kuşatma altına aldı ve Devlet Başkanı Maduro’yu ‘terörist’ ilan etti. Mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu tehdit sokakta nasıl bir yanıt buluyor?
Bir tarafıyla mevcut durum, anayasal sürecin başlangıcından bu yana çeyrek asırdır devam eden ve 2015’ten sonra yoğunlaşan saldırganlığın devam ettiğini yansıtıyor. O dönemde, eski ABD Başkanı Barack Obama tarafından 8 Mart 2015’te yayınlanan 13692 sayılı Başkanlık Kararnamesi ile “Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal güvenliğine yönelik ‘olağandışı’ ve ‘alışılmadık’ bir tehdit” ilan edilmiştik. O zamandan beri kararname her yıl yenilendi: Önce Obama (2016), sonra Trump (2017-2020) ve ardından Biden (2021-2025) tarafından.
Bu bağlamda, yaptırımlar (tek taraflı cebri önlemler), geniş kapsamlı bir geri püskürtme savaşının parçası olarak bizi ekonomik olarak boğacak ve diplomatik olarak tecrit edecek şekilde tasarlanıyor. 2015’ten bu yana her yıl türlü savaş biçimlerini test ettiler: Konvansiyonel savaş yöntemleri, gayrinizami taktikler ve oluşumlar, ayrım gözetmeden şiddet ve suç dalgası yayan tehditkâr terör eylemleri... Ayrıca casuslar, paramiliterler ve paralı askerler sahaya sürerek gizli müdahale yöntemlerini de kullandılar.
Şu an içinde bulunduğumuz anın yeni ve ayırt edici yanı, bugüne kadar yaşanan her şeye ek olarak, USS Gerald R. Ford uçak gemisi komutasındaki bir ABD donanma filosunun Karayipler’de bulunmasıdır. Üstelik bu filoya kruvazörler, destroyerler, bize doğrultulmuş 1200 füze, amfibi ve ikmal gemileri, nükleer kapasiteli bir denizaltı ve önemli bir hava yığınağı eşlik ediyor. [Güdümlü füze destroyeri] USS Gravely’nin 26 Ekim’de bölgeye ulaşmasının ardından, uçak gemisi USS Gerald R. Ford, 16 Kasım 2025’te Trinidad ve Tobago açıklarına konuşlandı. Bu konuşlanma, 1989’daki Panama işgalinden bu yana ABD’nin bölgede gösterdiği en büyük varlık anlamına geliyor.
Bir diğer yeni ve önemli husus ise Başkan Maduro’nun artık bir ‘diktatör’ olarak etiketlenmemesi; bugünkü karalamalardaki vurgu onu bir ‘narko-terörist’ olarak tanımlıyor. Zaten ABD’nin hükümetlere müdahale için kullandığı kurumlar tarafından yaratılmış ve gerçekte var olmayan bir kartelin başındaki ismin Maduro olduğu dile getiriliyor[1].
Ana tartışma öncelikle barış içerisinde yaşamaya devam edebilme etrafında şekilleniyor: Bu hem tehdide karşı eğitim, örgütlenme ve siyasi seferberlik yoluyla aktif olarak hazırlanan bizler, hem de yaptırımların sert etkilerinin ardından onurlu bir günlük yaşamı sürdürmenin ancak yakın zamanda zor kazanılmış bir zafer haline geldiği kişiler için geçerli. Yani çocukları okula götürmek, finansal işlemler yapabilmek, yiyecek, mal ve hizmet üretebilmek, kitap fuarına katılmak, tiyatroya gitmek... Her zamanki gibi bir hayat yaşamak.

Trump’ın 'güney' cephesi: ABD donanması Venezuela kıyılarında
“İşgal, devlet politikası haline gelirse...”
ABD ordusunun Karayip Denizi’ndeki gemilere yönelik ölümcül saldırılarının sayısı 20’yi aştı. ABD’nin bu yaptığı uluslararası hukuka aykırı. Ancak eylemlerine veya bölgeye nükleer denizaltıları konuşlandırılmasına uluslararası bir tepki yok gibi görünüyor. Bu tür eylemlerin kınanışında bir çifte standart olduğunu düşünüyor musunuz?
Sadece ABD’nin Karayipler’de yaptığı askeri yığınak gerçeği bile Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesi’nin (Madde 2/4), Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin ve Uluslararası Deniz Hukuku’nun ihlalidir. Venezuela devleti -dünyanın dört bir yanından gelen çeşitli sesin yanı sıra- ABD’nin Karayipler’deki askeri konuşlanmasını ve Venezuela açıklarında gemilere yönelik ölümcül operasyonları kınayarak söz konusu eylemlerin Venezuela’nın egemenliğini ve BM Sözleşmesi’ni ihlal ettiğini defalarca dile getirmiştir.
Yaklaşık 80 kişinin (Kolombiya ve Trinidad uyruklu) hayatını kaybettiği ölümcül operasyonlar, yargısız infazlardır. Üç BM uzmanı George Katrougalos, Ben Saul ve Morris Tidball-Binz tarafından hazırlanan bir rapor[2], Venezuela devletinin kınadığı gerçeği doğruluyor: Uluslararası sularda yasal bir dayanak olmaksızın ölümcül güç kullanımı, uluslararası deniz hukukunu ihlal ediyor ve yargısız infaz anlamına geliyor. Uluslararası hukuk, hükümetlerin ‘uyuşturucu kaçakçısı şüphelilerinin’ öldürmesini ve katletmesini yasaklıyorsa ve gerçekten de suç teşkil eden bir faaliyet varsa, bu faaliyet yasalara göre soruşturulmalı ve kovuşturulmalıdır. Bu rapor, hukuki ve diplomatik mekanizmaların desteği açısından oldukça faydalıdır.
1967’de imzalanan Tlatelolco Antlaşması ile nükleer silahsız bölge ilan edilen Karayipler’e nükleer denizaltı konuşlandırılmasına da uluslararası bir tepki gelmedi. Eğer amaç uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele olsaydı da aynı şey geçerli; hiçbir devletin bir başka ülke karasularında o ülkenin rızası olmadan asker ve polisle operasyon yürütemez.
Eksik kalan bir diğer yeni husus ise bizi itibarsızlaştırmak ve bu eylemleri meşrulaştırmak için dayatılan damgalama anlatısının sorgulanması. Mağdurlar, ‘ayrıcalıksız savaşçılar’ olarak etiketleniyor. Bu, diğerinin insanlığını yok ederek ortadan kaldırılmasını meşrulaştıran bir güç mekanizmasından başka bir şey sayılamayacak hukuki bir teknik ayrıntı.[3]
Kendimize tekrar sorabiliriz: İşgal ve yargısız infazlar devlet politikası haline gelirse nasıl bir ikiyüzlülük söz konusu olur?

ABD’nin Venezuela kuşatması büyüyor: Savaşla tehdit ayrıcalığı
“Ülkeyi şirketlere devretmeyi öneriyorlar”
Bu koşullar altında Venezuela’nın kendini korumak için önünde ne gibi seçenekleri var?
Seçenekler tek bir maddeye indirgenmiş durumda: Maksimum baskıya karşı hazırlığımızı en yüksek seviyede derinleştirerek sürdürmek. Barış bayrağını yükseltmeye ve 1999’dan beri sürdürdüğümüz katılımcı, öncü ve halkçı demokrasi modelini inşa etmeye devam etmeliyiz. Egemenliğimizi ve birliğimizi güçlendirmeye devam etmek tek seçeneğimiz, çünkü bu tehdit nihayetinde bizi sindirmeyi ve gerçekleşmeyecek bir iç kopuş yaratmayı amaçlıyor. Gücümüzde bir bölünmeye yol açmak istiyorlar. Çünkü iç siyasette hoşgörülü ve barışçıl bir arada yaşama demokratik sürecine katılmayı reddedenleri ve aşırı sağı yendik.
Mülksüzleştirme, imha ve tahakkümle karşı karşıya olduğumuzda önümüzde başka bir seçenek yok. Bağımsız, onurlu ve egemen bir şekilde yaşamanın başka bir alternatifi yok.

Venezuela hükümeti de dahil olmak üzere pek çok kişi, yaşanan olayların uyuşturucu kaçakçılığından ziyade ülkenin sahip olduğu petrol gibi kaynaklarla ilgili olduğunu dile getirdi. Bir Trump müttefiki olan Machado[4], Venezuela’nın tüm petrolünü özelleştireceğini ve ülke pazarını dışarıya açacağını belirtti. Bu yorumları göz önünde bulundurarak, ABD’nin tam olarak ne amaçladığını düşünüyorsunuz?
Son olayların uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgisi olmadığını savunan birçok kişi var. Bunlar arasında Venezuela’nın uyuşturucu ekimi ve işlenmesinden uzak bir bölge olduğunu dile getiren raporlar da yer alıyor. Kolombiya’da üretilen uyuşturucunun yüzde 87’si, başta Ekvador limanları olmak üzere Kolombiya Pasifik Okyanusu üzerinden, yüzde 8’i Kolombiya’nın kuzeyindeki Guajira bölgesinden dışarıya gönderilirken, yalnızca yüzde 5’i Venezuela’dan nakledilmeye çalışılıyor ve burada ele geçirilip yakılıyor. Bu raporlar, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC), Dünya Gümrük Örgütü ve diğer kuruluşlardan geliyor.
María Corina Machado 2004 yılından bu yana, hükümeti devirmeye ve Kurucu Meclis’in öncülük ettiği değişim sürecini baltalamaya çalışıyor. Machado, 2004’teki geri çağırma referandumu aracılığıyla, kendini yeniden göreve getirmek için gerekli imzaları toplamaya çalıştı ancak başarısız oldu. Ardından 2014’te, Leopoldo López ve sağcı Voluntad Popular (Halk İradesi) partisiyle birlikte, 12 Şubat’tan itibaren, La Salida (Çıkış) adlı bir başlattılar: Ülke genelindeki 18 belediyenin ana cadde ve bulvarlarını kapattılar, kamu tesislerini tahrip ettiler, arabaları ve ağaçları yaktılar ve böylece sokaklara nefret tohumları ektiler. Bu saldırı 48 kişinin ölümüne ve yüzlerce kişinin yaralanmasına yol açtı. Daha sonra 2024’te, seçim sonuçlarını yok hükmünde saymaya çalışan faşist bir saldırı olarak değerlendirilebilecek Hasta el Final’i (Sonuna Kadar) örgütledi: Bu saldırı, tabandan gelen Chavista[5] önderlere karşı şiddet ve ölümlere yol açan seferberlik çağrılarıyla desteklendi.
ABD’nin Venezuela ile ilgili niyeti basit: Stratejik açıdan değerli bir coğrafi konuma sahip, dünyanın en büyük petrol rezervlerine ve önemli miktarda su kaynağına ev sahipliği yapan bu ülkenin kaynaklarına el koyulmalıdır. Machado bugün, Trump’ın 2020’de söylediği şu sözleri ABD hükümetine taahhüt ediyor: “Zaten Venezuela petrolü elimizdeydi. Şimdi onlardan satın almalıyız.”
Machado -daha önce defalarca dile getirdiği gibi- sadece kaynakları değil ülkeyi de ulusötesi şirketlere devretmeyi teklif ediyor. Geçtiğimiz günlerde “Venezuela artık seksi bir ülke” dedi:[6] Yapay zekâ, veri merkezleri ve diğer sektörlerin taleplerini karşılayacak elektrik üretme kapasitesine sahip olduğunu vurgulayarak, yabancı sermayenin ülkeye nüfuz edebileceğini belirtti.
Belki tüm bunları oligarşik geçmişinin bir kalıntısı olarak okumak ve aile şirketinin Dördüncü Cumhuriyet[7] döneminde elektrik sağlamak için sahip olduğu imtiyazları yeniden elde etmek isteyişi gibi görmek gerekebilir.

Trump’ın petrol garantili ‘özgürlük savaşçısına’ Nobel Barış Ödülü
“Halk barış istemese durum sürdürülebilir olmazdı”
Venezuela’da olup bitenler hakkında kamuoyu ne düşünüyor? ABD saldırganlığı nasıl yorumlanıyor? İnsanlar endişeli mi? Kimileri bu durumdan Venezuela hükümetini sorumlu tutuyor mu?
ABD’nin saldırganlığı durup dururken yaşanmıyor, göçün araçsallaştırılması ve Amerikan Rüyası’nı büyük ölçüde yok eden yaygın [beyaz] üstünlükçülük bağlamında gerçekleşiyor. Bu durum yaklaşan savaşın tırmanışını daha da inandırıcı kılıyor. Diğer bir konu ise Gazze’deki soykırım. Bu, tüm insanlığın kendini görmesi gereken bir ayna. Çünkü Gazze’de yaşananlar, bir halkı, bir kültürü tamamen yok etmeye çalışmanın bir provasını sunuyor. Bu da dünyaya istediklerini yok edebileceklerini gösteriyor.
Venezuela’da beyzbol sezonu devam ediyor ve Noel başladı. Bu zaman dilimi bizim için kültürel olarak tek bir tarihle sınırlı değil, yıl sonuna kadar süren bir kutlama dönemi. Para birimine yönelik saldırı, nüfusun büyük bir kısmının aile tüketimini sağlamaya odaklanmasını sağlarken, ulusal ve komünal devlet tedarik ve üretimden sorumlu. Başkan Nicolás Maduro’ya verilen destek ve askeri bir işgale karşı koyma isteği konusunda sizinle birkaç kamuoyu yoklaması paylaşabilirim.[8]
ABD saldırganlığı konusunda, biz Chavistalar, Bolivarcılar ve anti-emperyalistler olarak büyük bir seferberlik içindeyiz. Askeri tehdit karşısında, ülke genelinde sekiz milyon gönüllü Bolivarcı, Ulusal Milisler’e katılmak üzere Bolivar meydanlarına[9] gelerek kaydoldu. Dördüncü Cumhuriyet’te zorunlu olan ve şimdi gönüllü olan iki süreç vardır: Oy kullanma ve askerlik hizmeti.
Burada sözünü ettiğim, 11 Nisan 2002’de Komutan Chávez’e karşı Carmona Estanga liderliğinde İşçi Konfederasyonu’nun yozlaşmış liderliği ve Fedecámaras’ı (Venezuela Ticaret Odaları Federasyonu) çevreleyen burjuvaziyle birlikte örgütlenen darbe girişiminin hemen ardından kurulan Bolivarcı Ulusal Milisler. Bolivarcı Ulusal Milisler, 11, 12 ve 13 Nisan günlerinin sıcağında ortaya çıkan, bir komployu bozguna uğratarak sivil-askeri ittifak kuran bir harekettir. Bugün milisler, Bolivarcı Ulusal Silahlı Kuvvetleri’nin bir bileşenidir.
Çoğunluğun tercihi barış olmasaydı, mevcut baskı seviyesi ve yaptırımlar hâlâ yürürlükteyken, bu durum sürdürülemeyecekti. Venezuela’daki atmosfer tetikte, gergin bir sükûnet ve azami hazırlık seviyesindedir.

Maduro: Güney Amerika’da yeni bir Gazze mi istiyorsunuz?
Savaş ne kadar yakında?
Geniş bir savaşın şu anda gerçekçi bir olasılık olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer öyle düşünüyorsanız böylesi bir savaşta Venezuela’nın nasıl bir yanıt vermesi beklenebilir?
ABD’nin Batı Yarımküre’deki askeri mimarisi iyi biliniyor. Torrijos-Carter Antlaşması uyarınca Panama’daki üslerin devredilmesinden sonra, Güney Komutanlığı, sekiz üssüyle Porto Riko, Florida, Honduras, El Salvador ve And Dağları-Amazonlar merkez üssü olan Kolombiya’da yeniden konumlandı. Başka bir deyişle, bu üsler birbirlerine yakın konumdalar ve son derece gerçek bir askeri tehdit oluşturmalarının yanı sıra, bir baskı taktiği olarak psikolojik bileşen de içeriyorlar. Bu, hava trafiğiyle ilgili yakın tarihli ve yakın zamanda gelen uyarıyı ve kendi havayollarına ve üçüncü ülkelere ait uçuşlara getirilen kısıtlamaları da içeriyor.
Yorumcular, düşünce kuruluşları, politikacılar ve diğerleri tarafından ortaya konulduğu üzere ABD açısından ideal senaryo, Devlet Başkanı’nın görevden alınıp tam bir rejim değişikliğine yol açacak kadar yoğun bir iç tepkiyi tetikleyecek güçte baskı ve psikolojik gerilim ortamı yaratmaktır. Bu açıdan bakıldığında, karasularımız açıklarındaki askeri hava ve deniz varlığı tamamlayıcı bir işleve sahip. Bir kriz durumunda, belirtilen hedeflerine ulaşmak için ekonomik terörizme odaklanırlarsa, bir ayaklanma veya gayriresmî bir deniz kuşatması halinde hava, destek platformu haline gelebilir. Çünkü bu noktada konu artık uyuşturucuyla ilgili değil.

Venezuela geriliminin arka planı: Uyuşturucu mu, hegemonya mı?
Bu başarısız olursa -ki bu muhtemel görünüyor- durumu doğrudan eylem yoluyla tamamen kinetik olarak tırmandırmak için gerekli teknik ve askeri kabiliyetlere sahipler. Mevcut yapılanmaya bakıldığında; çeşitli entegre muharip grupların, özel kuvvetlerin, sinyal bastırma ve kesme (elektronik harp) unsurlarının, hedef takip sistemlerinin ve hedef veri bankası oluşturmak için yapay zekâ kullanımının, esas olarak uzun mesafeli hava saldırılarına yönelik bir hazırlık içinde olduğu görülüyor.
Bu senaryoda, haziran ayında İran’da veya bir yıl önce Güney Lübnan’da yaşananlara benzer bir durum olası bir seçenek haline geliyor. Benzer şekilde, askeri ve politik hedeflere yönelik bir dizi hava saldırısı da, toplum ve hükümet düzeyinde başka bir psikolojik tepkiler grubunu tetiklemenin bir yolu olarak kurgulanmış gibi görünüyor. Başkan Maduro ve üst düzey hükümet yetkililerinin yakalanmasına yönelik ‘ödül’ teklifi, askeri kesim içinde firar veya ihanetleri teşvik edici bir kışkırtma aracı işlevi görmeyi amaçlıyor. Tabii ki bu yorum, saldırgan tarafın bakış açısından ve senaryoların planlanıyor gibi göründüğü mekanik/indirgemeci mantık çerçevesinde yapılıyor.
Ancak, hava-deniz unsurlarının birikimi, aynı zamanda, ‘On İki Gün Savaşı’nın[10] sonunda olduğu gibi, az çok sembolik nitelikte bir çıkış yolu da akla getirebilir: Mevcut konjonktürü kapattığını ilan eden bir dizi sembolik saldırı. Fakat bu Trump tarzı senaryonun karşısında, her halükarda maksimalist hedef olan bölgedeki güç düzenini derinleştirmeyi kolaylaştıracak topyekün bir devirme eylemine odaklanan Marco Rubio ve neomuhafazakar iktidar çevreleri bulunuyor.
Kapsamlı bir işgal veya geniş çaplı bir askeri müdahale, yeterli asker sayısı olmaması nedeniyle devre dışı kalıyor gibi görünüyor. Bu büyüklükte bir harekatın gerçekleştirilebilmesi, Vietnam tarzı bir senaryoya benzeyecek bir durum da dahil olmak üzere kolayca bir bataklığa dönüşebileceğinden 100 binden fazla personel gerektirirdi. Bu nedenle bu seçenek zor görünüyor. Yine de, özel kuvvetlerin sızması ve askerî özel şirketlerle birleşik sefer grupları, durumu bu yönde tanımlamak amacıyla yukarıda ilk söyleneni pekiştirebilecek başka bir unsur olabilir.
Şu anda bile, Trump-Maduro görüşmesi haberini beklerken, hükümet içindeki bir grubun Rubio ve ekibinin üzerine çıkıp, alım-satıma dayalı bir pazarlık yolunu açması ihtimali hâlâ tamamen göz ardı edilemez.
Bu anlamda durum son derece akışkan ve belirsizliğini koruyor. Ancak bu noktada kesin olarak söylenebilecek şey, olası bir sonraki aşamaya yine bizzat ortamın kendisinin yol açması için, iç baskının her türlü yolla sürekli olarak artırıldığıdır. Şimdiye kadar bu yönde bir psikolojik atmosfer yaratmayı başaramadıkları için, hem doğrudan hem dolaylı, hem resmi hem gizli yollarla baskının artırılmaya devam edilmesi beklenebilir.

Maduro ve Trump telefon ile görüştü iddiası
Neden şimdi?
Bahsettiğiniz gibi ABD baskısı Venezuela için yeni değil. Ancak bu seviyelere ulaşan düşmanlık neden şimdi yaşanıyor? Bunu uluslararası iklime mi yoksa ABD veya Venezuela’daki iç meselelere mi bağlarsınız?
ABD’nin ‘MAGA’, yani ‘Amerika’yı Yeniden Harika Yap’ sloganını öne çıkardığı bu dönem, büyük ölçüde örtük bir gerileme beyanına ve petrol tedarikindeki dışa bağımlılığın somut gerçeğine bir yanıt niteliğindedir. ABD günde 20 milyon varil petrol tüketiyor, ancak bunun yalnızca 12 milyon varilini kendisi üretiyor. Geri kalan sekiz milyon varili, başta İran’ın etkisi altındaki Basra Körfezi’nden üretim yapan Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar olmak üzere uluslararası piyasalardan temin etmek zorunda. Bu da onun gözünü Venezuela’ya çevirmesine yol açıyor; ülkeyi güç kullanarak ele geçirip katılımcı, öncü ve halkçı demokrasinin olağanüstü ve benzersiz örneğini siyasi düzlemde disipline edip ortadan kaldırma arzusu taşıyor.
Ayrıca biliyoruz ki, ABD’nin iç politik gündeminden ve -öte yandan- savaşın ta kendisinin yüksek kârlılığından dikkatleri başka yöne çekmesi gerekiyor. Bu, Roosevelt’in ‘büyük sopa’ politikasının yeni bir uzantısı[11]; 21. yüzyılda bu agresif siyaseti yeniden devreye sokma, ABD’yi yeniden canlandırıp 21. yüzyıla yine ‘büyük sopa’yla yerleştirme hamlesidir. Amaç, küresel hegemonyasını sürdürme yeteneğini yitirdikçe, en azından bölgesel hegemonyasını korumak için, yalnızca Venezuela’yı değil, Latin Amerika ve Karayipler’deki egemen cumhuriyetleri de ABD’nin tasarrufu altına almaktır. Sanki yeni bir Yalta Anlaşması ya da nüfuz bölgelerinin yeniden paylaşımı gibi. Bu mesele yalnızca Venezuela ile ABD arasında değil; Venezuela’nın Bolivar’ın yürütüp kazandığı mücadele gibi yeni dünyaların şekillenmesinde belirleyici bir rol oynadığı, filizlenmekte olan yeni dünyanın küresel coğrafya ve güç dengelerine ilişkin bir meseledir.
Dipnotlar:
[1] https://youtu.be/4ddXoRxMAuY?si=plD6nS_ppaC9Sizv
[2] https://noticiaslatam.lat/20251024/relatores-de-la-onu-advierten-sobre-acciones-de-eeuu-contra-venezuela-el-informe-puede-fortalecer-1167844362.html
[3] https://misionverdad.com/globalistan/la-fabricacion-juridica-de-la-muerte-en-la-guerra-caribena-de-washington
[4] Bu yıl Nobel Barış Ödülü, Venezuelalı aşırı-sağcı siyasetçi María Corina Machado, ülkesine yapılacak ABD operasyonunu destekliyor ve ABD’ye ‘petrol kaynaklarını özelleştirme’ sözü veriyor: Ayrıntıları konuşmuştuk: https://bianet.org/yazi/trumpin-petrol-garantili-ozgurluk-savascisina-nobel-baris-odulu-312622
[5] Chavista kelimesi, Venezuela’nın eski Devlet Başkanı Hugo Chavez’in siyasi düşüncesini benimseyenler anlamında İspanyolcada yaygın bir şekilde kullanıyor.
[6] https://venezuela-news.com/maria-corina-machado-compara-a-venezuela-como-una-sexy-mujer-y-afirma-estar-dispuesta-a-entregar-sus-recursos-a-potencias-extranjeras/
[7] 1958-1988 arası dönem.
[8] https://hinterlaces.net/category/monitor-pais/
[9] Venezuela’da genellikle kentlerin ana meydanları, ‘Kurtarıcı’ denilen bağımsızlıkçı kahramanları Simon Bolivar’ın ismiyle anılır.
[10] ABD destekli İsrail’in bu yıl İran’a başlattığı saldırılar sonrasında başlayan savaş.
[11] ‘Büyük sopa’ (big stick), Başkan Theodore Roosevelt’in meşhur dış politika doktrinidir. Özetle: ‘Yumuşak konuş, ama yanında büyük bir sopa taşı’ ilkesine dayanır. Bu, diplomatik görüşmeleri (yumuşak konuş) arka planda her zaman güçlü bir askeri tehdit (büyük sopa) ile destekleme politikasıdır. Amacı, caydırıcılık yoluyla ABD’nin çıkarlarını dayatmaktır.
(KA/VC)










