İki parti sisteminin hakim olduğu Amerika Birleşik Devletleri (ABD) siyaset sahnesi Cumhuriyetçi (CP) ve Demokrat (DP) partilere bile dar gelirken adı medyada pek anılmayan diğer sekiz parti tam bir “siyasal azınlık” durumunda varlık mücadelelerini inatla sürdürüyorlar.
Siyasal azınlık partileri bu yıl 2 milyar doları aşan seçim bağışlarından neredeyse hiç pay alamıyor. Bağışların tamamı CP ve DP örgütlerine ve adaylarına yağıyor.
Solda Yeşiller Partisi, Sosyalist Parti-ABD, Sosyalizm ve Özgürlük Partisi, Sosyalist İşçi Partisi, sağda ise Özgürlükçü Parti, Anayasa Partisi, Amerika’nın Bağımsız Partisi, Boston Çay Partisi etkin bir ulusal seçim kampanyası için gerekli mali kaynaktan yoksun kalmalarına karşın adaylarını belirleyip kampanyalarını başlattılar.
İki partili sistemde bu partilerin ulusal sırlamada ikinci parti olmadıkları sürece devletin fonlarına ya da ulusal basının açık oturumlarına ve manşetlerine çıkmaları olası görünmüyor. Peki nereden çıktı bu “iki parti sistemi”?
İki parti sisteminin tarihi
ABD’de iki parti sistemi, ülkenin kurucularından Thomas Jefferson ile Alexander Hamilton’a dayanıyor. 1776’da Bağımsızlık Bildirgesı’nı yazan Jefferson emperyalist güçlere karşı verdiği mücadelenin etkisiyle yönetimin tiranlığa dönüşmesi ve despotların eline geçmesinden korkuyordu. Bu nedenle anayasanın düz mantıkla uygulanması ve devlet gücünün sınırılı kalmasından, yetkinin yerel yönetimde yoğunlaşmasından yanaydı.
ABD’nin ilk Maliye Bakanı Hamilton ise yasa ve düzen yanlısı bir anlayışla ve derin anarşi korkusuyla, yeni anayasada federal devletin yürütme gücünü çok geniş yorumluyordu. İki parti sisteminin temelleri bu iki güçlü ve zıt görüş etrafında toplanan Demokratik Cumhuriyetçiler ve Federalistler tarafından atılmış oldu.
Temel fark, anayasanın yorumunda, federal devlete verilen yetkiler ve gücün tanımından kaynaklanıyordu. Jefferson 1792’de “özgürlükçü, küçük ve sınırlı devlet” anlayısıyla Demokrat Parti’yi kurdu. Uzun süre partisiz muhalefet eden Federalistler 1854’te Cumhuriyetçi Parti’yi kurdu. Cumhuriyetçiler “bedava toprak, emek ve düşünce özgürlüğü”nde ısrar ediyordu.
Bugün her iki parti adeta kuruluş prensiplerinin zıt yönündeki görüşlere kaymış durumda. Demokrat Parti şimdilerde hemen her konunun yasal güvence ve devlet kontrolünde olmasını, yanı etkin, güçlü ve biraz da sosyal devleti savunuyor. Cumhuriyetçi Parti ise devletin yetki ve hizmette küçülmesini, hemen herşeyin girişimci serbest piayasanın ve özel sermayenin eline bırakılmasından yana.
Üçüncü partilerin şansı yok ama…
Ancak geçmişi Fransız Devrimi ve Marksizm öncesine dayansa da, Amerikan İki Parti Sistemi’nin, üçüncü grubu oluşturan siyasal azınlıklara eşit koşullarda mücadele hakkı tanımadığı yadsınamaz bir gerçek. Bu gerçek Doğu ve Batı Avrupa ile Güney Amerika’daki politik gelişmelerin ve yeni doktrinlerin ABD’de yayılma şansı olmamasının da temel nedeni. Bundan öte, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde büyük tehdit olarak görülen “komünizm”, devletin sistematik ve antidemokratik baskı kampanyalarıyla Amerikan politikasından uzak tutulabilmişti. Dönemin Amerikan Komünist ve Sosyalist Partileri dışlanarak marjinalleştirilmişti. ABD Komünist Partisi’nın yıldızı da bu süreçte söndürülmüştü.
Herşeyin sermayeye dayandığı dünyanın mali ve teknolojik anlamda en gelişmiş kapitalist ülkesinde kapitalizm karşıtı partilere eşit mücadele olanağı verilmesini beklemek iyimserlik ötesi saflık olabilir. Her fırsatta statükoyu eleştirmelerine karşın Amerika’daki sol partiler hiç böyle bir beklentiye düşmediler. Ancak kapitalizmin insana ve emeğe karşı acımasız vurdum duymazlığına ve bu sistemin temelindeki “çarpıklığa” sesi duyulmayan adaylarıyla ve yoksul kampanyalarıyla tepki vermekten yılmıyorlardı. Sulandırılmış sendika sistemine, bazı antidemokratik uygulamalarına karşın Amerikalı sosyalistlerin halka gönderdiği güçlü bir mesajdı bu: “Herşeye karşın ayaktayız, seçimde biz de varız. Seçeneksiz değilsiniz. Sesinizi duyurmak için bize oy verin.”
Çoğunluğunu CP ve DP kademelerinden politik beklentilerine ulaşamayan küskünlerin oluşturduğu azınlık sağ partileri doktrinlerden yoksunlar. Kapitalist sistemin temelindeki “girişimcilik ruhu"nu da temsil eden bu kesimin paylaştığı mesaj genelde söyleydi: ”Sistemin sunduğu iki partiye mecbur değilsiniz. Onlar yanlış yolda. Yanlış gidişe dur deyin. Doğru alternatife, bize oy verin.”
Kimilerine göre şimdiye kadar oy hakkını kullanmayan halkın yüzde 45’i iki parti sisteminde sorunlarının çözüm şansı olmadığı için demokrasiye inancını yitiren düşük gelirli ve düşük eğitimli kesimdi. Kimilerine göre ise oy hakkını kullanmayanlar, TV aracılığıyla,eğlence, spor izleyiciliğine ve borca tüketim alışkanlıklarına saplanan bu kesim bilinçsiz ve hepten teslimiyetçiydi. Birçok ilke sahne olan bu seçim, katılım rekorunu beklendiği gibi büyük bir farkla kıracak mıydı? Oy hakkına sahip 213 milyon Amerikalı’dan kaçı 4 Kasım Salı günü sandık başına gidecekti?(CY/EÜ)