"Tarama sürecine başlamak zaten müzakerelere başlamak demektir" diyen Aktar, Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde asıl "tehlike" oluşturan noktanın "açık uçlu" müzakere yönündeki eğilim olduğu görüşünde.
12 ülkedeki muhafazakar iktidar partilerinin içinde olduğu Avrupa Halk Partisi grubunun sonuç bildirgesine "müzakerelerin ucu açıktır; müzakereler yarıda kesilebileceği gibi tam üyelik dışında ayrıcalıklı bir ortaklığa da götürebilir" ifadesini eklemek istediğini söyleyen Aktar, 17 Aralık'ta bu yönde bir eğilimin ağırlık kazanmasının Türkiye'nin AB beklentileri açısından olumsuz olduğunu söylüyor.
Toplantıda İlerleme Raporu'ndaki konular görüşüldü
Cengiz Aktar, öncelikle Türkiye'de basının dünkü toplantıda gündeme gelen konuları yeni bazı koşullarmış gibi algılandığını, ancak bunun doğru olmadığını vurguluyor:
"Dünkü toplantıda, 17 Aralık'ta alınacak karar öncesinde, 6 Ekim tarihli AB Komisyonu raporunda belirtilen ve Türkiye'den talep edilen işler tekrar gündeme geldi".
"Bunlar daha çok Dernekler Yasası ve Türk Ceza Kanunu ile ilgili olan yasalar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK), Cezaların ve Tedbirlerin İnfazı Hakkındaki Kanun gibi yasalarla alakalı. Bunların meclisten çıkıp yasalaşması ve hayata geçirilmesi talebi zaten İlerleme raporundaki talepler" diyen Aktar, Kıbrıs meselesine ilişkin AB görüşünü şöyle özetliyor:
"Kıbrıs meselesinde, Gümrük Birliği kapsamında, dolaylı olarak bir tanıma isteniyor. Çünkü Türkiye ve AB arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması, 1 Mayıs 2004 den itibaren Kıbrıs'ın AB üyesi olmasıyla, hem Kıbrıs'ın hem Türkiye'nin taraf olduğu bir anlaşma haline geldi.
Kıbrıs da Gümrük Birliği Anlaşmasını kendi iç hukukuna dahil etti. Aynı şekilde Türkiye de Gümrük Birliğini yeni üyelere uygulama taahhüdünü otomatik olarak kabul etmiş oldu. Türkiye de eskiden 15'lere taahhüt ettiğini şimdi yeni 25'lere taahhüt ediyor. Bu Kıbrıs'ı Gümrük Birliği tarafı olarak kabul etmek demek. Bunun yapılması isteniyor".
"17 Aralık'ta kadeh tokuşturulmayacak"
AB Komisyonu İlerleme Raporu'nda ilerleme kaydedilmesi istenen ve dünkü Türkiye - Troyka toplantısında da gündeme gelen alanlardan bazıları da istinaf mahkemeleri, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşüne ilişkin yasal düzenlemeler ve uygulamalar.
Toplantıdan sonra yapılan ortak basın toplantısında AB Dönem Başkanı Hollanda'nın Dışişleri Bakanı Bernard Bot'un 17 Aralık'tan önce bu alanlarda gelişme kaydedilmesinin hükümet ve devlet başkanlarının kararlarına olumlu yansıyacağını ifade etmesi, ayrıca "tarama süreci" sinyali vermesi konusunda Cengiz Aktar'ın görüşleri şöyle:
"17 Aralıkta hükümet ve devlet başkanları, AB İlerleme Raporunda kaydedilen 'Türkiye Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince yerine getirmiştir' saptamasına ilişkin karar verecekler. Bu karara göre başlayacak 'tarama süreci' müzakerelerin ilk ayağıdır ve tarama sürecine başlamak demek zaten müzakerelere başlamak demektir. Ama hükümetin istediği büyük bir törenle kadeh tokuşturmaksa bu anlamda bir şey olmayacak."
"Asıl sorun 'açık uçlu' müzakere"
"Tarama süreci" denilen ve AB müktesebatı ile Türkiye'deki mevzuatın karşılaştırılması anlamına gelen "idari" çalışmanın en az sekiz ay süreceğini söyleyen Aktar, Türkiye için asıl sorun teşkil edebilecek durumun "açık uçlu müzakere" konusu olduğu görüşünde:
* 25'ler ikiye bölünmüş durumda ve iki tavır var. Bir grup ülke 17 Aralık sonuç bildirgesinde Türkiye'nin genişleme paragrafı içinde ele alınması ve Türkiye ile ilgili cümlenin çok uzun olmamasını istiyorlar. Bunların istediği, sonuç bildirgesine, kabaca 'Türkiye Kopenhag siyasi kriterlerini yeterince yerine getirmiştir; müzakereler tarama süreci ile başlayacaktır' diyen bir cümle konması. Müzakerelerin de 2005 yılında başlamasını isteyen bu grup içinde İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya, Polonya, Lituanya, Letonya, Estonya, Finlandiya, İsveç, Macaristan.
* İkinci grup, adı geçen cümleye ilaveten müzakere sürecinin takvimi ve sonuçlarına ilişkin şerh koymak istiyorlar. Yani sonuç bildirgesine 'müzakerelerin ucu açıktır; müzakereler yarıda kesilebileceği gibi tam üyelik dışında ayrıcalıklı bir ortaklığa da götürebilir' gibi ifadeler sokuşturmak istiyorlar. Bu grubun başını Avusturya çekiyor. Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Malta ve Kıbrıs bu grupta. Fransa da el altından Avusturya'yı öne sürerek bu grup içinde.
Kasım başında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün de katıldığı Hristiyan Demokrat Partiler Enternasyonali, Avrupa Halk Partisi toplantısında 17 Aralık'ta Türkiye'ye ilişkin ortak pozisyon alma konusunun takibinin Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel'e verildiğine dikkat çeken Cengiz Aktar, "Schüssel zaten Türkiye'yi AB'de istemeyen biri. Bu bakımdan sürünün bekçiliğini bir kurda verdiler" diyor.
Avrupa Halk Partisi grubundaki muhafazakar partilerin 12'sinin şu anda kendi ülkelerinde iktidar partisi olduğunu kaydeden Aktar, "Açık uçlu müzakere tehlikeli ve Türkiye'nin AB beklentileri açısından menfi bir ifade" diyor ve ekliyor:
"Türkiye'nin üyeliğini belirsiz bir hale sokuyor. Çünkü bütün diğer adaylar müzakerelere başlar başlamaz ve özellikle 1999'dan sonra aşağı yukarı tam üyelik için bir tarih aldılar."
"Tam üyelik süreci başladıktan sonra artık karşılıklı bir güven ortamı oluşacak. Ben bu güven ortamının bu ucu açık ifadesindeki belirsizliğe bir çare olacağını düşünüyorum. Örneğin 2006'nın sonunda Türkiye'ye artık 'işler çok iyi gidiyor' denip, 2014 gibi bir tarih ve gün telaffuz edilebilir gibi geliyor bana. Bu dış dünyaya da bir mesaj olur". (YS/EÜ)