Sürdürülebilir Kalkınma ile ilgili tüm tarafları bir araya getirerek, görüş alışverişi ve deneyim paylaşımı için etkin bir platformu oluşturmayı hedefleyen panelde, tartışmalar üç ana oturumda gerçekleştirildi.
Çevre ve Orman Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ve REC yetkililerinin yer aldığı ilk oturumda, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili küresel düzeyde ve Avrupa Birliği (AB) kapsamında devam eden uluslararası süreçler ele alındı.
Panelde ekonomik, toplumsal ve çevresel politikaların sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde bütünleşik bir yaklaşımla ele alınmasının zorunluluk olarak kabul edilmesi öne çıkan görüştü.
"Halihazırdaki ekonomik etkinlikler 'sürdürülebilir' değil"
Panelde Türkiye'nin bu süreçleri takiben, özellikle AB katılımı çerçevesinde, ulusal düzeyde hayata geçirdiği politika oluşturma, strateji geliştirme ve uygulama çabaları değerlendirildi.
Öğleden sonra ise Türkiye'deki farklı paydaşların "sürdürülebilir kalkınma"ya yaklaşımlarının tartışıldığı iki ardışık oturum yapıldı.
Bu oturumlarda yerel yönetim, özel sektör, akademi ve sivil toplum temsilcileri Türkiye'deki "sürdürülebilir kalkınma" girişimlerini, bugüne kadar neler yapıldığı, nelerin eksik kaldığı ve çabaların nasıl daha etkinleştirilebileceği soruları çerçevesinde tartıştılar.
250 kişinin takip ettiği panel, davetli konuşmacıların yanı sıra dinleyicilerin de soru ve yorumlarla etkin katılımı sayesinde politika ve uygulama sorunlarının tartışıldığı bir ortam oluşturdu.
"Sürdürülebilir Kalkınma", temelleri 1987 yılında Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu'nun hazırladığı Ortak Geleceğimiz Raporu'nda atılan bir kavram.
"Bruntland Raporu" olarak da bilinen belge, ekonomik etkinliklerin hali hazırdaki hız ve nitelikte devamının insanın dünya üzerindeki varlığı açısından "sürdürülemez" olduğunu tespit ediyor.
Bu çerçevede "sürdürülebilir kalkınma" bir çıkış noktası olarak öneriliyor.
"Değişim için küresel gündem şart"
Rapor, mutlak olarak sınırlanması söz konusu olmasa bile, artık ekonomik gelişmenin yeni bir döneme girmesi gerekliliğine vurgu yapıyor: Gelecek insan kuşaklarının ihtiyaçlarının ve biyosferin insan etkinliklerini "hazmetme" kapasitesinin göz ardı edilmediği, doğal kaynaklar üzerindeki baskının ve yoksulluğun azaltılması için yeni bir teknolojik ve toplumsal yapılanmanın hayata geçirildiği bir dönem.
Rapor, tüm bu değişimlerin hayata geçirilmesi adına "değişim için küresel gündem"in oluşturulması çağrısı yapıyor.
Böylece, 1972'de Stockholm'de gerçekleştirilen "BM İnsan Çevresi Konferansı" ile başlayan çevre sorunlarına küresel yanıtlar geliştirme çabaları, Bruntland Raporu'nu takiben seyir değiştiriyor.
Önce 1992'de Rio de Janerio'da düzenlenen "BM Çevre ve Kalkınma Konferansı" ve on yıl sonra 2002'de Johannesburg'da gerçekleştirilen "BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı" insan, çevre ve kalkınmayı birlikte ele alınması gereken unsurlar olarak tanımlıyor.
Ancak tüm bu toplantılarda, oluşturulan küresel politikalara rağmen, uygulamanın yerinde saydığı tespiti yakıcı bir gerçek olarak ortaya çıkıyor.
Gelinen noktada bu eksikliği gidermek üzere sürdürülebilirliğin fiilen hayata geçmesini sağlayacak yeni uygulama araçlarının ortaya konması bir zorunluluk olarak gündemin merkezine oturuyor.
Türkiye'de sürdürülebilir kalkınmanın teoriden pratiğe geçişi yok
Örneğin AB "sürdürülebilir kalkınma" yaklaşımının üye ülkelerde uygulanmasını desteklemek amacıyla bağlayıcı bir strateji oluşturmuş durumda.
2001'de kabul edilen "AB Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi", politik, ekonomik, toplumsal ve çevresel dinamikler çerçevesinde 2005 yılında revize edildi.
Strateji, ekonomik refah, toplumsal eşitlik, çevre koruma ve uluslararası sorumluluğu "sürdürülebilir kalkınma"nın ilke ve hedefleri olarak tanımlıyor. Bu çerçevede, iklim değişikliği ve temiz enerji, halk sağlığı, toplumsal dışlanma, demografi ve göç, doğal kaynakların yönetimi, ulaşım, küresel yoksulluk ve kalkınma konularını uygulamanın ana başlıkları olarak ele alıyor ve üye ülkelere eylem için bir çerçeve çiziyor.
Uluslararası düzeyde yaşanan bu gelişmeler, Türkiye tarafından başından beri takip edilmekte; ancak bu süreçlerin ulusal ve yerel düzeydeki yansıması, sürdürülebilirliğin teoriden uygulamaya geçmesi oldukça sorunlu.
"Sürdürülebilir Kalkınma"nın Türkiye için kavramsallaştırılmasının ülkenin kendine özgü koşulları ve ulusal öncelikler çerçevesinde yapılması gerekliliği resmi yaklaşımın temelini oluşturuyor.
Ancak, panele katılan birçok paydaş grubu tarafından da dile getirilen ortak görüş, bu tanımlamanın yapılması ve uygulamaya aktarılması adına atılan somut adımların oldukça yavaş gerçekleştiği yönünde.
9. Ulusal Kalkınma Planı
Yatay bir politika bileşeni olarak "sürdürülebilir kalkınma"nın Türkiye'nin ulusal politika ve planlamalarına yeterince yansıtılmadığı düşünülüyor.
Bu tespiti yapan hem Türkiye'nin uluslararası düzeyde işbirliği içinde olduğu kurumlar, hem de ülke içindeki taraflar, örnek olarak çalışmaları yeni tamamlanan 9. Ulusal Kalkınma Planı'nı gösteriyorlar ve planın kalkınma çabaları ile çevresel ve toplumsal sürdürülebilirlik ilkelerini bütünleştirmekten uzak olduğu eleştirisini getiriyorlar.
Ayrıca, "Yerel Gündem 21"ler gibi başarılı örnekler olmakla birlikte, tarafların üzerinde uzlaştıkları ortak bir tanım ve buna bağlı geliştirilen uygulama stratejilerinin eksikliği yaygın bir pratiğin gerçekleştirilmesinde temel engel olarak değerlendiriliyor.
Bunun için, öncelikle bir "Ulusal Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi"nin oluşturulması temel bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor. Türkiye 2002 Johannesburg Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi'nde bu stratejiyi hazırlamayı taahhüt etmişti.
Stratejinin sanayi, enerji, ulaşım, tarım ve turizm gibi sektörel politikalara entegrasyonu ise uygulama zeminini oluşturmak ve izleme-değerlendirme sistemlerini geliştirmek için Türkiye'nin önündeki bir sonraki en önemli adım.
Öte yandan, AB katılımı çerçevesinde kamu idari yapısı ve sektörel politikaları yeniden yapılanan Türkiye, bu süreci toplumsal ve ekonomik alanlarda sürdürülebilirliğe yönelik önemli bir fırsat olarak kullanabilir.
Bu süreçte, güçlü toplumsal ve çevresel politikaların oluşturulması, uygulanması ve gelişmelerin sürekli ve sistematik olarak izlenmesi için Türkiye'nin yönetişim becerilerinin geliştirilmesi, özellikle sivil toplum örgütleri tarafından da belirtildiği gibi yaşamsal önem taşıyor.
Katılımcılar, panelin sonunda, ekonomik, toplumsal ve çevresel politikaların sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde bütünleşik bir yaklaşımla ele alınmasının öneminin tüm taraflarca bir yaşamsal öncelik olarak kabul edilmesinin ve bu politikaların hayata geçirilmesinde tüm tarafların üstlerine düşen görevi yapmalarının yakıcı sorumluluğunu hissederek ayrıldılar. (DG/EZÖ)
* Deniz Gümüşel, REC Türkiye Kapasite Geliştirme Programı Proje Yöneticisi