Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, 23 Nisan günü şirket veya kurumlardaki rüşvet ve yolsuzlukları açığa çıkaran, bilgileri sızdıran “whistleblower”ların koruma altına alınmasını önerdi.
AB Komisyonu'ndan yapılan yazılı açıklamada, Avrupa'da yaklaşık 100 milyon aracın nitrojen oksit gazları salınımının düşük beyan edilmesine ilişkin Dieselgate, Panama belgeleri ve Cambridge Analytica şirketinin milyonlarca Facebook kullanıcısının verilerini usulsüz kullandığının ortaya çıkmasının ardından kamu yararı için bilgi sızdıran “whistleblower”ların yasa dışı faaliyetlerin ortaya çıkartılmasında önemli rol oynayabileceğini ortaya koyduğu belirtildi.
Bu kapsamda bilgileri sızdıranlar için “yüksek düzeyli korumayı” öngören teklif, kurum veya şirketlerindeki yolsuzluklara ilişkin bilgi sızdıranlara yönelik güvenli kanallar oluşturulmasını sağlayacak. Teklifin yasalaşmasıyla bu kişilerin görevden alınmasının ya da bu kişiler aleyhinde yıldırıcı faaliyetlerde bulunulmasının da önüne geçilecek.
Özellikle kamu kuruluşlarından belge sızdırılarak ifşa edilen yanlışlara ilişkin örnekler Türkiye’de geniş olarak tartışılmıyor. Bu nedenle getirilen bu önerinin ne anlama geldiğini “Ağ Toplumunda Bilgi Sızıntılarının Gazeteciliğe Etkisi: RedHack Örneği” doktora tezinin sahibi Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Behlül Çalışkan’a sorduk.
Dr. Behlül Çalışkanİstanbul Erkek Lisesi mezunu. 2006'da Marmara Üniversitesi Almanca Enformatik Bölümü'nü bitirdi. Yüksek lisans derecesini çevrimiçi gazetelerdeki izleyici etkileşimleri üzeirne yaptığı araştırmayla Marmara üniversitesi'nden aldı. "Ağ Toplumunda Bilgi Sızıntılarının Gazeteciliğe Etkisi: RedHack Örneği" başlıklı teziyle 2016 yılında aynı üniversiteden doktora ünvanını kazandı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalıştığı sürede Türkiye'de medya, iletişim ve kültür üzerine çalışmalar yaptı. Yeni medya, sızıntı gazeteciliği, alternatif medya konularını çalışıyor. Ayrıca Bahçeşehir Üniversitesi Kreatif Endüstriler Merkezi Direktör Vekili. |
“Muhbir” değil, “Bilgi Uçurucu”
Öncelikle whistleblower'ı nasıl Türkçeleştiriyoruz? "Muhbir", "İfşaatçı" gibi örnekler gördüm. Ama bunlar anlamını tam karşılıyor mu?
“Whistleblower” kavramı sıklıkla “muhbir” olarak Türkçeleştirilse de eylemin pozitif bir anlam içermesinden ötürü gazetecilik alanında bu yanlış bir tercüme olarak değerlendirilir.
Aynı şekilde aslında “discloser” kavramının Türkçesi olan “ifşaatçı” da eylemi gerçekleştiren kişinin motivasyonu bağlamında, söz konusu olan salt bir “ifşaat” olmadığından yeterince açıklayıcı değildir.
Dolayısıyla kavramın gizli bir bilgiyi halk yararına ve kişisel olarak zarar görme pahasına açık eden kişi anlamında ve rahmetli Dr. Özgür Uçkan hocadan da referansla “bilgi uçurucu” olarak Türkçeleştirilmesi, yine “whistleblowing” eyleminin de “bilgi uçurma” olarak tercüme edilmesi uygun olacaktır.
“Öneri devlet ifşalarında koruma getirmiyor”
AB Komisyonu’nun değişiklik önerisinin önemi nedir?
Avrupa Birliği’nin bilgi uçurucuların korunmasına yönelik bir direktif yayınlanması önerisi, özellikle Panama ve Paradise belgelerinin açığa çıkardığı finansal akış ve vergi konulardaki kanunsuzlukların üzerine gidilmesi yönünde bir iradenin oluştuğunu göstermekte.
Ancak çoğu ülkedeki bilgi uçurucuların korunması kanunlarında olduğu gibi bu direktifin de sınırının muğlak bir “ulusal güvenlik” anlayışına dayandığı görülüyor. Öneride de belirtildiği üzere, ulusal güvenliğe ilişkin gizli belgelerin ifşası söz konusu olduğunda bilgi uçurucuları koruyan kalkan ortadan kalkıyor, bu da yakın zamanda tanıklık ettiğimiz Julian Assange, Chelsea Manning ve Edward Snowden vakalarında olduğu gibi ciddi mağduriyetlere yol açıyor. Cablegate sızıntılarını yayınlayan Assange, AB üyesi bir ülkede hakkında açılan soruşturmalar neticesinde casusluk suçlamasıyla yargılanacağı ABD’ye iade edilmemek için yine halen AB üyesi bir ülke olan Birleşik Krallık’ta yoğun tecrit altında yaşıyor. Cablegate belgelerini sızdıran Chelsea Manning casusluk suçlamasıyla ceza almış ve başkan affıyla serbest kalabilmişti. ABD Ulusal Güvenlik Ajansı NSA’in kanunsuzluklarını bildiren Edward Snowden yine ABD’de yargılanmamak için Rusya’dan dışarı çıkamıyor.
Dolayısıyla ABD, Birleşik Krallık gibi ülkelerde yürürlükte olan benzer kanunlarda olduğu gibi AB’de önerilen kanun da daha çok işletmelerdeki bilgi uçurma vakalarında bilgi uçuruculara kalkan oluyor, devlet makamların işlenen suçların ifşasında bilgi uçurucular için bir koruma getirmiyor.
Kilit kavram "şeffaflık"
Whistleblower'lar için neden böyle bir kanun gerekti?
Her şeyden önce bu tür kanunların amacı, işletmelerde vuku bulan kanunsuzlukların halka bildirilmesi için çalışanları cesaretlendiriyor. Bir nevi “daha iyi kapitalizm mümkün” yaklaşımı… Bu noktada kilit kavram ise “şeffaflık”.
Panama ve Paradise belgeleri günümüz kapitalizminin birikim hırsının nerelere vardığını ortaya koydu. AB gibi kapitalist çatı kurumları bunun neticesinde bir nevi itibarlarını kurtarmak adına işletmeleri daha fazla şeffaf olmaya zorlamak için bu tür kanunları üye ülkelere uygulatmak istiyor. Ancak söz konusu kapitalist devlet olduğunda, bu şeffaflık zaruriyeti ulusal güvenlik adı altında ortadan kaldırılmak isteniyor ve bilgi uçurucular ağır cezalarla karşılaşıyor.
Türk Ceza Kanunu'nun 278. maddesinde "suçu ihbar etmeme suçu" düzenleniyor. Bu Türkiye'de whistleblower’ları korumak için yeterli mi?
İşçi grevlerinin dahi kamu güvenliği bahanesiyle yasaklandığı bir dönemde, işletmelerde veya kamu kurumlarında gerçekleşen kanunsuzlukların ifşası ulusal güvenlik bağlamında değerlendirileceği için, bu veya benzeri maddelerin/kanunların Türkiye’deki bilgi uçurucuları korumayacağı kanısındayım.
"Bu yeni gazetecilik tatbiği Türkiye basınında ilgi görmüyor"
Whistleblower ifşaaları olarak Türkiye'de örnekler var mı? Bunlarda uygulama nasıl oldu?
Bilgi uçurma ve sızıntı vakaları son dönemde iki başlık altında Türkiye siyasetine damgasını vurdu: RedHack sızıntıları ve Gülen cemaatince ifşa edilen belge ve görüşmeler. Farklı saiklerce gerçekleşse her iki vakada da eylemi gerçekleştirenler casusluk suçlamasıyla karşı kaşıya kaldılar. RedHack sızıntılarında er Utku Kalı devlete ait gizli belgeyi ifşa etmekle, gazeteciler devlet sırlarını ve devlet görevlilerine ait bilgileri haberleştirmekle suçlandılar.
Burada sıra dışı husus, MİT TIR’ları vakasında yaşandı. 17-25 Aralık sürecinde ifşa edilen telefon görüşmelerinde olduğu gibi yine cemaat ve hükumet arasındaki münakaşanın neticesi olarak ifşa edilen bir kanunsuzluk, bilgi uçurma vakası olarak ele alındı. Örneğin Can Dündar Almanya’da Nükleer Silahlara Karşı Uluslararası Avukatlar Birliği-IALANA ve Alman Bilim İnsanları Birliği-VDW tarafından verilen “Bilgi Uçurucu” ödülünü aldı.
Buradaki sorun, her sızıntının bir bilgi uçurma vakası olmaması, eylemin sızıntıyı gerçekleştiren kişinin motivasyonu bağlamında ele alınması gerektiğidir. Bilgi uçurma, halk yararı adına kişisel zarar pahasına bir kanunsuzluğun açık edilmesi anlamına gelirken, 17-25 Aralık sürecinde ve MİT TIR’ları vakasında söz konusu olan, gizli bilginin başka bir kişiyi sıkıntıya düşürmek için ve kin güdüsüyle ifşa edilmesiydi.
Bilgi uçurucunun motivasyonu
Bilgi uçurucunun niyeti konusunu biraz açar mısınız? Bu iki vakada, ama özellikle MİT TIR'ları haberine karşı açılan davada da, görüntülerin benzer bir saikle sızdırıldığı suçlaması yöneltiliyordu. Niyet, sonuç için fark yaratır mı? Bir muhbir ile bilgi uçurucu arasındaki fark niyet mi sonuç mu?
“Sızıntı” (Leak) kavramı için akademik literatürde veya gazetecilik alanında yerleşik bir tanım bulunmamakla birlikte, David E. Pozen’in kavramsallaştırması işe yarar görünüyor. Buna göre sızıntı, “hukuken, siyaseten veya sözleşmeler uyarınca açıklanması genelde yasak olan gizli bilgilerin, herhangi resmi bir sürecin dışında, devletin içinden kişilerce (çalışan, eski çalışan, yüklenici), kimliklerinin gizli tutulması beklentisiyle ifşa edilmesi” anlamına gelir. Bilgi sızıntıları, sızdıran kişinin motivasyonuna göre farklı gayelerle gerçekleşebilir.
“Bilgi uçurma” (whistleblowing) sızıntılarını şahsi, mesleki ve siyasi beklentiler gözetilerek yapılan sızıntılardan ayıransa, “karşılaşılan uygunsuz durumun resmi kanallar aracılığıyla düzeltilmesi umudunu yitiren kişilerce son bir çare olarak basına başvurulması”.
MİT TIR'ları vakasında, siyasi arka planı göz önünde bulundurduğumuzda, silah sevkiyatı görüntülerini Cumhuriyet gazetesine sızdıran kişinin motivasyonu halk yararı veya bir haksızlığın açığa çıkarılması arzusundan çok, Stephen Hess’in “düşmanca sızıntı” olarak tarif ettiği, gizli bilginin başka bir kişiyi sıkıntıya düşürmek için ve kin güdüsüyle ifşa edilmesi olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.
Dolayısıyla sızıntının bir whistleblowing vakası olarak görülmesi için, bence, sızdıranın motivasyonu önemlidir. Sızıntının sonucu yine halk yararına olabilir ama sızdıran kişi halk yararından çok kendi çıkarları için bu eylemde bulunmuştur. Burada önemli olan halk yararı o ayrı, ama örneğin MİT TIR'ları vakasını değerlendirilirken bunun bir cemaat sızıntısı olduğundan bağımsız yorumda bulunmak eksik kalır.
Türkiye'de bu konu pek tartışılmıyor. Benzer vakalarda basın örgütleri de bu konuya değinmediler. Bunun nedeni nedir?
Bilgi uçurma ve sızıntılar medya aracılığıyla gerçekleştiğinden, doğrudan gazeteciliğin alanına giren konular. Günümüzde birçok farklı ülkeden çok sayıda gazeteci ve medya kuruluşu bilgi uçuruculardan gelen sızıntılar üzerinde ortak çalışmalar yürütüyor, sayısız bilgi ve belgeden halk yararına haber çıkarmak için çalışıyorlar. Gazetecilerin sınırlar ötesi işbirliğine dayalı bu yeni gazetecilik pratiği Türkiye basınında yakından takip edilmiyor, gerektirdiği teknik becerilerin eksikliği dolayısıyla gazeteciler tarafından tatbik edilmiyor.
Snowden belgelerinde ünlü gazeteci Glenn Greenwald şifreli e-posta kullanmayı bilmediği ve öğrenmek istemediği için belgeleri ilk elden alamamıştı. Dijital güvenlik bilgisinin yanı sıra bilgisayarlarda büyük veriler üzerinde çalışma becerisi, Türkiye’deki gazetecilerin bilgi sızıntıları üzerine çalışmasını ve bilgi uçurma konusundaki farkındalıklarını geliştirmesini sağlayacaktır. (EA)