Tablo açıktır; Türkiye gibi bölgesinin en güçlü ülkesi durumundaki istikrarlı bir amerikancı devletin AB'ye üye olması, İngiltere dışında Avrupa'yı içeriden denetleyecek ikinci bir güç demektir. Böylece AB, doğusundan ve batısından parantez içine alınmış olacaktır. Polonya gibi, Birliğe yeni katılan eski Doğu Bloku ülkeleri de bu kompozisyona eklendiğinde, ABD kolaylıkla AB'yi kontrol edebilecektir. ABD bu nedenle Türkiye'nin üyeliğini desteklemekte, hatta bunun için Avrupa'yı tehdit etmektedir.
Avrupa'nın açmazı
Diğer taraftan Avrupa çaresiz durumdadır. Bu günlerde Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunda tam anlamıyla ikiye bölünmüştür. Şaşkın ve kararsızdır.
AB, bir yandan Türkiye'yi kaybetmeyi göze alamıyor, diğer yandan da tam üye yapmaya cesaret edemiyor. Türkiye'yi kaybeden Avrupa, açık ki Avrasya jeopolitiğinin de dışına düşecektir. Bu coğrafyada devam eden ve esas olarak dünyanın en zengin enerji yataklarının kontrolünü amaçlayan hegemonya mücadelesinin dışında kalmak, küresel bir süper güç olma hayalini de unutmak demektir.
Gel gelelim AB, Türkiye'nin tam üyeliği kabul ettiği taktirde ise ağır sorunlara sahip -ki bu yüksek maliyet demektir- bir Truva Atı'nı surlarından içeriye sokacak olmaktan korkuyor. Dolayısıyla ortada tam bir açmaz var. Bu nedenle çekirdek AB ülkeleri, bir ara çözüm bulmaya ve "Güçlendirilmiş Ortaklık" gibi daha önce hiçbir aday ülke için söz konusu olmamış formüller geliştirmeye çalışıyorlar.
Türk sermayesinin çapsızlığı
İkincisi, Türk siyaset sınıfının son elli yıllık kötü yönetimi ve Soğuk Savaş yapılanması nedeniyle emperyal bir sıçramayı gerçekleştiremeyen Türk sermayesinin önemli bir kesimi, ülkede yaratılan çarpık sanayileşmenin yarattığı ve özel tarihinden gelen bütün ekonomik ve toplumsal sorunları AB'nin üzerine yıkmayı ummaktadır. Böylece, hem sorunlarından kurtulmayı hem de alacağı destekle finansman açığını kapatarak yeni bir çıkışı yakalamayı -buna dünyanın birinciliğine çıkmak da diyebiliriz- amaçlamaktadır.
Üçüncüsü; Kürtlerin verdiği destektir. Radikalinden ılımlısına Kürt hareketinin bileşenleri Türkiye'nin AB üyeliği halinde ulusal-demokratik hak ve özgürlüklerinin artacağını beklemektedir. Mevcut rejimin somut bir çözüm geliştirememesi, buna karşılık Kürt hareketinin de yeni bir açılım üretememesi bu yaklaşımı güçlendirmektedir. Solun güçsüzlüğü, çözümsüzlük halini daha da ağırlaştıran bir etki yaratmaktadır. Durum böyle olunca Kürt hareketi sırtını Batı'ya yaslayarak sonuç almayı ummaktadır.
Ancak, öyle görünüyor ki, hem devlet hem de Kürt hareketi "çözüm" inisiyatifini yitirmektedir. Geç kalmanın ve kendi çözümünü geliştirememenin bir sonucu olarak inisiyatif Batı'ya ve ABD'ye geçmektedir. Önümüzdeki dönemde giderek şekillenecek emperyal bir çözüm modelinin taraflara dayatıldığını hep birlikte göreceğiz. Bu tarihin cezasıdır.
İslamcılar ve kapıkulu liberaller
Dördüncüsü; "ılımlı İslamcıların" izlediği strateji ve liberal aydın desteğidir. Seçimlerden hemen sonra Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) liderliği, sayısal üstünlüğüne karşın açıkça gözlenen siyasi güç açığını kapatmak üzere Batı'ya ve ABD'ye yöneldi. Bu yönelimin nedeni açıktır; Türkiye eliti derin bir yön ve program farklılaşması yaşıyor. Bu farklılaşmanın getirdiği ilk sonuç, geleneksel iktidar blokunun AKP'nin hükümet alanını daraltması şeklinde ortaya çıkıyor. Bu durumda AKP, içeride yetersiz olan iktidar kudretini dışarıdan alacağı güçle tamamlamaktan başka çere bulamıyor.
Konjonktür de bu yönelime son derece uygundu. ABD öncelikli tehdit olarak algıladığı ve son NATO zirvesinde ittifaka benimsettiği "radikal İslam"a karşı "ılımlı İslam" projesini ortaya attığında, Washington'un test alanı olarak Türkiye'yi seçtiği belliydi. Ancak bir sorun vardı; Türkiye İslam dünyasından bu alanı etkileyemeyecek ölçüde kopmuştu. Onun "laik ve modern" yapısı projenin hayata geçmesi için bir engel oluşturuyordu. Zaten bu keşiften sonra, AKP ihtiyaçlara uygun şekilde imal edilmişti.
AKP geleneksel ideolojik talepleriyle Batı'nın ve ABD'nin küresel yönelimi arasındaki örtüşmenin farkında. AKP liderliği bu durumu, ülkede düşük yoğunluklu bir islamizasyon hamlesi için tarihsel fırsat olarak değerlendirmeye çalışıyor. Küreselleşme, yerel ve alt kültürlere yapılan vurgu, cemaatleşme eğilimi vb. gibi etkenlerin, AB'nin sağlayacağı "özgürlük ortamı" içinde kaçınılmaz şekilde (kısmi de olsa) bir İslamcılaşma ile sonuçlanacağını düşünüyorlar. Elbette bu yaklaşım, tarih bilincinden, sosyolojik bakıştan ve dünyanın içine girdiği yeni dönemin bilgisinden çok uzak. Ve fakat, bu büyük yanılgının aynı büyüklükte bir hayal kırıklığıyla sonuçlanması kaçınılmaz olsa da, bugünkü durum, yukarıda belirtilen nedenlerle muhafazakâr ve İslamcı çevrelerin büyük bir ağırlıkla Türkiye'nin AB üyeliğini desteklediğine işaret etmektedir.
Bu kompozisyondaki en önemli unsurlardan biri de liberal aydınların kendi hayatlarına, değerlerine ve tarihlerine ihanet ederek İslamcı harekete verdikleri destektir. Derin bir cehalete dayanan bu "aydın" desteği İslamcı hareketin en önemli güç kaynağıdır.
Elbette burada bir beşinci dinamikten daha söz edilebilir; emekçilerin ve yoksul halk kesimlerinin iş ve yeni bir hayat umudu. Bu umut, geçen Ekim ayında açıklanan Türkiye hakkındaki AB İlerleme Raporu ile büyük yara alsa da hâlâ etkisini koruyor. İşgücünün serbest dolaşımının kalıcı şekilde engelleneceğinden kitlelerin büyük kesiminin haberi yok. Olanlar da bu kararın gelecekte delinebileceği umudunu taşıyor.
AKP'nin gücü ve Türkiye'nin kaderi
ABD seçimlerini Bush ve yeni muhafazakârların kazanması AKP'nin konumunu hem Türkiye'de hem de bölge ölçeğinde güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Eğer 17 Aralık'ta toplanacak AB zirvesinde, Türkiye'ye tam üyelik için müzakere tarihi verilirse AKP daha da güçlenecek ve ülkenin kaderinde daha köklü bir rol oynayacaktır. Bu durumda, başta ordu olmak üzere geleneksel iktidar blokunun diğer güçleri önemli ölçüde pozisyon yitirecektir. Böylece AKP, geleneksel iktidar blokunun bileşimini yeniden oluşturmaya yönelecek, örneğin büyük taşra sermayesinin etkisi ve ağırlığı artacaktır.
Bugün için inisiyatifin AKP'de ve bu parti ile hareket eden güçlerde olduğu gözlenmektedir. Devletin "gizli anayasası" diye bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin yeniden düzenlenmek istenmesi de bu inisiyatifin bir teyidi olarak görülebilir. Yeni düzenleme ile 28 Şubat çizgisinde veya anlayışında bazı düzeltmeler yapılması beklenmelidir.
Çarşı karışabilir
Ancak... AB zirvesinde Türkiye'ye üyelik müzakerelerinin başlaması için bir tarih verilmez ya da ağır şartlar öne sürülürse -ki en yüksek olasılık ikincisidir- AKP en önemli iktidar kaynağını kaybedecektir. Bu durumda, AB hedefine bağlanmış ve bu hedefin baskısıyla geriletilmiş güçlerin harekete geçmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu nedenle, liberal ve İslamcı çevrelerde sürekli olarak 17 Aralık sonrası için "pusu" kurulduğundan söz edilmektedir.
Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlama kararı verilmemesi ya da kabul edilemeyecek ağır şartlar öne sürülmesi halinde AKP'nin uzun süre iktidarda kalması zordur. O nedenle, daha şimdiden 2005'te erken seçim olasılığından söz edilmeye başlanmıştır. Başbakan R. Tayyip Erdoğan tersini iddia etse bile, AKP arkasına aldığı rüzgarın hızı kesilmeden halktan yeni bir iktidar onayı almaya çalışacaktır. Böylece, bütün şartlar aleyhine dönmeden beş yıllık ikinci bir iktidar dönemini garantilemeye yönelecektir. Fakat bu hamlenin de AKP'yi kurtaracağı şüphelidir.
AB zirvesinden olumsuz bir sonuç çıkması halinde, taşra sermayesinin büyük kesimleri de merkezdeki bir iktidar itişmesinden zararlı çıkmamak için AKP'ye verdikleri desteği ya sınırlayacak ya da geri çekeme yoluna gideceklerdir. Hâl böyle olursa, AKP diğer (buna asıl da denebilir) iktidar dayanağını da yitirmiş olacaktır.
Gel gelelim, AKP iktidar gücünün başka bir kaynağı daha vardır; muhalefetin güçsüzlüğü... AKP karşısındaki muhalefet dağınık, etkisiz ve programsızdır. Asıl sorun da buradadır zaten. Ve bu durum derinleşme potansiyeli taşıyan bir kriz haline işaret etmektedir.
Şurada 'dananın kuyruğunun kopmasına' çok az kaldı, 17 Aralık 2004'ten sonra olup bitenleri görmek için fazla beklemeyeceğiz. Avrupa, Atlantik'in öteki yakasından, ABD'den kopma ve Avrasya jeopolitiğinde yer alma cesaretini gösterebilirse ne âlâ, değilse çarşı karışacaktır. (MY/BB)