"Bizi bir araya getiren, iktidar kodlarından arınmış özgür bir alan yaratma çabası ve ortak mutsuzluklarımız" diyerek, kapılarını açabilecekleri bir mekanları olmadığından, muhabbetlerine konuk olacakları insanların kapılarını çalan; açılan kapıların ardındaki sesleri başka kulaklara taşıyan, işleri radyoculuk olmasa da seslerinin cüreti ile kapatıldıkları alanlardan küçük bir nümayişe kalkışan bir topluluk var yakınlarımızda.
Gösterinin yanılsamalarına çıplak sesleri ile şerh düşen, çıplaklığını dolaysızlığından, sınırsızlığından, yersiz ve yurtsuzluğundan alan; canının istediğini başka canların istedikleri ile birleştiren bir muhabbet kolektifi Nümayiş Radyo.
Yayın hayatında birinci yılını tamamlayan radyonun kurucularından Gökhan Korkusuz, Emine Ayhan ve Ertürk Erkek ile karşılaştığımız bir sokakta yersiz bir muhabbet gerçekleştirdik.
“Hiyerarşisiz, kolektif”
Nümayiş Radyo olarak 26 farklı program 287 yayın ile birinci yılınızı tamamladınız.
Gökhan Korusuz (GK): 2016 Kasım ayı başında bir “Merhaba” ile yayın hayatına başladık. Emine, Ertürk ve Oflaz da bizimle beraberdi ilk yayınımızda. 2017 Kasım ayı başına geldiğimizde de 26 farklı başlık altında toplam 287 yayınla bir yılı tamamladık.
Nümayiş Radyo fikri nasıl ortaya çıktı?
GK: Nümayiş Radyo gittikçe daralan yaşam alanları, gittikçe kendini var etmekte zorlanan yaşam formlarıyla beraber sürekli üzerimize yüklenen bir umutsuzluk, kendini var etme koşullarında gittikçe imkansızlaşan durumlar içinde aslında kendini var etme biçimi olarak ortaya çıktı. Ortak mutsuzluklardan, ortak hayallerden özgür bir alan yaratma arzusuyla ortaya çıktı. Tetikleyicisi buydu. Hiyerarşisiz, kolektif, herhangi bir iktidar arzulamayan insanların bir araya gelip ortaya koydukları bir ses.
“Ses bulduğu her çatlağa sızar”
Neden radyo?
GK: Neden olmasın?! Ses iyi bir şeydir. Ses bulduğu her çatlağa sızar. Her yere girer. Her kulağa değer. Dinlemek isteyen, duymak isteyen herkese ulaşır. Ve bir anlamda da görüntünün egemen olduğu bu internet çağında ses çıplaklığı ile kıymetli bir şeydir bizim için. Daha az kirli, belki daha odaklanılası.
Emine Ayhan (EA): Hepimizin kulakları tıkanıyor. Birbirimizi çok dinlemiyoruz. Radyonun çıplak ses ortamı, kulaklar için de eğitici ve temizleyici bir şey gibi. Mesela radyoda kendi sesimi duyunca konuşmayı, dinlemeyi, sohbet etmeyi daha fazla ciddiye alır oldum. Benim üzerimde böyle bir etkisi oldu. “Aa bir sesim, bir kulağım varmış” gibi bir farkındalık.
GK: Kendimizi de dinleyerek başladığımız ve devam ettiğimiz bir sürecin içindeyiz. Kendimizi, birbirimizi ve belki hayatın içindeki diğer sesleri de duymaya, odaklanmaya götüren bir süreç.
“Hiçbir iktidarın propagandasının yapılmaması”
Başlarken belirlediğiniz içerik ya da ilkeler göz önünde bulundurulduğunda şimdi geldiğiniz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
GK: Aslında bizim temel ilkelerimiz, yaptığımız işin hiçbir iktidar barındırmaması ve hiçbir iktidarın propagandasını yapmaması, herhangi bir iktidar propagandası yapacak olan herhangi bir ideolojik hatta da devam etmemesiydi. Aklımızda salt propagandatif biçime dayalı bir şey yoktu.
Geldiğimiz noktada bizim için önemli olan işi yapma biçimi aslında. Bu işi hala kolektif, hiyerarşisiz, ortaklaşabilmiş işbirliği etrafında hiçbir iktidar barındırmayan, tahakküm unsuru ortaya çıkarmayan bir şekilde yapabiliyoruz. Bu anlamda yaptığımız işi içimize sindirebiliyoruz.
Nümayiş Radyo aynı zamanda özgür bir kültür alanı yaratma projesi bizim için. Kültür endüstrisi denen bu kirlenmiş, belirli bir dayatmayı hayatlarımızın ortasına yerleştiren toplamın dışında bir özgür alan yaratma çabası. Kolay değil evet, zorlanıyoruz da. Zorlanmamızın sebebi de kültür endüstrisi denen şeyin bizim tarafımıza da dayatmada bulunması. Bunu o taraftan arındırabilmek zor olacak. Bu konuda samimi olmak lazım. Ama işi yapma biçimimizdeki bu ilkesel duruşumuzu terk etmediğimiz sürece oradan sağ salim çıkacağız diye, düşünüyoruz.
“Yeri dar olanlara yer açmaya çalışıyoruz”
“Yersiz Yurtsuz Muhabbet” mottosu ile yayın hayatına başladınız. Yayın içeriklerinizde de hep bir ironi var. Yayın çizginizde ironiyi nasıl bir yere koyuyorsunuz?
EA: İroni mi, bilmiyorum. Ama benim radyo ile ilgili en sevdiğim şeylerden biri şu: Birçok programımızda halihazır kodlarda yeri olmayan ya da yeri dar olan deneyim, emek ve söylem biçimlerine yer açmaya çalışıyoruz. Mesela Gökhan’ın “Vitrin Arkası”nda vitrini güzel ama arkasındaki sömürü süreci berbat olan işlere vurgu yapıldı, kültür-sanat piyasasında çokça olduğu gibi.
Zaten biz de ilk programa Aslı’yla kitap ve altyazı çevirmenleri olarak katıldık. Ya da Gökhan’ın hazırladığı “Üvey Evlatlar”da toplumun üvey evlat saydığı figürler yer aldı: solaklar, Ermeniler, Kürtçe dili, bilim-kurgu türü, vs.
Toplumsal önem hiyerarşilerini ciddiye alan, bunlarda varoluşsal imkan görebilen insanlar değiliz zaten biz de. Görünmeyen, önemli, kaydadeğer veya ciddi bulunmayan bir sürü deneyimi programlarımızda konuştuk. Gündelik olana yer açmaya çabaladık. “Biz de bu kadar yapabiliyoruz” dedik.
Zaten Nümayiş, bir radyo kolektifi. İsteyen herkes gelip program yapabilir. İfade özgürlüğü bize göre sadece bir siyasal iktidar merciinden talep edilecek, yukarıdan bahşedilecek bir şey değil, bizzat tek tek kişiler tarafından ele geçirilmesi, icra edilmesi gereken bir şey. Biz mümkün olduğunca ifade özgürlüğümüzü almaya çalışıyoruz. Bu pratiği önce kendimiz hayata geçirmeye çalışıyoruz. Tam olarak yapabiliyor muyuz bunu? Bilmiyorum. Ama en azından çaba sarfediyoruz. Bu çaba eğlenceli ve güzel bir şey.
“Sohbetin olduğu yer stüdyo”
Bir yılı stüdyosuz bir radyo olarak tamamladınız. Stüdyosuz olmanın avantajları nelerdi? Teknik açıdan zorlandığınız noktalar nelerdi? Bir de böyle bir yayın içeriği oluşturup, bunu iktidarsız, hiyerarşisiz bir alan olarak kurguladığınızda stüdyosuz olmak içeriklerinize nasıl etki etti?
EA: Ses kalitesi düştü. (Gülüşmeler)
Ertürk Erkek (EE): Aslında bizim bir stüdyomuz var. İşte 10 santime 8 santim ebatlarında bir kayıt cihazı. Marka söylemiyoruz yalnız. İşte o neredeyse, orası bizim için bir stüdyo halini alıyor bir şekilde.
GK: Sohbetin olduğu yer stüdyo aslında bir taraftan da.
EE: Ama bir de kayıt cihazına ihtiyaç var. Bir de onu sonra yayınlayacağız ya. Dolayısıyla her yeri stüdyo haline getirmeyi öğrendik. Bazı kafelere, kültür merkezlerine giderek bir oda rica ediyoruz. Olmadı bir ev. Mesela ben şeyi hatırlıyorum: İlk radyo konseri kaydını konser grubundan bir arkadaşın yatak odasında yaptık. Ve orası bir anda stüdyoya dönüştü.
GK: Şarkılara etki etti tabii. Yatak odasında olunca şarkıların biçimi değişti.
EE: Tabii biraz daha slowlaştı. İlginç süreçler oldu. Mesela ben bir kayıt için Ataköy’e gittiğimi biliyorum. Bu da birçok şeyi öğretti bize. “Belki birilerinin stüdyosu var ve kıymetini bilmiyorlar” noktasına da gelmiş olabiliriz. Umarız olur bir stüdyomuz yakında.
“Stüdyo, bir mülkiyet edinme arzusu değil bizim için”
Bu noktaya doğru giden bir süreç var mı?
GK: Evet, istiyoruz. Ama bu işte bizim mülkiyetle ilgili de bir problemimiz var. Mülkiyetin hırsızlık olduğuna inanan bir topluluğuz. İktidarın insanlığın en büyük laneti olduğuna inanan bir topluluğuz. Bir taraftan da bu ihtiyacın bize mülkiyet dayatması yaratmasını da istemiyoruz. Stüdyo, bir mülkiyet edinme arzusu değil bizim için. Ortak alanı daha işlevsel hale getirebilecek, ortak alana ihtiyaç duyan ve bu alana sahip olamayan insanlara da dayanışma dahilinde kapısını açabilecek, buradan da farklı özgür alanlar yaratma arzularını hayata geçirebilecekleri bir yer olarak kurguluyoruz stüdyoyu. Diğer taraftan Emine’nin de belirttiği gibi, ses kalitemiz de düşüyor. Bu konuda eleştiriler de geliyor.
EE: Bazen de kayıt cihazını paylaşamıyoruz. Örneğin aynı anda biri Taksim’de diğeri Kadıköy’de iki farklı kayıt oluyor. Ve önce kayıt yapan işi bitince cihazı alıp koşa koşa iskeleye gidiyor. Tek kayıt cihazımız var, ama bazen telefon ile de kayıt alabiliyoruz.
GK: Tek kayıt cihazımız var ama kendi programını kendisi yapan, düzenlemelerini yaparak programı hazır halde gönderen arkadaşlar da var. Yurtdışından gönderen arkadaşlarımız var.
“Kayıta kedilerin kargaların sesleri de girdi”
Yurtdışından gelen hangi program?
GK: 20 bölüm yayınlanan “F Tipi” adlı programımız, Eylül arkadaşımız tarafından yurtdışında hazırlandı. Eylül, sekiz metrekarelik yurt odasını arkadaş edindi kendine. Ve o mekanın dilini yarattı. Avrupa’nın ortasında, Fransa’da, Avrupalı devletlerin sömürdüğü mümkün mertebe tüm memleketlerin, halkların şarkılarını dile getirdi. Bunları yaparken farklı temalar da oluşturdu. Örneğin Yol Şarkıları teması vardı, kendi duygusal süreçlerinin de bir ürünü olarak Gurbet Şarkıları, Newroz Şarkıları, 8 Mart’ta Kadınlık Mefkûresi gibi çeşitli temalar da oldu.
Kayıt meselesi ile ilgili ise, aslında her bilgisayar, her telefon bir kayıt cihazı, arşivleme ünitesi gibi.
EA: Bir de sadece kayıt cihazı ile çalışmamız bizim genel yersiz yurtsuzluğumuzu da tamamladı aslında. İlk başta bir stüdyoyu kullanacak olduk ama ilk haftasında su bastı orayı. Bizim olmasa da girebilecek bir yerimiz olabilirdi. Bir de şu açıdan iyi oldu yersizliğimiz: Diyelim ki, bir arkadaşımızın evinde ya da kendi evimizde bir kayıt aldığımızda başka hayvanların sesleri de kayda girdi. Nina konuşuyor bazen arkada ya da Kara konuşuyor.
EE: Nina, kedi bu arada.
EA: Kargalar ötüyor. Sadece insanlı muhabbetler olmaktan da çıktı böylece birçok program. Biraz kirli ve güzel oldu.
“Ulusa Hisleniş”
İsterseniz biraz radyodaki programlardan bahsedelim. Ben hemen “Ulusa Hisleniş”in ismini ve teorik arka planını nasıl kurguladığınızı sorayım.
GK: Nümayiş Radyo gönüllülerinden Erdinç Ulutaş hazırlıyor bu programımızı. Metinleri beraber yazıyoruz. Ulusa Hisleniş de beraber bulduğumuz bir isim.
“Ulusa Sesleniş” bizim çocukluğumuzda televizyonlara çıkan bir takım “adamların” iktidarlarını tesis etme şekillerinden birisiydi. Biz bunun parodisinin yapılması gerektiğini, parodisi yapılırken de iktidarın temelde ne kadar gülünç bir şey olduğuna dair bir söylem ortaya koymaya çalıştık “Ulusa Hisleniş” ile. Ve bunu seslenişten hissedişe çıkarıp, her hafta iktidarın ulusuna karşı bir his barındırdığı ve bu his için yarattığı bir düşman ve ulusunu suçlaması üzerinden bir kurgu yarattık.
Belli bir şablonumuz vardı bu metinde. İlk başta bir hissi açıklıyorduk. O hissin sebebi açıklanıyordu. Sebepten sonra da bir çözüm metodu -gene iktidarın aslında yarattığı problemi kendisinin çözüyormuş gibi gösterdiği- dört beş maddelik o ulusa dayattığı bir çözüm modeli ve sonrasında da “rahatladım” dediği bir çözüm! Bu kurguda dünyayı iki yarım küreye ayırmıştık: Bizim “Ulusun Canı” dediğimiz “canımız” kendi yarım küresine hakim, diğer yarım küre düşman! Böyle bir kurgu ortaya çıktı. Komik oldu. Biz yaparken çok eğlendik.
“25 kişiden oluşan gönüllüler ağı dayanışması”
Emine sen program yapıyor musun?
EA: Ben bir süredir yapmıyorum. Ama özel yayınlarda Gökhan’a eşlik etmeye çalıştım. Bunun dışında masal araştırmacısı arkadaşımız Tuvana Gülcan’la “Dönüşümler” diye bir program yaptık. Özel yayın olarak başlamıştık aslında. “Bir özel yayın yaparız, iki yaparız” derken on yayına kadar gitti. Edebiyata baktık, masallarda dönüşüme baktık. Yoğurt mayasını, ekmeği, şarabı konuştuk mesela. Kafka, Shakespeare konuştuk. Daha bir sürü şey. Eğlenceli bir program oldu.
GK: “Çok mu Lazım” var bir de.
EA: “Çok mu Lazım”da gene belirli başlıklar belirleyip serbest konuştuk. Aslında radyo bana biraz da muhabbet etmeyi de öğretti. Çünkü biz işbölümü ve zorla çalıştırılma koşullarından ötürü küçücük hayatlarımıza, çevrelerimize kapanıyoruz. Ama her hafta bir konu etrafında buluşmak eğlendirici, genişletici oldu. Kendimizi çok ciddiye almıyoruz ya genellikle, iktidar ilişkileri önce bize duyularımızın, emeğimizin, sözümüzün ve bize ait olan çoğu şeyin değersiz ve manasız olduğunu telkin ediyor. Ama bir araya gelip doğrudan deneyimlerimizi paylaşmaya başlayınca insana bir güç geliyor. Her zaman oturup konuştuğumuz ya da sustuğumuz şeyler monotonluğa ve vasatlığa gömülüp gidiyor. Ama bunları birazcık daha çerçeve içine alıp radyo programına dönüştürelim dediğimizde kendi sesimizi de ciddiye almaya başladık.
GK: Nümayiş Radyo başlangıçta dört beş kişiyle ortaya çıkan bir proje ama bugün geldiğimiz noktada 25-30 kişi arasında bir gönüllüler ağı oluştu. Bunu şu yüzden söylüyorum: Bu ekip kendi arasında bir arkadaşlık bağı kurabildi. Kendi sosyal ortamını ve etrafında bir ağ oluşturabildi. Bu arkadaşlık çerçevesinde bir dayanışma da ortaya çıktı. Bu hem gündelik hayatın içinde hem de radyonun işlerinin yapıldığı düzlemde bir dayanışma oldu. Mesela Ertürk ilk periyotta “Habere Deng/k” programını yapıyordu. Ama zorlandığı noktalarda Emine gelip Ertürk ile birlikte haber sunumu yaptı. Onun gelemediği yerde, ben haber sunumu yaptım. Ertürk ikinci periyottan itibaren Radyo Konserlerine başladı. Şimdiye kadar 14 bölüm yaptık. Onun yetişemediği yerde, ben vekaleten katılıyorum. Bütün bu programlarda belli bir editoryal göze ve moderasyona sahip olmak ile beraber tüm işlerimiz 25 kişiden oluşan gönüllüler ağının dayanışması ile hayata geçiyor. O yüzden programlarımız emek anlamında birbirleri arasında daha geçişken ve esnek olduğunu söyleyebiliriz.
“Önemli olan ortak bir tını tutturabilmek”
Radyo Sahnesi ve kısa öykü programlarınız hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?
EE: Radyo Sahnesi’ne önce kendi çabamızla başladık.
GK: İlk etapta Çağlar Yalçınkaya programın editörlüğünü yapıyordu.
EE: Evet, birlikte bir-iki oyun kaydettikten sonra, Güliz bu görevi devraldı. Ve epeyce oyun kaydetti. Güliz de bir oyuncu arkadaşımız. Bu programda doğru oyunu seçmek zor oldu. Oyunlardaki kişi sayıları, kaç kişiyi bir mekanda toplayabileceğimiz ile ilgili kimi sorunlarla uğraşmamız gerekti. Bir de işin içine oyun metni girdiği zaman daha zor oluyor. Onun başka bir dili var. Efektler gerekebiliyor bazen. Bu noktalarda zorlandık ama o da güzel ve keyifli bir süreç oldu. Ve ben Radyo Sahnesi vesilesiyle çok başka oyuncularla, tiyatro heveslisi insanlarla tanıştım.
Bu süreçte gördüm ki, program dinleniyor. İstanbul dışından takip edenlerin olduğunu da sosyal medyadan yapılan dönüşlerde görebildim. Zaman zaman politik gündeme yakın oyunlar okundu. Mesela Antigone’yi okuduğumuzu hatırlıyorum. Ki o dönemde, Nuriye, Semih ve Kemal amcanın açlık grevleri başlamıştı. Özellikle Kemal amcanın hikayesi, biraz Antigone’nin hikayesine benziyordu. O da çocuğunu gömebilmek için bedenini ölüme yatırıyordu bir şekilde. Açlık grevlerinin doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmıyorum. Sadece var olan gerçekliği görüyoruz. Ve belki sanatsal bir bakış açısı ile katkı sunuyoruz.
EA: Aslında ses veriyoruz. Biz kendi aramızda fikren tam uyuşan mikro-egemen bir yapı değiliz. Önemli olan ortak bir tını tutturabilmek. Ortaklık derken, müthiş bir tutarlılık gözetmek anlamında değil, kolektiflik anlamında. Gökhan’ın bahsettiği iktidar değerlerini içimizde barındırmıyoruz ve bu kendiliğinden böyle oluyor. Bunu bir yasaya da bağlamış değiliz, zaten öyleyiz. Fakiriz, hepimiz kendi alanlarımızda emekçi insanlarız. Biraz da böyle tercih ettiğimiz bir hayat var, radyo da o hayatın biçimini alıyor.
GK: Ertürk’ten devralıp soruna devam edersem, Çağlar ayrıca Radyo Sahnesi’nin Güliz’e devrettikten sonra Bahtiyar Köpek isimli kısa öykü programına başladı ve şimdiye kadar 23 bölüm kaydetti. Bahsettiğimiz gönüllük ve dayanışma yaptığımız işin biçimi bu anlamıyla bizi içerik olarak da kültürel ve entelektüel olarak da besliyor. Örneğin Çağlar, “Hayır bunu yapmalısın” denilerek 30 bölüm boyunca kendisini sıkıntıya mahkum edecek bir editörlük yapmıyor.
“Bir tane neşeli haber bulalım diye epey uğraştık”
Merkez yayın organlarında genellikle yayınların sürekliliğine önem verilir. Belirli bir format, bu formata uygun bir içerik ve bu programları dinlemek veya görmek isteyen bir izleyici kitlesi vurgusu yapılarak süreklilik algısından bahsedilir. Yayın içerikleriniz, editörleriniz değişse de yayın akışınızda bir bütünlük olduğunu görüyorum. Bu bütünlük nasıl oluşuyor?
EE: Başta “Yersiz Yurtsuz Muhabbet” dedik ve bu sıkıştığımız alanlardan kendimize yeni, özgür ve demokratik bir alan açmaya çalıştığımızı söyledik. Ve bunu sevdik. Dolayısıyla birçok programı bu motivasyonla yürüttük. Fakat bazı programlarda zorlandık. Bunlardan biri Habere Deng/k’di. İlk yayın periyodumuzdaki programlardan biriydi. O zamanlar radyoculuğu çok iyi bilmiyorduk. Şimdi de çok iyi bildiğimiz söylenemez. Ama o zamanlarda bayağı el yordamıyla buluyoruz her şeyi. Dedik ki, haftada bir haber programı olmalı. Fakat o kadar sıkıştığımız bir yerdeymişiz ki, bu program bizim için bir zul halini aldı. Çünkü aynı dönemde sürekli patlamalar oluyordu coğrafyada. Bir yandan savaş başladı. Bir yandan KHK’lar ile hocalar atılıyordu. Yani yer yerinden oynuyor. Ve biz bir tane neşeli haber arıyoruz. Bir tane bulalım ki, o bir saatin içinde güzel bir şey söyleyelim, bir tebessüm ile kapatalım diye, epey uğraştık. Mesela bu programı 10 bölüm sürdürdük ve kapattık. Bu, sürdüremediğimiz programlardan biri ve belki de tekidir. Diğer programlar kendi ritminde devam etti.
Bir de Radyo Konseri biraz zorluyor bizi. Çünkü bu program tek başımıza yürütebileceğimiz bir şey değil. Ötekiler ile iletişime geçmek gerekiyor. Ve o ötekiler çok çeşitli. Ayrıca Nümayiş Radyo gibi bir platformda biraz da seçici olmamız gerekiyordu. Bu seçicilik mümkünse kendi müziğini yapan, mümkünse bizim ilkelerimiz ile yakın olan arkadaşları kapsıyordu. Irkçı, cinsiyetçi, türcü olmayan grup perspektifi ulaşacağımız alanı daralttı. Ayrıca herkes çok yoğun. Bir de müzik denilince ses kalitesi de önemli hale gelmeye başladı. Bu yüzden her yerde kayıt alamaz olduk. Birçok programımızı şuan burada yaptığımız gibi bir kafede kaydedebildik. Fakat müzik söz konusu olduğunda biraz daha ses kalitesi aranır oluyor.
GK: Radyo Konseri programımız devam ediyor bu arada. Şimdiye kadar 14 bölüm yaptık. Hatta en son en kalabalık gruplardan Dengahenk Ensemble’ı aldık. Ama o konuda yapacak bir şey yoktu; helali hoş olsun, bu program için ilk defa müzik stüdyosu kiraladık Nümayiş Radyo olarak. 10 kişilik bir gruptu. Zor oldu. Ama bunları yapmaktan imtina etmeyeceğiz.
EE: Problem çözmeyi öğreniyoruz. Bu çok keyifli.
“Bu koro mülksüzlerin korosu”
Sadece internet yayını yapıyorsunuz. Bir frekansınız yok. Yaptığınız yayınlar “kaçak” kapsamına giriyor mu?
GK: Radyo olarak herhangi bir ticari beklentimiz olmadığı için çaldığımız müziklere de telif ödemiyoruz. Bunun herhangi bir protokolü yok. Ama biz ticari bir işletme de değiliz. Bu anlamda “kaçak” denilebilir. Ama bir taraftan server ücreti, alan ücreti ödüyoruz maalesef.
EE: Ama telefonlar için artık bir uygulamamız var. Android ve İOS için uygulamamız artık mevcut. Dinleyicilerimiz oradan da bizi dinleyebilirler. Ayrıca Soundcloud hesabımızda tüm kayıtlarımız dinlenebilir; arşivimiz de dahil.
EA: Yayın akışındaki süreklilik veya bütünlükle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Sıradan yapılarda bütünlük ya kişi ya da tema üzerinden kurulur. Bizim böyle bir bütünlüğümüz yok. Gökhan’ın dediği doğru. Mesela “Çok mu Lazım”ın ilk 15 programını birlikte yaptık. Ama aramızdan biri “Ben yoruldum. Siz başka bir ekip oluşturun” diyebilir. Bu açıdan rahatız. İşi aramızda rahatça paylaşabileceğimiz, dolaştırabileceğimiz bir bütünlük bizimkisi.
GK: bir de birbirimizin yaptığı işleri sevdiğimiz için birisi bir alandan diğerine geçerken başka birisi onun açtığı alanı doldurmaya gönüllü oluyor. Çok mu Lazım örneği böyle bir örnek. Ayrıca süreklilikte insanların nereye geldiklerini bilmeleri de önemli bir etken. Tercih böyle olunca çıkardıkları ürününün sürekliliği devam ettireceğini de biliyorlar ve bu sürekliliğin içinde herkes özgür.
EE: Nümayiş Radyo benim için sokakta bir karşılaşma ile başladı. Sokak hemzemin olduğu için birbirimizin programlarına statüleri, rolleri gözetmeden bu kadar rahat girip çıkabiliyoruz.
GK: Mesela bir program dosyası ile bize gelen insanlar var. TRT Radyo’da programı kabul edilmeyip bize gelen insanlar var. Şunu da vurgulamak gerekiyor: Herhangi bir tahakküm arzulamayan her rengi bekliyoruz. Buyursunlar, gelsinler sesimizi çoğaltalım.
EA: Sohbet edelim.
GK: Bir koro oluşturalım. Çünkü bu koro mülksüzlerin korosu. Dünyadaki tüm iktidarlara ve sınırlara karşı bir koro. Bir de şunu belirtmek isterim: Biz aynı zamanda çok dilli bir radyo olmaya çalışıyoruz. Hamit’in yaptığı “Bêsînor” isimli Kürtçe bir programımız vardı. Yakında Ermenice bir programımız başlayacak.
24 Aralık’ta 1. Yıl Buluşması da düzenliyorsunuz.
EE: Öncelikle bir yıl boyunca birlikte yürüyebildiğimiz için çok sevinçliyiz. Hatta “nasıl oldu, o kadar zaman geçti mi?” diye ben şaşkınım. Bir etkinlik yapma fikri ortaya çıktı. Temel ihtiyaçları da karşılamak adına Radyo Konseri’nde yer alan müzik grupları ile beraber bir gece organize etmeye karar verdik. Asmalı Mescit’te Cemiyet’de 24 Aralık’ta bir dayanışma konserimiz olacak. Ayrıca bir de bir yıllık yayınlarımızı kapsayan bir almanak çıkarmak gibi bir hedefimiz de var. Belki konser geliri almanağı basabilmemize imkan sağlar. (DK/BK)