“Uluslararası hukukta, devletler işkence, hukuk dışı infaz ve zorla kaybetme gibi ağır insan hakları ihlallerinde cezasızlığı ortadan kaldırma yükümlülüğü altındadır.”
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi (Hafıza Merkezi), Türkiye’de 1990’lı yıllarda olağanüstü hal (OHAL) bölgesinde işlenen hukuk dışı infaz ve zorla kaybetme suçlarının belgelenmesi, yargısal süreçlerin analizi ve yaşananların toplumsal hafızada yer bulabilmesi için yaklaşık 10 yıldır çalışıyor.
Bu çalışmalarının bir ürünü olan “1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakkı İhlallerinde Cezasızlık Raporu: Kovuşturma Süreci” raporu yayınlandı.
TIKLAYIN - 90’lı yıllarla ilgili 12 “cezasızlık” davası
Emel Ataktürk, Esra Kılıç, Gülistan Zeren, Melis Gebeş ve Özlem Zıngıl imzalı rapor, 90’lı yıllardaki ihlallerle ilgili bugüne dek açılan ceza davalarının yargılama süreçlerini inceliyor.
TIKLAYIN - 30 yıldır değişmeyen "gelenek": Cezasızlık
TIKLAYIN - “İnsanlık Suçu” Davaları Cezasızlıkla Bitti
OHAL bölgesinde 90’lı yıllar
Araştırmada incelenen davaların konusunu oluşturan zorla kaybetmeler ve hukuk dışı infazlar, 1990’lı yıllarda OHAL bölgesinde Türkiye tarihine damgasını vuran pratiklerdi. Raporda, bu döneme ve suçlara dair şu bilgiler yer alıyor:
OHAL Bölge Valiliği
“1982 Anayasası’nın 119. ila 121. maddelerine ve Bakanlar Kurulunun 84/7781 sayılı kararına dayanan OHAL, 1 Mart 1984’te ilan edildi. 1990’lı yılların OHAL bölgesindeki iller, bu tarihte henüz sıkıyönetim altındaydı.
19 Temmuz 1987’de Diyarbakır, Hakkari, Siirt ve Van illerinde sıkıyönetimin kaldırılmasıyla, OHAL Bölge Valiliği kuruldu ve çok geniş yasal yetkilerle donatıldı.
13 ilde OHAL
OHAL, ilk önce 8 ilde uygulanmaya başladı: Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van. Daha sonra Adıyaman, Bitlis ve Muş, mücavir (komşu) il olarak eklendi. 1990 yılında Batman ve Şırnak’ın il yapılmasıyla, bu sayı 13’e yükseldi.
OHAL ve sıkıyönetim, bazı illerin 23 yıl süreyle aralıksız yönetim usulü haline gelmiş ve her 4 ayda bir olmak üzere, toplam 46 kez uzatılmıştı. OHAL uygulaması, en son Diyarbakır ve Şırnak’ta 30 Kasım 2002 tarihine kadar uzatılmasının ardından sona erdi.
1993’te “özel güvenlik stratejisi”
OHAL dönemi sürerken, 1993 yılından itibaren dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ekibi tarafından “Alan Hakimiyeti ve PKK Örgütünü Bölgede Barındırmama” konsepti ile özel bir güvenlik stratejisi yürürlüğe kondu.
Köylerin ve diğer yerleşim birimlerinin yakılması, zorla boşaltılması ve sakinlerinin başka illere göç ettirilmesi, ‘faili meçhul cinayetler’ olarak anılan sivil infazların ve zorla kaybetmelerin apaçık bir biçimde artması, tam da bu yeni “alan hakimiyeti” stratejisinin ardından gerçekleşti.
Zorla kaybedilenler 500’ün üzerine çıktı
1993 yılında 103 olan zorla kaybedilen kişi sayısı 1994 yılında 518’e çıktı. Bu dönemdeki ağır insan hakları ihlallerinin işleniş biçimi, birbirine oldukça benzer.
Beyaz renkli Toros marka araçların sembolü haline geldiği bu ihlaller, insanların bu arabadan çıkan sivil giyimli ve telsiz kullanan kimliği belirsiz kişilerce gündüz vakti sokak ortasında infaz edilmesi, evlerinden ya da kamuya açık yerlerden tanıkların gözleri önünde alındıktan sonra kendilerinden bir daha haber alınamaması gibi eylemleri içeriyor.
JİTEM’e cezasızlık zırhı
İhlallerin böyle sistemli bir biçimde meydana gelmiş olması, devlet destekli olduklarının bir göstergesi olarak kabul edilir.
Başta OHAL bölgesinde faaliyet gösterdiği iddia edilen ve varlığı neredeyse hiçbir zaman resmen kabul edilmeyen Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele (JİTEM) yapılanması olmak üzere, devlet içerisinde teşkilatlanan kimi paramiliter grupların “terörle mücadele” adı altında bu ihlalleri gerçekleştirdiği ve cezasızlık zırhıyla korunduğu, defaatle dile getirildi.
Siyasetçi-polis-mafya ilişkiler ağı
1996 yılında meydana gelen Susurluk Kazası, devlet içindeki yasadışı örgüt yapılanmalarına dair ilk ipucunu verdi.
Kazanın ardından Başbakanlık Teftiş Kurulu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan raporlar, siyasetçi-polis-mafya ilişkiler ağı üzerinden devlet kurumları içerisinde hukuka aykırı eylemler gerçekleştiren bir yapılanmanın varlığına açık bir şekilde işaret etti.
Bu raporlar, kolluk kuvvetlerinin PKK örgütüne yönelik yürüttüğü operasyonlar bağlamında, korucu, itirafçı ve özel harekat biriminden bazı kişilerin kurduğu suç örgütleri tarafından hukuk dışı infazlar ve zorla kaybetmeler gibi ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiğini ortaya koydu.
Ancak, kazayla ilgili açılan davada söz konusu eylemler basit çete suçu olarak ele alındı ve devlet kurumları içerisindeki örgüt yapılanmaları ve ağlarını açığa çıkarmak, bunlarla ilgili siyasi bağlantıları sorgulamak anlamında etkili bir soruşturma yürütülmedi.”
12 davanın ortak özelliği ne?
Raporda, ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili toplam 12 ceza davası incelenerek davaların cezasızlığa sürüklenmesine yol açan mevzuat, uygulamalar ve tutumlar araştırıldı.
İncelenen davaların ortak özelliği, 12 Eylül darbesinin gerçekleştirildiği 1980’li yılların sonlarından itibaren, 1990’lı yıllarda ağırlıklı olarak olağanüstü hal (OHAL) bölgesinde işlenen ve kamuoyunda genellikle ‘faili meçhul cinayetler’ olarak anılan hukuk dışı infaz ve zorla kaybetme suçlarını konu edinmeleridir.
Davalar, etkili bir soruşturma yürütülmeksizin geçen uzun yılların ardından, uygulamada başvurulan dava zamanaşımı süresinin aşılmasına çok kısa bir süre kala, 2009-2014 yılları arasında peş peşe düzenlenen iddianamelerle açılmıştır.
Açıldıkları dönem suçların işlenmesinde sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kişilerin hesap verebilirliğinin sağlanacağına dair beklenti yaratan bu davaların 10’unda, sanıkların kendilerine isnat edilen suçları işledikleri için cezalandırılmalarına yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatlarına ya da uygulanan ceza zamanaşımı sürelerinin dolması nedeniyle sanıklar hakkındaki suçlamaların düşürülmesine karar verildi.
İkisi dışında bu kararlar henüz kesinleşmedi. Verilen beraat kararlarından 2’si bu çalışmanın tamamlandığı tarihlerde üst mahkemelerce istinaf/temyiz aşamasında bozuldu ve dosyalar beraat kararı veren mahkemelere gönderildi. İncelenen davalardan 2’si ise halen ilk derece ceza mahkemelerinde görülüyor.
İsveç Konsolosluğu ve Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin katkılarıyla hazırlanan raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
(AS)