80 Yılda Yoksullaştırdık Ülkeyi
IMF'nin dürüst, doğru yaklaşımları var. Ama bunun yanında çok yanlış, olmazsa olmaz ve adeta bir ülkenin siyasi iradesine müdahaleye yönelik yaklaşımları var. Bunu kabul etmek mümkün değil. Sen benim alacaklımsın, eyvallah. Planın belli. Bu plan içerisinde ödemelerini yaparım. Ama bu ödemelerini yaparken bu müdahaleler bir yere kadar.
Türkiye'nin ekonomisinin bugün düzgün olması durumunda, ABD ile yapılan pazarlığın da, Kıbrıs'taki durumun da çok farklı olacağını vurgulayan AKP lideri Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürmüştü:
Bütün iş, güç, Şimdi Almanya'yı konuşturan bu değil mi, Fransa'yı konuşturan bu değil mi, Rusya'yı konuşturan bu değil mi? Türkiye bir yerde ekonomik güçsüzlüğünün faturasını ödüyor. Eskiden siyaset ekonomiyi idare ediyordu. Şimdi ne yazık ki, ekonomi siyaseti idare ediyor.Dünyada bu hale geldik...
Türk ekonomisinin çöküşü
Ekonomist Mustafa Sönmez, İletişim Yayınları'ndan çıkan "İşte Eseriniz!.. 100 Göstergede Kuruluştan Çöküşe Türkiye Ekonomisi" isimli araştırmasının önsözüne bu cümlelerle başlıyor...
80 yıllık Cumhuriyet ekonomisini 100 göstergede inceleyen Sönmez, ekonominin bugün bulunduğu noktayı bir "çöküş" olarak tanımlarken, geride kalan 80 yılı "1980 öncesi / 1980 sonrası" diye ayırmak gerektiğini belirtiyor.
Sönmez, "1980 öncesini 'içe dönüklük, popülizm, devlet müdahalesi, korporasyon' gibi kavramlar karakterize ediliyordu. 1980 sonrası bunların yerini, 'dışa açılma/bütünleşme, piyasa, girişimcilik, anti-devletçilik, depolitizasyon, anti-sendikalizm' gibi kavramlar aldı" diyor ve ekliyor:
"Toplumun 1980'e gelindiğinde, hem ekonomik hem politik-kültürel düzeylerde bir değişim geçirmesi ihtiyacı açıktı. Bu değişimin tek bir formülü ve biçimi yoktu. Ama sürece hakim kesimlerin seçtikleri yol, hedefleri, araçları ve icraatları ile, pozitif bir müdahale olmadı.
Ekonomik açıdan dışa açılma yerine saçılma, politik-kültürel açıdan ise 12 Eylül darbesi ile başlatılan anti-demokratik bir süreç ve kurumlaşmanın toplumsal sonuçları Türkiye'ye çok şey kaybettirdi ve Türkiye'yi krizden krize sürüklenen hastalıklı, kırılgan, daha çok bağımlı bir ülke haline getirdi. Ve sonuçta da bu bağımlılık her tür siyasi tavizi vermeye zorlayacak bir teslimiyeti getirdi.
80 yılda nereye vardık
1980'lerin Özalvari dışa açılmasının hiçbir üretim vizyonu olmadığı, küresel rüzgarlara kendini bıraktığı, bu edilgenliğin sonunda da üretmeyen bir toplum yarattığı pratiklerle görüldü. Daha az sanayi yatırımı, daha verimsiz bir tarım, daha dışa bağımlı bir enerji-üretim yapısı, buna karşılık daha çok borçlanan, savurgan, daha çok adaletsiz bölüşen, hatta yağmalayan ve giderek kutuplaşan bir toplum.."
Sönmez kitabında, Türkiye ekonomisinin 80 yıllık sürecini "Büyüme, Enflasyon, Yatırım"; "Sanayileşme"; "Tarım"; "Enerji, İnşaat, Ulaştırma, Haberleşme"; "Dış ve İç Borçlar"; "Kamu Maliyesi"; "Finans/Tasarruf"; "Gelir Dağılımı"; "Sosyal Değişimler"; "Sermaye Birikiminin 80 Yılı ve Sanayileşme" gibi alt başlıklarla inceliyor. Kitabın sonunda Cüneyt Altunç'un hazırladığı 80 yılın ekonomi kronolojisi yer alıyor.
Sönmez'in kitabından alıntılarla, "Türkiye'de Sermaye Birikimi Sürecinin Kilometre Taşları" ise şöyle:
Cumhuriyetin İlk Yılları (1923-1929)
Bu dönemin ana özelliği, "devlet eliyle fert zengin etme" diye tanımlanan bir politikayla özel sermaye birikimine devletin katkısıdır. Ancak bu politikadan nasiplenme, dönemin tüm girişimci kesimleri için aynı ölçüde olmamış, dönem içinde daha güçlü olan ticaret sermayesi "aslan payı"nı kapmıştır.
1923'te toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde sanayiciler lehine birtakım ilkesel kararlar alınmış, bu ilkler çerçevesinde 1927 yılında Teşviki Sanayi Kanunu yeniden düzenlenerek uygulamaya konulmuştur.
Özel sektöre dayalı ithal ikameci dönem (1929-1932)
Bu dönem daha çok bir geçiş dönemi olarak adlandırılabilir. 1929 yılının sonuna gelindiğinde Türkiye ekonomisi, özellikle yılın son aylarında yapılan spekülatif ithalat soncu önemli bir dış ticaret açığı ile karşı karşıyaydı.
Ödemeler dengesinde yaşanılan bunalım ve 1929 Dünya Buhranı'nın yansıtacağı daha başka olumsuzluklar, bir önceki dönemde izlenen liberal dış ticaret politikasının yerine korumacı önlemler almayı gerektiriyordu.
Nitekim, 1929'dan itibaren alınan korumacı önlemlerle himayeci dış ticaret politikası uygulamasına geçildi.
Devletçi - İthal İkameci Dönem (1932-1939)
Sermaye birikim sürecinin en önemli dönemlerinden biri "devletçilik" diye adlandırılan 1930'lu yılları içerir. 1932 yılı Temmuz'undan itibaren, bir dizi yeni iktisat politikası ve aracıyla devlet işletmelerinin öncülüğünü yapacağı bir sanayileşme hareketine girişildi.
Söz konusu ekonomi politika araçlarını iki ana başlık altında toplamak olanaklı görünmektedir. Bunlardan birincisi, dış ticarette koruma önlemlerini artırarak, korumanın sağladığı himaye rantının daha çok devlette toplanmasını sağlayacak düzenlemeler; ikincisi ise izlenecek ithal ikameci sanayileşme stratejisinin öncülüğünü yapacak devlet sektörünün yatırım programını belirleyen Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı.
Bu dönemde sanayileşme, bir plan çerçevesinde devlet işletmeleri öncülüğünde gerçekleştirilmek isteniyordu. Bu amaçla, 1933 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (BBYSP) hazırlanmıştı.
Plan, temelde devlet sektörünün sanayi hedeflerini belirlemekle birlikte Türkiye İş Bankası aracılığıyla yapılacak yatırım hedef ve politikalarına da yer vermiştir. Planı uygulama görevi Sümerbank'a verilmiş, bu kuruluşun bünyesinde çok sayıda devlet işletmesi kurulmuştur.
Savaş Yılları ve Ekonomi -
İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, 1933-1939 döneminde izlenen iktisadi politikanın devamını aksatmıştır. Hedefleri büyük ölçüde gerçekleştirilen BBYSP'nin ardından 1940 yılında uygulamaya konmak üzere hazırlanan İkinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı hayata geçirilememiştir.
Özetlemek gerekirse, savaş koşulları içinde izlenen ekonomi politikası, 1933-1939 döneminde gerçekleştirilen sanayileşme hızını yavaşlatmıştır. Korumacı dış ticaret politikası daha da koyulaştırılmış, ancak yoğun devlet müdahalesinden doğan büyük rantlar, devletten çok özel sermaye için önemli kaynak birikimi sağlanmıştır. Öte yandan Milli Koruma Kanunu'nun sağladığı ortam da bu palazlanmaya güç katmıştır.
1945 Sonrası: Dış Dünya ile İlişkiler ve Yeni İthal İkamesi
Türkiye'de kapitalist ilişkilerin "merkez"in denetiminde geliştirildiği ve uluslar arası yeni işbölümü uyarınca yoğunlukla tüketim malları üreten sanayilerin kurulduğu bu dönem, özel sermayenin ekonomik süreç üzerinde dolaysız denetimini sürekli artırdığı yılları içerir.
Dönemin başlarında izlenen serbest dış ticaret politikası, kısa zamanda yeni bir ödemeler dengesi bunalımı yarattı. Bu bunalımın dayatmasıyla, korumacı dış ticaret politikası etkin kılındı, ardından da ithali kısıtlanan/yasaklanan tüketim malları yerli-yabancı firmalarca üretilerek, ithal ikameci sanayileşmenin kolay aşaması büyük ölçüde gerçekleşti.
Sonuçta, ara ve yatırım malları açısından dışa bağımlı, dışarıdan sağlanan patent, lisans ve know-how'ların kayıtlamalarına maruz, uluslararası finans kuruluşlarından sağlanan proje-program kredilerinin ve yabancı sermayeli firmaların yönlendirdiği, dışa bağımlı bir yapı ortaya çıktı.
Bu süreç, varlığını 1970'li yılların sonuna kadar sürdürdü. Bu yapının ortaya çıkardığı darboğazlar her geçen gün büyüdü, başvurulan IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi kuruluşlar iyice kanıksandı ve "istikrar tedbirleri"ni dayatıp uygulattılar. Böylece ekonomi, "döviz darboğazı-IMF vb. kuruluşlara başvuru-istikrar tedbirleri-dış borç-döviz darboğazı" biçiminde formüle edilebilecek bir döngünün içinde her yıl biraz daha dışa bağımlılığının girdabına girdi, izlenen ithal ikameci sanayileşme stratejisi de 1970'lerin sonunda tıkanma noktasına geldi.
1960-1979 Dönemi: Büyümeden Bunalıma
"Paranın serüveni"nin en olgun dönemlerinden biri 1960'lardan 1980'lere açılan yıllardır. 1950-1960 döneminde ödemeler dengesi bunalımı sonucu izlenen korumacı dış ticaret politikasının ardında oluşan ithal ikameci sanayileşme, planlı döneme geçişle birlikte büyümeyi hızlandırmak amacı ile sistemli ve yoğun biçimde uygulanan bir politika olarak ele alınmış, dış ticaret politikası da bu amaca bağlı olarak biçimlenmiştir.
Birinci planda, kalkınma stratejisi, ithal ikameci niteliktedir Bu tercihten beklenenlerden birincisi, yurt içi yatırımların artırılarak sanayi sektörünün büyümesini sağlamak, ikincisi de dışa bağımlılığı azaltmaktır. Buna göre, ithalat kısıtlamaları yeni alanlarda, genellikle imalat sanayisinde yatırım olanaklarının doğmasına yol açacak, kaynakların yeni sanayilere kaymasıyla sanayi sektörü büyüyüp genişleyecektir. Öte yandan ithal mallarının yurt içinde üretilmesiyle birlikte bu malları dışarıdan ithal etme oranı azalacak, dolayısıyla dışa bağımlılık oranı da düşecektir.
Dışa Açılmacı Dönem: 1980-1998
Türkiye'de sermaye birikimi sürecinin en önemli kırılma noktası sayılan 1980 yılı bu dönemin başlangıcını oluştururken 1980, sadece ekonomide değil siyasal-sosyal yapımızda da bir "milat" sayılır.
24 Ocak 1980 kararları ile başlatılan bir şok tedavisinin 12 Eylül 1980 tarihli askeri darbenin getirdiği olanaklarla sürdürülmesi sonunda (yıl sonunda) büyük ölçüde giderilmişti. Ancak 1980 yılı, önceki yirmi yıla damgasını vuran düzenleme biçiminin veya iktisat politikası modelinin kökten değiştirildiği bir dönüm noktası olmak bakımından da önem taşır.
1960'ı izleyen otuz yıllık dönem "ithal ikameci" ve "müdahaleci" olarak nitelendirilir. Bu nitelendirmelerin içerdiği özelliklerin hemen hemen tümü 1980'le başlayan 15 yıl içinde tamamen değişecektir.
Ekonomi, 1990'lı yılların ortalarına gelindiğinde, dışa açık, kaynak tahsisini büyük ölçüde piyasa güçlerine teslim etmiş, üretimin bugünkü ve gelecekteki yapısı üzerinde siyasi iktidarın etki ve tercihlerinin giderek azaldığı, bölüşüm ilişkilerinde sermayedarlardan yana mekanizmaların egemen olduğu neo-liberal politikalar tarafından yönlendirilen bir ekonomiydi artık.
Bu ortak özelliklere rağmen, 1980-1988 yıllarını alt-dönemlere ayırmak gerekir. Bu on sekiz yıl içinde önemli bir kilometre taşı 1989 yılıdır.
1989, dış dünya ile sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve kambiyo kontrollerinin kaldırılması ile bir kilometre taşı olarak kabul edilebilir.
1989-1993 yıllarına damgasını vuran bu yönelişler, ekonominin 1994 krizine sürüklenmesine yol açmıştır.
1989-1999: Sıcak Paraya Dayalı Büyüme Dönemi
Döviz kurunu sabite yakın, faizleri ise yüksek tutan bir yaklaşımla, adına "sıcak para" denilen kısa vadeli kredi girişi, finansal liberalleşmeye gidilen 1989 sonrasında hızla teşvik edildi ve ekonomi bu borçlanmayla çarklarını döndürüp, yüksek büyüme hızlarına ulaştı.
1988'e kadar baskı altında tutulan emek ve tarım gelirleri 1989'dan itibaren yeniden yükseltildi. Bu, bir yandan kam cari harcamalarını artırırken iç pazara da ivme kazandırdı. Harcamalarını vergi yerine iç borçlanmaya ağırlık vererek karşılamayı tercih eden iktidarlar, Güneydoğu savaş harcamalarının da itmesiyle daha çok kaynağa ve bunun için daha çok faiz ödemeye mecbur kaldılar. Bu durum, ekonominin üretici kültürünü eritirken rantçı eğilimleri hızla besledi. Bütçenin yarısı faiz ödemelerine harcanır oldu.
2002 Sonrası Yeni Bir Birikim Dönemi
Sıcak para girişine dayalı büyüme dönemi, Türkiye kapitalizmini yıllık 200 milyar dolar milli geliri olan bir ülke durumuna getirmişti. (1980: 60 milyar dolar, 1989: 80 milyar dolardı).
Bu birikim modelinin de ömrünü doldurmasıyla yaşanan 2001 kriz yılı geride kalırken, yeni kur politikası olarak belirlenen "dalgalı kur sistemi"yle sermaye birikimin nasıl yeniden harekete geçeceği ve ne tür bir büyüme süreci başlayacağı uzun süre belirginlik kazanmadı.
Bu dönemde üretim var, çarklar dönüyor ama ücretler düşük; istihdamda ciddi artış olmadan bir çark dönüşü, düşük kar marjlarına dayanan adeta dostlar alışverişte görsün türü bir büyümeydi bu. İplik fiyatına konfeksiyon, tüp fiyatına televizyon satılan bir ihracatın büyümesi...
Ekonomi büyüyor ama bu büyüme refaha yansımıyordu. Öz olarak, "yoksullaştıran ihracat büyümesi" niteliğindeydi.(NK)